27 Ağustos 2017 Pazar

Borç İlişkisinin Sona Ermesi, Hak ve Borcun Ferileri

Borç İlişkisinin Sona Ermesi


A. Asıl borca bağlı hak ve borçların sona ermesi 

TBK MADDE 131- Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur.
İşlemiş faizin ve ceza koşulunun ifasını isteme hakkı sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmuş ise ya da durum ve koşullardan saklı tutulduğu anlaşılmaktaysa, bu faizler ve ceza koşulu istenebilir.
Taşınmaz rehnine, kıymetli evraka ve konkordatoya ilişkin özel hükümler saklıdır.

Bir borç ilişkisi nedeniyle alacaklı lehine değişik haklar doğar. Alacaklı hakları, faiz, cezai hak, yenilik doğuran hak ve defi hakları olabilir.
1)      ASLİ HAK: bir borç ilişkisi nedeniyle alacaklı lehine doğan ilk akla gelecek olan asli haktır. Ulaşılmak istenen asıl amacı temsil eder. Borç ilişkisinin konusunu oluşturan her alacak alacaklı lehine bir hak teşkil eder. (alacak hakkı) sözleşmeden doğan borçlarda aslı hakkı bu sözleşmeden esaslı unsuru ortaya çıkarır. Mal ve bedel satım sözleşmeleri esaslı unsurdur. Bir borç ilişkisi doğduğu anda alacak hakkı doğmasına rağmen talep hakkı hemen doğmayabilir. Kira, taksitle yapılan satım sözleşmesi. Doğum ve sona erme açısından fark vardır. Borç ilişkileri sona erdiği halde alacak haklarının talep edilmesi engel değildir.
2)      FERİ HAK: alacaklı lehine bir borç ilişkisinde feri haklarda doğabilir. Bu haklar asıl amaca tamamlayan asli hak mevcutsa geçerlidir. Tek başlarına asli haktan bağımsız olarak doğmaz. Faiz, cezai nitelikli haklar feri nitelikli haklardandır.
3)      TALİ HAK: taraflar için 2. derece haklar doğabilir. Bunlar borç ilişkilerinin esas niteliğini oluşturmaz. Bu borç ilişkileri türüne göre ikiye ayrılır:
i)                   yenilik doğurucu haklar : hak sahibi iradesini açıkladığı zaman bir hukuksal ilişkinin kurulmasını, değişmesini veya sona ermesini sağlayan kayıt ve şarta bağlı olmayan kullanıldıktan sonra kendilerine dönülemeyen haklardır. Hukuksal ilişki kurulduğunda değerleri bozulmaktadır. 3 tür yenilik doğurucu hak vardır. Her üç türde de hak sahibinin bir irade açıklaması ve bunun içinde hukuksal ehliyete sahip olması gerekmektedir.
a)      kurucu è tek taraflı açıklaması mümkün ve yeterli olan. Ön alım, vefa hakkı.
b)   Bozucu è hak sahibi bu hakkını kullandığında taraflar arası borç ilişkileri ortadan kalkar.
Yenilik doğurucu hakların iki niteliği vardır. Kayıtsız ve koşulsuz kullanılır ve geri dönülemez, bir kez kullanıldıktan sonra bir başkası kullanamaz.

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
Esas:  2002/19-82
Karar: 2002/173
Karar Tarihi: 13.03.2002

ÖZET: Taraflar arasında bağıtlanan sözleşmelerde mal bedelinin geç ödenmesi halinde gecikme faizi ödeneceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda tarafların statüleri de gözetilerek BK. Nun 113/2 .maddesi hükmünce halin icabından gecikme faizi talep hakkının saklı tutulduğunun kabulü ile aynı maddenin ilk fıkrası hükmünün uygulanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddinde isabet görülmemiştir.

(818 S. K. m. 113)

Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 1. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 29.09.1999 gün ve 1998/2024-1999/906 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.04.2000 gün ve 430-2551 sayılı ilamı ile ,(...Taraflar arasında bağıtlanan sözleşmelerde mal bedelinin geç ödenmesi halinde gecikme faizi ödeneceği kararlaştırılmıştır.

Bu durumda tarafların statüleri de gözetilerek BK.nun 113/2 .maddesi hükmünce halin icabından gecikme faizi talep hakkının saklı tutulduğunun kabulü ile aynı maddenin ilk fıkrası hükmünün uygulanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddinde isabet görülmemiştir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili ; davalı ile müvekkili arasında 04.04.1990 tarihinden başlamak üzere 08.09.1997 tarihine kadar her yıl yenilenen birer yıllık sözleşmeler akdedildiğini, bu sözleşmeler gereğince davalıya ait filonun motorin, fuel-oil cinsleri ve madeni yağ ihtiyaçlarını bağlama limanı olan İstanbul ve diğer Türk limanlarında müvekkili tarafından karşılandığını, bu sözleşmelerin fiyat ve ödeme başlıklı 10. maddesinde açıkça yapılan teslimat üzerine kesilecek faturanın ibrazından sonra davalının kaç günlük süre zarfında ödemeyi gerçekleştireceğinin ve gecikme halinde uygulanacak faizin oranının -%7,5(12)- olarak belirlendiğini, tarafların bu sözleşmeleri kendi iradeleri ile kabul etmiş olmalarına göre ihtirazi kayıt düşmeseler de faiz talep edebileceklerini, BK.113/2 maddesinin uygulanması gerektiğini, faiz taleplerini içeren 22.08.1996 tarih ve 880/18451 sayılı yazıları ile 31.07.1996 tarihine kadar olan faiz borçlarını bir hafta içinde ödemelerinin davalıdan istendiğini, 05.12.1997 tarihinde faiz konusunda taraflar arasında toplantı yapıldığını, sonuca bağlanamadığını, baştan beri faiz isteklerine ilişkin iradeyi ortaya koyduklarını, faiz alacakları asıl alacağa dönüştüğünden buna da faiz isteyebileceklerini, ancak yapılan ihtarlara rağmen davalı tarafça kabul edilen kısma ilişkin olarak da herhangi bir ödemede bulunulmadığını, müvekkili P... Ofisi A.Ş. nin halen sermayesinin tamamına yakın kısmı kamuya ait bulunan ve başta Silahlı Kuvvetler ve Nato olmak üzere tüm resmi kurum ve kuruluşlarla birlikte piyasanın akaryakıt ve madeni yağ ihtiyaçlarını karşılamak üzere faaliyet gösteren milli bir kuruluş olduğunu, bu son derece hayati ve stratejik önemi haiz fonksiyonunu ifa ederken çok uluslu ve yabancı sermayeli dev petrol şirketlerinin yoğun rekabeti ile karşı karşıya bulunduğunu, bu ortamda davaya konu alacak tutarının ödenmemesi nedeniyle önemli ölçüde finans kaybına uğradığını ve mağdur olduğunu, bedelini peşin olarak ödemek suretiyle temin ettiği ürünü davalıya belli bir vade tanıyarak sattığını ancak teslim ettiği malın bedelini zamanında alamaması nedeniyle zarar ettiğini, sonuçta taraflar arasında akdolunan sözleşmeler gereği davalıya teslim edilen akaryakıt ve madeni yağ bedellerinin geç ödenmesinden kaynaklanan ve 31.12.1997 tarihi itibariyle 369.057.874.284 TL olan faiz alacağının dava tarihinden itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının davasına konu isteğinin zamanaşımına uğradığını, dayanak faturaları ibraz edilmeyen ve iç ilişkide düzenlenen hesap tablosunun delil olarak kabul edilemeyeceğini, faturaların tebliği ve ödeme tarihlerinin davacı yanca ispatlanması gerektiğini, sözleşme gereği tanınan opsiyonlara karşın temerrüt faizlerinin fatura tarihlerinden başlatılmasının da uygun olmadığını,bu sürelerin tenzili gerektiğini, BK 113 madde çerçevesinde davacının temerrüt faizi hakkının sakıt olduğunu, davacının talebinin reddi gerektiğini, davacının asıl borcun ödenmesi sırasında ihtirazi kayıt koymadan bedelleri alarak feri hakların da asıl alacakla birlikte sakıt olmasına yol açtığını, bunların istenemeyeceğini, faiz hakkını saklı tutmanın davacının yükümlülüğünde olup,bunun yapılmadığını, davacı kuruluşun aylık, yıllık vs. hesaplarında da temerrütle ilgili bir hesaplama ve girişimin yapılmadığını, kendilerinden istenmediğini, davacının temerrüt faizi ile ilgili ilk açıklamasını 24.07.1997 tarih ve 2056 sayılı yazı ile yaptığını, bu yazıyla temerrüt faizleriyle ilgili hakların saklı tutulduğu değil aksine o ana kadar işleyen hakların saklı tutulmadığının anlaşıldığını, müvekkilinin açıklanan nedenlerle davacıya temerrüt faizinden kaynaklanan bir borcunun bulunmadığını, zira bu hakkın sakıt olduğunu, doktrin ve uygulamada sınırlı olarak kabul edilen halin icabından da aksi bir durumun anlaşılamadığını, yapılan ödemelerle ilgili banka dekontlarının makbuz hükmünde olup, borcun ödendiğinin ve sakıt olduğunun karinesi olduğunu, faize faiz isteminin de yerinde olmadığını,davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkeme "Taraflar arasındaki akaryakıt ve madeni yağ satışından doğan ve uzun yılar süren bir ticari ilişki mevcuttur. Asıl alacağın faize yönelik herhangi bir ihtirazi kayıt ileri sürülmeden tahsil edildiği konusunda taraflar arasında çekişme yoktur. Hesaplama tablosuna göre 01.01.1991- 22.10.1997 tarihine kadar teslim edilen akaryakıt karşılığında muhtelif faturalarla davalı şirket tarafından ödeme yapılmıştır. Dava, hesap tablolarında detaylı olarak gösterildiği şekilde fatura muhteviyatının zamanında ödenmemesi nedeniyle gecikme gün sayısı ve faiz oranları belirtilmek suretiyle gecikme faizinin tahsiline ilişkindir. Gecikme faizi bir feri alacaktır. BK.113 maddesi hükmü açıktır. Davacı şirket davalı şirketçe gecikilerek ödenen fatura bedellerini hiçbir ihtirazi kayıt ileri sürmeden almış, asıl alacak kayıtsız şartsız ödeme nedeniyle sakıt olduğundan saklı tutulmayan ferileri de sakıt olmuştur. Davacı şirketin artık gecikme faizlerini talebe hakkı yoktur. Her ne kadar istenen gecikme faizleri konusunda 05.12.1997 tarihli tutanakla görüşme yapılmışsa ve davalı firmaya borcu kabul anlamına gelmemek üzere davacı firma tarafından talep edilen temerrüt faizleri yönünden 1996-1997 yıllarına ait dökümlerin incelenmesi için yıl sonuna kadar süre verilmişse de bu tutanak gecikme faizlerinin ödenmesi hususunda bir mutabakat olmayıp, davalı şirketin faiz istemine ilişkin hesapları incelemesi için süre verilmesine ilişkindir. Bu itibarla davacının bu tutanağa dayanarak taraflar arasında faizlerin ödenmesine ilişkin mutabakata varıldığı ve 21.04.1998 tarih 486/1162 sayılı yazı ile davalıdan talep edilmekle ana para alacağına dönüştüğü yolundaki görüş ve beyanında isabet yoktur. Sonuçta taraflar arasında temerrüt faizlerinin ödenmesi konusunda herhangi bir anlaşma ya da mutabakat yoktur. Asıl alacak bedelleri ihtirazi kayıt konulmadan davacı şirket tarafından tahsil edilmekle sakıt olduğundan asıl alacağın feri olması nedeniyle dava konusu gecikme faizi de sakıt olmuştur. Bu itibarla yerinde olmayan davanın reddine karar vermek gerekmiştir." gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

Özel Daire; " Taraflar arasında bağıtlanan sözleşmelerde mal bedelinin geç ödenmesi halinde gecikme faizi ödeneceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda tarafların statüleri de gözetilerek BK. Nun 113/2 .maddesi hükmünce halin icabından gecikme faizi talep hakkının saklı tutulduğunun kabulü ile aynı maddenin ilk fıkrası hükmünün uygulanamayacağı gözetilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddinde isabet görülmemiştir." Gerekçesiyle hükmün oybirliği ile bozulmasına karar vermiştir.

Mahkemece önceki kararda direnilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, satılan mal bedelinin zamanında ödenmemesinden kaynaklanan gecikme faizi alacağına ilişkindir.

Taraflar arasında akaryakıt ve madeni yağ satışından doğan ve uzun yıllar süren bir ticari ilişki mevcut olup, mal alışverişi ve asıl alacağın faize yönelik herhangi bir ihtirazi kayıt ileri sürülmeden tahsil edildiği konusunda, dosyada mevcut çok sayıdaki fatura kapsamlarında da faize yer verilmediğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık; davacının saklı tutulmayan faiz alacağının asıl borcun ödenmesi ile birlikte sakıt olup olmadığı, tarafların sıfatlarının ya da aralarındaki yazışmaların ayrı bir kabul şeklini gerektirip gerektirmediği,dolayısıyla davada BK.113/1 mi yoksa 113/2 maddesinin mi uygulanması gerektiği, noktasında toplanmaktadır.

Kural olarak; ana alacağın sona ermesi ile birlikte ek haklar da sona erer. Anlam açısından bakıldığında ek haklar, bir ana hakkın varlığına ihtiyaç gösteren ve ancak ona bağlı olarak doğabilen haklardır. Faiz de bu haklar arasındadır.

Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; Borçlar Kanununun " borçların ferilerinin sükutu" ana başlıklı 113 maddesi aynen ; "Asıl borç tediye ile veya sair bir suretle sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair fer'i haklar dahi sakıt olur.

Evvelce işleyen faizleri talep hakkının mahfuz bulunduğu beyan edilmiş veya hal icabından neşet eylemiş olmadıkça bu faizler talep olunamaz.

Gayrimenkul rehine ve kıymetli evraka ve konkordatoya müteallik hususi hükümler mahfuzdur." hükmünü amirdir. Daha açık bir söyleyişle, eklentilerin sona ermesi başlığını taşıyan maddenin birinci fıkrasında ana borcun ödeme veya sair surette sakıt olması halinde kefalet,rehin vs. hakların da sakıt olacağı ilke olarak hükme bağlanmış, ikinci fıkrada ise bu ilkenin iki istisnasına yer verilmiştir.

Bunlar daha önce işlemiş olan faizleri isteme hakkının saklı tutulduğunun bildirilmiş olması ve/veya durumun özelliğinden bunun anlaşılmasıdır.

Daha açık ifadeyle Borçlar Kanununu 113/1 maddesinde yer alan karine mutlak ve sınırsız olmayıp, karinenin dayandığı esas ödemeyi kabul eden alacaklının eda sırasında feri ve tali hakları isteme yetkisini saklı tutmak iradesinin açıklanmasını gerektirir.

Somut olayda ; taraflar arasında yıllara dayanan ticari ilişki mevcut olup, aradaki sözleşmeler gereğince alacağın davacı yanca faturalandırılıp, davalı şirkete ulaştırılması takip eden 9 takvim günü içinde fatura bedelinin davalı şirket tarafından davacının İstanbul Bölge Müdürlüğü hesabına yatırılacağı ve yatırılacak banka şube ve hesap numaraları konusunda taraflar arasında mutabakat sağlanacağı hükme bağlanmıştır. Yıllar içinde yapılan ödemeler sözleşme hükümleri gereği belirlenen banka şube ve hesaplarına yapılmıştır. Paranın tahsilini yapan banka memur veya görevlisinin davacının adamı ya da çalışanı olmadığı ve böyle olsa bile onun adına irade açıklamasında bulunma yetkisine sahip olmadığı açıktır.

Süregelen ticari ilişki içinde ödemelerin de zaman içine yayıldığı dosyada mevcut hesap çizelgeleri ile bellidir. Son ödemenin yapıldığı tarihe kadar alacaklının faiz talep etme olanağı mevcut olup, davacı alacaklının faiz konusundaki iradesini ilk olarak 24.04.1996 tarih ve 2108 sayılı yazısı ile davalı yana bildirdiği anlaşılmaktadır. Davalı yan ise davacıya verdiği 14.10.1996 tarih ve 3941-68578 sayılı cevapta eski borçlar toplamının bir defada ödeneceği, gecikme faizi konusunda hem fikir olmakla birlikte kamu kuruluşu olmaları nedeniyle ödemelerin muntazaman yapıldığı ve tahsildarlarca istendiğinde ödendiği, yapılan ödemelerin nazara alınması gerektiği bildirilmiştir. Gerek asıl alacağın ödenmesi gerek bunun ferisi durumundaki faizin ödenmesi konusunda davacının devam eden 19.08.1996, 22.08.1996 vs günlü yazışmalarından sonra son olarak taraflar arasında 1997 dönemine ait anlaşma yapılmıştır. Bunun hazırlık aşamasında ve anlaşmanın yapılmasını takiben 24.07.1997 tarih ve 2056 sayılı yazı ile davacı birikmiş faiz talebini davalı yana iletmiş, davalı yan ise 27.10.1997 tarihli cevabında 1991-1996 yılı faiz ödemelerine ilişkin faturalar konusunda gerekli birimlere talimat verildiği , iyi ilişkilerin sürmesinin istendiğini belirtmiş, davacının bu tarihi takip eden gecikme faizi ödenmesi talepli diğer yazılarından (Örn.13.01.1998, 26.03.1998) sonra da davalı yan 13.05.1998 gün ve 364 sayılı yazıda da istenen alacak konusunda mutabakata varılmadığını davacı yana bildirmiştir. Dava bu açık iradenin bildirilmesinden sonra açılmıştır.

Açıklanan olguların varlığı karşısında artık davacının faiz isteğini saklı tuttuğunun kabulü halin icabına tamamen uygun düşmektedir. Bu yönüyle sadece davacı ya da davalı yanın statüleri değil, aralarındaki olayların gelişimi ve bu gelişim içinde karşılıklı ortaya konulan irade beyanları da somut olayda Borçlar Kanunun 113/1 maddesindeki karinenin değil bunun istisnasını teşkil eden 113/2 maddesinin uygulanmasını gerektirmektedir. Mahkemece , taraflar arasındaki sözleşme, kararlaştırılan ve yıllara yayılan ödeme biçimi, karşılıklı irade açıklamaları göz ardı edilerek faize ilişkin yazışmalara başka anlamlar verilmesiyle davacının talebinin reddi doğru bulunmamıştır.

Bu nedenle, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç:Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine,13.3.2002 gününde oybirliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2013/21-445 E.  ,  2013/1625 K.

    "İçtihat Metni"
    MAHKEMESİ : Yozgat İş Mahkemesi
    TARİHİ : 20/11/2012
    NUMARASI : 2012/699-2012/883

    Taraflar arasındaki “faiz alacağı“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yozgat İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 21.09.2010 gün ve 2010/345 E.-2010/348 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 25.06.2012 gün ve 2010/12776 E.- 2012/12040 sayılı ilamıyla;
    “…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
    2-Dava, ölüm aylığının geç bağlanması nedeniyle doğan işlemiş faiz alacağı istemine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın kabulü ile 3.028,09 TL işlemiş faiz alacağının davalı Kurumdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
    Alacaklının nakdinden bir süre için yoksun kalması nedeni ile nakdin kullanılması olanağını borçluya bırakması karşılığında elde ettiği miktarı kanun ya da hukuki işlem ile belirlenmiş para borçları açısından özel olarak düzenlenen, tahsil için zararın ve kusurun varlığı şart olmayan bir tür tazminat, bir medeni semere olarak tanımlan faiz kavramı kapsamındaki temerrüt faizi de; muhtemel zararların giderilmesi amacıyla doğrudan doğruya yasa koyucu tarafından öngörülmüş bir karşılık olup, talep edilebilmesi için gerçekten bir zarar görülmüş olması gerekli değildir. Bu konuda borçluya bir ispat hakkı tanınmadığı gibi; borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması da şart değildir. Borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetince varlığını sürdüren bir karşılık olarak, alacaklının aksi iddia olunmayan farazi zararının asgari oranda giderilmesine yönelik, para borcunun fer'isi niteliğindeki (BK. Md.113/2 ve 131) faizin,  asıl alacakla birlikte sona ermemesi için saklı tutulması, ya  da halin icabından saklı tutulduğunun anlaşılması da yasal bir gerekliliktir. Mahkemece, davacının faiz hakkını saklı tutup tutmadığı araştırılmadığı gibi gerekçeli kararda halin icabından saklı tutulduğunun anlaşılması gerekip gerekmediği yönünde bir değerlendirme de yapılmaması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    Öte yandan, nispi karar ve ilam harcına tabi davalarda ıslah ile dava değerinin arttırılması halinde artan dava değeri üzerinden karar ve ilam harcının tamamlanması (ıslah harcı) gerekir. Somut olayda davacı, dava dilekçesinde 100,00 TL olarak açıkladığı faiz talebini 21.9.2010 tarihli ıslah beyanı ile 3.028,09 TL ye arttırmış ise de ıslah harcının yatırılmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, tamamlama harcı yatırılmayan ıslah beyanına değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    Yapılacak iş, davacının faiz hakkını saklı tutup tutmadığını Kurum ve ödemenin yapıldığı banka kayıtlarından araştırmak, davacının faiz hakkını saklı tuttuğu belirlenir ise ıslah harcını tamamlamak üzere davacıya süre ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
    O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. …”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

    TEMYİZ EDEN  : Davalı vekili 

    HUKUK GENEL KURULU KARARI
    Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 
    Dava, davacıya ödenmesi gereken ölüm aylıklarının geç ödenmesi nedeniyle birikmiş faiz  alacağının tahsili istemine ilişkindir. 
    Davacı vekili, müvekkilinin babası olan H. B..'nın Bağ-Kur sigortalısı iken 2001 yılında vefat ettiğini, müvekkilinin, davalı kuruma ölüm aylığı bağlanması için annesi ile birlikte başvurduğunu ancak davalı kurumun bu talebi reddettiğini, bunun üzerine Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne davalı kurumdan aylık alabilmek için dava açtığını ve yapılan yargılama sonrasında davacının 01/03/2001 tarihinden itibaren  ölüm aylığı almaya hak kazandığının tespitine karar verildiğini, kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nce onanarak kesinleştiğini, bu karar üzerine davalı kurumun davacıya ve diğer hak sahiplerine 01/03/2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağladığını, fakat bu aylıkların yasal faizini ödemediğini,  oysaki davalı kurum tarafından müvekkiline maaşların yasal faizinin de ödenmesi gerektiğini, çünkü davalı kurumun kendi kusuru yüzünden müvekkilinin 01/03/2001 tarihinde yazılı olarak başvurmasına rağmen talebini reddederek maaşlarını geç almasına sebebiyet verdiğini ve müvekkilinin başvurusuna rağmen faiz alacağını ödemediğini, belirterek müvekkilinin alması gereken fakat davalı kurumca müvekkiline ödenmeyen ölüm aylıklarına işlemiş olan faiz alacağının tespiti ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100,00 TL faiz alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı  Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili,  faiz alacağının feri nitelikte bir hak olduğunu,  BK 113/1 maddesi uyarınca asıl alacağın sona ermesinin  faizi de sona erdireceğini,  aynı maddenin 2. fıkrasında daha önce işlemiş faiz hakkının saklı olduğu bildirilmemiş ya da durumun özelliğinden anlaşılıyor olmadıkça bu faizlerin istenemeyeceğini 5510 sayılı Kanun'un 42 maddesi uyarınca 3 aylık sürenin dikkate alınması gerektiğini belirterek, davanın reddine, karar verilmesini istemiştir.
    Dosyaya sunulan Yozgat 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 20.04.2006 tarih ve 2006/120 E.-321 K. sayılı ilamında; davacının, Fatma Bölükbaşı, davalının Bağ-Kur Genel Müdürlüğü olduğu, davanın ise, davacının eşinin 10.08.2001 tarihinde ölümü nedeniyle, 01.09.2001 tarihi itibariyle ölüm aylığının bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkin olduğu, mahkemece istemin kabulü ile davacı hak sahibi eşinin ölüm tarihini takip eden aybaşı olan 01.09.2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine, aksi yöndeki kurum işleminin iptaline karar verildiği; davalı kurum vekilinin temyizi üzerine 21.Hukuk Dairesinin 14.11.2005 tarih ve 2005/7697 E.-11463 K. sayılı ilamı ile onanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
    Yozgat Bağ-Kur İl Müdürlüğünün 26.11.2007 tarihli cevabi yazısında; “26.11.2007 tarih ve 61167  sayılı yazı ile “Hak sahibi olarak  F.. ve  H. B..’na 01.03.2001 tarihinden itibaren aylıklarının bağlandığı, 28.06.2007 tarihine kadar geçen süre için yasal faiz tutarının 9.933,49 YTL olduğunun tespit edildiği” bildirilmiştir.
    Davacı vekili, talebini ıslah ederek 3.028,09 TL faiz alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiş, ıslah talebine rağmen ıslah harcı yatırmamıştır.
    Mahkemece, davanın kabulü ile, 3.028,09 TL faiz alacağının davalı taraftan alınarak davacı tarafa  ödenmesine  karar verilmiştir.
    Mahkemenin faiz alacağının tahsiline ilişkin verdiği karar, yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece, 30.01.2006 tarihli ihtarname ile faiz hakkının saklı utulduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. 
    Direnme kararını davalı vekili, temyize getirmektedir.
    Direnmeye konu uyuşmazlık, davacının, faiz alacağının saklı tutulup tutulmadığı konusunda mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı ve  ıslah harcı tamamlanmadan yargılamaya devam edilip edilemeyeceği  noktalarında toplanmaktadır.
    I-Öncelikle alınması gereken harcın niteliği ve eksik harç ödenmeksizin yargılama yapılarak hüküm kurulmasına olanak bulunup bulunmadığı konusunun açıklanmasında yarar vardır.
    Kamu hizmetlerinin kurulması ve yürütülmesi için gerekli olan mali kaynağın sağlanması amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak koyduğu mali yükümlülüklerden kaynaklanan alacakları genel olarak kamu alacakları olarak nitelendirilmektedir.
    Devletin kamu alacağını oluşturan gelir kaynaklarından birini de, kamu hizmetlerinden yararlananların ödedikleri harçlar oluşturmaktadır. Harçların oluşturduğu yükümlülük, teoride, “masrafı karşılama” ve “faydalanma” ilkelerine dayandırılmaktadır. Masrafları karşılama ilkesine göre harç, hizmetin gerektirdiği maliyetle ölçülürken; faydalanma ilkesinde hizmetin maliyeti değil, yükümlü için taşıdığı değer esas alınmaktadır.
    Yapılan açıklamalar karşısında harç; bazı kamu hizmetlerinden yararlanan ve hatta kanun hükmü ile yararlanmak zorunda bırakılan özel ve tüzel kişilerin, özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kuruluşlarının hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında, belli bir ölçüde bu hizmetlerin maliyetine katılmaları amacıyla konulan ve zor unsuruna dayanan mali yükümlülüklerdir (Pınar, Burak: Yargı ve İcra Harçları, Ankara 2009, s.1-3).
    Diğer bir deyişle harç, muhtelif kanunların konusunda bulunan adli ve idari hizmetlerde ve bu hizmetin gerektirdiği kırtasiye ve formalite masraflarını karşılamak mülahazasıyla hakiki ve hükmi şahıslardan Hazinece alınan bir paradır. Yapılan işler ve görülen hizmet amme hizmetinden ziyade, kişilerin şahsına ve menfaatine ilişkindir (Y.İ.B.K. 23.12.1976 gün ve 1976/11-7 E.-6 K.; Diğer bir tanım için bakınız Y.İ.B.K. 7.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K.).
    Harçlar konusunda genel düzenleme içeren, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun gerekçesinde harcın tanımı “fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemelerdir” biçiminde yapılmıştır. (Bu harç tanımını benimseyen Anayasa Mahkemesi kararları:31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K.; 14.02.1991 gün ve 1990/18 E.-1991/14 K.; 28.09.1995 gün ve 1995/24 E.-52 K.; Benzeri tanımı içeren H.G.K.'nun 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E,-493 K. sayılı ilamı).
    Buna göre, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerekmektedir (Y.İ.B.K. 7.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K.; Anayasa Mahkemesi'nin 31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K. sayılı kararları).
    Bir kamu hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de, kanunda yer almasına bağlıdır.
    Nitekim, 1982 Anayasası'nın 73/3.maddesinde; “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmünü içermektedir.
    Bu Anayasa kuralının, vergi, resim ve harç gibi parasal yükümlülüklerin veya bunlardan bağışıklığın, kapsam ve içeriğinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve açıkça gösterilmesi amacına yönelik bulunduğu bellidir.
    O halde, harca ilişkin bir yasa hükmünün yorumu ve uygulanmasında, bu ilke ve amaç gözden uzak tutulmamak gerekir. Aksi halde, kişi ve kurumların yasal dayanağı olmayan bir yükümlülük altına sokulmaları veya Devletin önemli bir gelir kaynağından yoksun bırakılması gibi, Yasa Koyucunun amacına aykırı ve sakıncalı sonuçların doğmasına yol açılmış olur (H.G.K.'nun 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E,-493 K. sayılı ilamı).
    Bu kanunilik ilkesine paralel olarak, Harçlar Kanunu'nun 1. maddesinde, bu Kanuna göre alınacak harçlar arasında, diğer harçlar yanında yargı harçları da, bulunmaktadır. Aynı Kanunun 2. maddesinde ise, yargı işlemlerinden bu Kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabi olduğu vurgulanmıştır.
    Bu arada yargı harcı, devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete, ondan yararlananların katkısıdır (Y.İ.B.K. 16.12.1983 gün ve 1983/5 E.-6 K.). Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tabi işlemleri, genel olarak mahkeme harçları, icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
    Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilam harcıdır.
    Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilam harcı, yargılama giderlerinin de, önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
    Karar ve ilam harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir (492 Sayılı Kanun m.15, 21).
    Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tabi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir.
    Nisbi harç, konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nisbete göre alınan harçtır (1 Sayılı Tarife, madde III/1-a).
    Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır (1 Sayılı Tarife, madde III/2-a).
    Harçlar Kanunu'nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1. maddesinde nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup, aynı maddenin (a) bendinde ise, karar ve ilam harcının ödeme zamanı düzenlenmiştir. Anılan Kanunun “Karar ve İlam Harcı” başlığını taşıyan 28/1-a maddesinde aynen; “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşımaktadır (Yargıtay H.G.K'nun 24.03.2010 gün ve 2010/12-158 esas, 2010/178 sayılı ilamı).
    492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 32. maddesinin birinci cümlesi olan “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz” hükmü yer almaktadır.  Bu hükmün, itiraz yoluyla Anayasaya aykırılığının, yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi, 17.03.2010 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 2009/27 E., 2010/9 K. sayılı kararı ile, 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinin birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın(iptal isteminin) reddine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, Kanunun 32.maddesinin birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın(iptal isteminin) reddine ilişkin  kararının gerekçesinde ise:
    “...Yargılama sürecinde, yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davalı veya davacı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur.
    Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağını belirten kural, bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetinden yararlanmalarını, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından, hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir nitelik taşımamaktadır.
    Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa'nın 36.maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.” ifadelerine yer verilmiştir.
    Harçlar Kanunu'nun 32.maddesi hükmünce, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağından, dolayısıyla ıslah edilen miktar yönünden bakiye nispi karar ve ilam harcı ödenmeksizin sonraki işlemlerin yapılmasına olanak bulunmamaktadır.
    Görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, harçtan muaf olan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı aleyhine açılan dava nisbi harca tabi bir dava olsa dahi, başlangıçta maktu harç alınıp yargılamaya devam edilebilmesi gerektiği, sonuçta davalıdan harç alınma imkanı olmadığından nispi harcın da peşin yatırılmasına gerek olmadığı,  aksine bir yaklaşımın hak arama özgürlüğünü kısıtlanması anlamına geleceği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunlunca kabul edilmemiş ve  tamamlama harcı yatırılmadan mahkemece ıslah beyanına değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu, kabul edilmiştir.
    II-Davacının, faiz alacağı hakkını saklı tutup tutmadığı konusunda mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı konusuna gelince:
              Dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 113.maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun m.131) uyarınca, son fıkrasında belirtilen gayrimenkul rehni, kıymetli evrak ve konkordatoya ilişkin özel hükümler dışında, asıl borç ifa ile veya başka bir suretle sona erdiği takdirde kural olarak kefalet, rehin ve diğer fer’i haklar da sona ermektedir. 
              Fer’i haklar, borç ilişkisinin içerdiği alacak hakkının bir kısmı, bir parçası değildir. Asıl borca bağlı, asıl borç mevcut ve geçerli olduğu sürece geçerlidir ve asıl alacak ile birlikte doğar; varlığını sürdürür, onunla birlikte sona erer.   Fer’i hakların en önemlilerinden birisi de faizdir. 
              Kural bu olmakla beraber, Borçlar Kanunu işlemiş faizin devam edip etmeyeceği konusunda özel bir hüküm getirmiştir. Borçlar Kanununun 113/2.maddesi hükmüne göre, evvelce işleyen faizleri talep hakkının saklı tutulduğu (ihtirazi kayıt) veya saklı tutulduğunun hal ve koşullardan çıkartılması kaydıyla, ödenmemiş faizlerin istenebilme hakkı ortadan kalkmamakta, asıl borç ifa veya sair bir suretle son bulmuş olsa bile, borcun fer’isi olan faiz varlığını sürdürmekte ve alacaklı bunları talep edebilme hakkını yitirmemektedir. 
              İhtirazi kayıt, alacaklının borçluya yönelttiği bir irade bildirimi ile yapılır. Bu bildirim ifadan önce ya da en geç ifanın ardından derhal yapılmalıdır. Ön koşul ileri sürülmezse ilişkin olduğu hakkın düşmüş sayılması, o haktan zımni olarak vazgeçilmiş olması esasına dayanır. 
              İşlemiş faizleri talep hakkının saklı tutulduğuna ilişkin beyanla ilgili olarak yasada bir şekil öngörülmemiştir. Asıl borç son bulduğu halde alacaklı, bu hakkını saklı tuttuğunu veya durumun koşullarından bunun anlaşılması gerektiğini kanıtladığı takdirde işlemiş faizlerle ilgili alacak hakkı, son bulmayacaktır
              Burada önemli yön, alacaklının hangi eylem ve işlemlerinin, bu hakkı kullanmak istediği şeklinde yorumlanması gerektiğidir. İfade edilmek istenen husus, somut olayın niteliğinin, para borcunun son bulmasına karşılık, işlemiş faiz borcunun devamını gerektirmesidir. Alacaklı açıkça ihtirazi kayıt ileri sürmese de, yaptığı eylem ve işlemlerden bu hakkını kullanmak istediği sonucu çıkarılabiliyorsa, artık bu hakkın saklı tutulduğunun kabulü gerekecektir. Alacaklının, asıl borç konusu para alacağını tahsil ederken, işlemiş faizleri talep hakkını saklı tuttuğunu beyan etmediği veya bu durum “hal ve koşullardan çıkartılmadığı” takdirde ise, yukarıda belirtilen yasal ilke uyarınca, asıl borç son bulmakla, faiz alacağı da son bulacaktır. 
    Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulu'nun 10.12.2003 gün ve 2003/10-739 E. - 737 K., 02.02.2005 gün ve 2004/10-771  2005/24  K., 18.11.2009  gün  2009/21-435 E., 2009/544 K.   sayılı kararlarında da benimsenmiştir. 
               Somut olayda, birikmiş ölüm aylıkları davalı Kurum tarafından toplu olarak ödenen davacı, sonrasında faiz alacağına ilişkin bu davayı açmıştır. Davada, faiz alacağının hüküm altına alınabilmesi için, maddede belirtildiği gibi, işlemiş faizi talep hakkının saklı tutulduğunun beyan edildiği ya da eylem ve işlemlerinden bu durumun anlaşılmakta olduğunun kanıtlanması gerekir. 
               Borç ilişkisinin sosyal güvenlik hukukuna dayalı olması, borçların ferilerinin son bulması yönünden düzenleyici nitelikte hüküm öngören Borçlar Kanununun 113.maddesinde belirtilen ana kuralın ve maddede sınırlı olarak belirtilen düzenlemelerin dışına çıkılması sonucunu yaratmamaktadır.  Asıl borcun son bulması nedeniyle fer’ilerinin de son bulduğunun mahkemece resen göz önünde tutulması gerekir. 
              Belirtilen nedenlerle, özellikle 30.01.2006 tarihli ihtarnamenin dava dışı F.. B.. adına gönderilmesi ve davacı adına gönderilmiş bir ihtarnamenin dosya içersinde bulunmaması  karşısında, davacının, faiz talep hakkını saklı tuttuğuna ilişkin beyanın, ya da bu kapsamda  faiz hakkını saklı tutma iradesini gösterecek nitelikte olan işlem ve eylemlerin neler olduğunun araştırılarak, ortaya konmasında yasal zorunluluk bulunmaktadır. 
              Yukarda açıklanan   nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 
    SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.12.2013 gününde harç yönünden oyçokluğu,  esas (faiz) yönünden oybirliği ile karar verildi.




    YARGITAY

    19.Hukuk Dairesi
    Esas:  2012/5424
    Karar: 2012/10365
    Karar Tarihi: 19.06.2012

    ÖZET: Davacı yanın davaya konu yaptığı ve yanlar arasında uyuşmazlığa esas teşkil eden husus ödenen tutarla ilgili olarak ödeme tarihine kadar işlemiş faiz tutarı, icra vekalet ücreti, harç ve takip giderlerine yöneliktir. Somut olayda mahkemece miktar belirtmeksizin davalının takibin ferilerine yönelik itirazın iptaline karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken bilirkişiye yaptırılan kapak hesabı üzerinden miktar ve tutar belirtmek suretiyle itirazın iptaline karar verilmesi doğru görülmediği gibi hükümde yer alan alacak tutarının feri kalemlere ilişkin olduğu gözetilmeden bu tutar üzerinden ayrıca icra inkar tazminatına hükmedilmesi de isabetli bulunmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir.

    (2004 S. K. m. 67)

    Dava: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının bozma kararına uyularak yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

    Karar: Davacı, faturadan kaynaklanan alacak için 24.05.2008 tarihli ihtarname keşide etmiştir. Bu ihtarname 29.05.2008 tarihinde davalı borçluya tebliğ edilmiş, davalı beş günlük sürenin bitiminden bir gün sonra 04.06.2008 tarihinde internet bankacılığı yoluyla asıl alacağın tamamını ödemiştir.

    Bu arada davacı alacaklı borçlu aleyhine icra takibinde bulunmuş, ödeme emrini 09.06.2008 tarihinde tebellüğ eden takip borçlusu harici ödemeden bahsetmeksizin alacak ve ferilerinin tamamına itirazda bulunarak takibin durmasına yol açmıştır.

    Borçlunun takibe konu alacağı haricen ödemesine rağmen icra müdürlüğüne verdiği itiraz dilekçesinde ödemeden bahsetmeksizin borç ve ferilerinin tamamına itiraz etmesi karşısında takip tümüyle durmuş olduğundan icra müdürlüğünün tahsilat yapılmış gibi kapak hesabı yapıp borcun ferileriyle ilgili davalı borçluya ayrıca muhtıra tebliği imkanı da kalmamıştır.

    Davacı yanın davaya konu yaptığı ve yanlar arasında uyuşmazlığa esas teşkil eden husus ödenen tutarla ilgili olarak ödeme tarihine kadar işlemiş faiz tutarı, icra vekalet ücreti, harç ve takip giderlerine yöneliktir. Somut olayda mahkemece miktar belirtmeksizin davalının takibin ferilerine yönelik itirazın iptaline karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken bilirkişiye yaptırılan kapak hesabı üzerinden miktar ve tutar belirtmek suretiyle itirazın iptaline karar verilmesi doğru görülmediği gibi hükümde yer alan alacak tutarının feri kalemlere ilişkin olduğu gözetilmeden bu tutar üzerinden ayrıca icra inkar tazminatına hükmedilmesi de isabetli bulunmamış ve hükmün bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.

    Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 19.06.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

    YARGITAY

    12. HUKUK DAİRESİ

    E. 2010/28330

    K. 2011/9172

    T. 10.5.2011

    • KEFİLİN SORUMLULUĞU ( Asıl Borçlu Hakkında Başlatılan İcra Takibinin Sonuçsuz Kalması Halinde Kefil Hakkında Takip Yapılabileceği/Bu Duruma Aykırılık ile İlgili Şikayetlerin Kamu Düzeni ile İlgili Olduğu – Mahkemece Şikayetin Kabulüne Karar Verilmesi Gerektiği )

    • ASIL BORÇLUYA YAPILAN TAKİBİN SONUÇSUZ KALMASI ( Takibin Semeresiz Kaldığı Belirlenmeden Kefile Müracaat Edilemeyeceği – Kamu Düzeni ile İlgili Bulunan Şikayetlerin Süreye Bağlı Olmadığı )

    • KAMU DÜZENİ ( Asıl Borçlu Hakkında Başlatılan İcra Takibinin Sonuçsuz Kalması Halinde Kefil Hakkında Takip Yapılabileceği – Bu Duruma Aykırılık ile İlgili Şikayetlerin Kamu Düzeni ile İlgili Olduğu )

    2004/m.16

    4077/m.10/3

    ÖZET : Asıl borçlu hakkında başlatılan bu takip sonuçlandırılıp, takibin semeresiz kaldığı belirlenmeden, kefil hakkında takip yapılamaz. Borçlu vekilinin, 4077 Sayılı Kanunun 10/3. maddesi uyarınca, asıl borçluya karşı takip yapılıp, bu takip sonuçsuz kaldığı takdirde, müvekkili aleyhine takip yapılabileceğine ilişkin iddiası, İ.İ.K.nun 16. maddesi kapsamında şikâyet niteliğinde olup, kamu düzeni ile ilgilidir ve aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca süreye tabi değildir. O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekir.

    DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

    KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de:

    4822 Sayılı Kanunun 15. maddesiyle değişik 4077 Sayılı Kanunun 10. maddesinin 3. fıkrasında “… Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan kefilden borcun ifasını isteyemez.” hükmü yer almaktadır. Bu yasal düzenleme doğrultusunda, alacaklı banka, asıl borçlu aleyhine icra takibi yapıp, takip semeresiz kalmadıkça kefilden borcun ifasını isteyemez.

    Somut olayda alacaklı, kredi sözleşmesinin kefili hakkında. 15.6.2006 tarih ve 31.360,00 YTL bedelli taşıt kredi sözleşmesinden kaynaklanan bakiye alacak için 1.6.2007 tarihinde ilamsız takip başlatmıştır. Alacaklının aynı tarih ve bedelli kredi borcu için asıl borçlu . hakkında da. Beyoğlu 4. İcra Müdürlüğü’nün 2007/11016 Esas sayılı dosyası üzerinden rehnin paraya çevrilmesi yolu ile ilamsız icra takibi yaptığı görülmektedir. Yukarıda yazılı yasa hükmü karşısında asıl borçlu hakkında başlatılan bu takip sonuçlandırılıp, takibin semeresiz kaldığı belirlenmeden, kefil hakkında takip yapılamaz.

    Borçlu vekilinin, 4077 Sayılı Kanunun 10/3. maddesi uyarınca, asıl borçluya karşı takip yapılıp, bu takip sonuçsuz kaldığı takdirde, müvekkili aleyhine takip yapılabileceğine ilişkin iddiası, İ.İ.K.nun 16. maddesi kapsamında şikâyet niteliğinde olup, kamu düzeni ile ilgilidir ve aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca süreye tabi değildir. O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

    SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 10.5.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder