31 Mayıs 2015 Pazar

Tedbir Nafakası, Yoksulluk Nafakası, İştirak Nafakası ve Ayrılık Halinde Tedbir Nafakası

Tedbir Nafakası, Yoksulluk Nafakası ve İştirak Nafakası

1. Tedbir Nafakası

Medeni Kanunun 195'inci maddesinin ilk fıkrası hükmüne göre: “Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler.”

Medeni Kanun m. 196/1’e göre ise: “Eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, ailenin geçimi için her birinin yapacağı parasal katkıyı belirler.” Hâkim, bunu yaparken: “eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması” hususlarına dikkat eder.

Birlikte yaşamaya ara verilmesi halinde Medeni Kanunun 197'nci maddesi hükmü çerçevesinde: "eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir. Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Eşlerden biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki istemlerde bulunabilir."

Boşanma veya ayrılık davası açılması durumunda Medeni Kanunun 169'uncu maddesi hükmü çerçevesinde: “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” Maddeden anlaşıldığı üzere, bu halde eşler istemde bulunmamış olsalar dahi, hakim, davayı kimin açtığına bakmaksızın eş ve çocuklar için gereken önlemleri almak zorundadır.

2. Yoksulluk Nafakası

Medeni Kanunun 175'inci maddesinde düzenlenmiş olan yoksulluk nafakası boşanma sonucu yoksulluğa düşecek olan eşin, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla, geçimi için diğer eşin mali gücü oranında, süresiz olarak isteyebileceği nafakadır. Bu maddeden anlaşılacağı üzere, her boşanma davası sonunda yoksulluk nafakasına hükmedilmez, yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için birtakım şartların oluşması gerekir.

Yoksulluk nafakası, yeterli ve düzenli bir gelire sahip olmayan, ayrılık ya da boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan eşin talebi halinde boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren ödenmesine hükmedilen nafaka çeşididir. Mahkeme tarafından yoksulluk nafakasına hükmedilmesi için mutlaka açık bir talebin olması gerekmektedir. Dolayısıyla, eğer bu yönde bir talep varsa, miktar da bildirilerek dava dilekçesinde ya da duruşma esnasında tutanağa geçirtmek suretiyle mutlaka yoksulluk nafakası talep edilmelidir.

3. İştirak Nafakası

Medeni Kanunun 327'nci maddesinde çocuğun bakımı, eğitimi ve korunmasına ilişkin hususlar düzenlenmiştir. İştirak nafakasının dayanağı olan madde hükmüne göre:" çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması ile ilgili giderlerin anne ve baba tarafından ortak karşılanacağı" belirtilmiştir.
Ana ve baba, yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı halinde, hakimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarfedebilirler. 
Bu noktada belirtilmesi gerken diğer önemli bir husus da çocuğun bir gelirinin olması, o çocuk için iştirak nafakası verilmesini engellemez. Bu husus sadece, iştirak nafakasının miktarını etkiler.
Av. Ferman Kaya

Birlikte yaşamaya ara verilmesi hususuna ilişkin aşağıdaki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararını da inceleyebilirsiniz.

Hukuk Genel Kurulu 2011/3-635 E., 2011/688 K.

  • BİRLİKTE YAŞAMAYA ARA VERİLMESİ
  • NAFAKA
  • 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 186 ]
  • 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 195 ]
  • 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 197 ]
  • 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 4 ]
  • "İçtihat Metni"
    Taraflar arasındaki "nafaka" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karadeniz Ereğli 2.Asliye Hukuk Mahkemesince(Aile Mahkemesi sıfatıyla) davanın davacı eş yönünden reddine, davacı çocuk yönünden kabulüne dair verilen 08.04.2010 gün ve 2009/203 E.,-2010/227 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12.10.2010 gün ve 12248 E., 16417 K. sayılı ilamı ile;

    (...Davacı vekili dilekçesinde, tarafların evli olup ayrı yaşadıklarını, davalının evi ve ailesi ile ilgilenmediğini beyan ederek, davacı kadın için 1200 TL. ,müşterek çocuk için 500 TL. tedbir (reşit olduktan sonra yardım nafakası olarak devam etmek üzere ) nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

    Mahkemece, davacı kadın yönünden, her ne kadar ayrı yaşamda haklılık varsa da , tarafların gelir durumlarının aynı olup, davacı kadının nafakaya ihtiyaç duymadığı gerekçesi ile davanın reddine, müşterek çocuk yönünden ise aylık 750 TL. nafakaya karar verilmiştir.

    TMK'nun 195. maddesi uyarınca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır.Aynı yasanın 197. maddesine göre de; eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

    Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.

    Tedbir nafakasında eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmaları gerekir ( TMK md. 186/son ). Davacı eşin ekonomik durumunun davalı ( kocadan )daha iyi olması ya da aynı olması, davalı kocayı tedbir nafakası yükümlülüğünden kurtarmaz. Ancak, hükmedilecek nafakanın miktarını tayinde bu husus dikkate alınmak zorundadır. Böylece "hakkaniyet" ilkesine uygun bir nafaka tespit edilebilir ( TMK. md. 4 ).

    Öyle ise mahkemece, yukarıdaki ilke ve esaslar gözetilerek davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

    Kabule göre de, davacı anne de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine de, katılmak mecburiyetinde olduğundan dolayı, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarı da fahiş bulunmuştur. ..)

    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    TEMYİZ EDEN:Taraf vekilleri

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

    Dava, eş için tedbir, çocuk için reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakası istemine ilişkindir.

    Davacı, davalı eşinin kendisini sadakatsizlikle suçlayıp, hakaret ettiğini bu nedenle ayrı yaşamaya başladıklarını müşterek çocuk için aylık 1.200.00 TL, kendisi için aylık 500.00 TL tedbir, iştirak ve yardım nafakasının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

    Davalı, davanın reddini savunmuştur.

    Mahkemece; davacı eşin ayrı yaşamakta haklı olduğunun anlaşıldığı, ancak davacı eşin açtığı davanın niteliği itibarıyla tedbir nafakası davası olduğu, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının araştırılması sonucunda ekonomik durumlarının aynı olduğunun belirlendiği, davacı eş için alınacak bir tedbir ya da ayrı yaşamakta haklı olması nedeniyle davalının maddi katkı yapmasını gerektirir bir durum olmadığı, davacı eşin mevcut ekonomik durumu itibarıyla nafakaya ihtiyacı bulunmadığı, kusur durumunun boşanma halinde tazminat açısından değerlendirilebileceği anlaşıldığından davacı eşin kendisi yönünden açtığı davanın reddine; ancak tarafların ayrı yaşadıklarının ve davacı çocuğun diğer davacı anne yanında kaldığının sabit olması karşısında bu davacının açtığı davanın kısmen kabulü ile davacı reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakasının davalıdan alınmasına karar verilmiştir.

    Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece, davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesinin gerektiği, ayrıca "kabule göre" başlığı altında da, davacı annenin de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine katılmak mecburiyetinde olması nedeniyle, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.

    Mahkeme; her iki bozma nedenine karşı önceki kararında direnmiş; hükmü davacı vekili tedbir nafakası, davalı vekili de iştirak nafakası, noktalarından temyize getirmiştir.

    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı kadın yararına uygun bir nafakaya hükmedilmesinin gerekip gerekmediği; ayrıca müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

    I-Ön soruna ilişkin değerlendirme:

    Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşme sırasında öncelikle; Hukuk Genel Kurulu'nun usulüne uygun kararları inceleyeceği, kabule göre bozma olamayacağı; Özel Daire bozma ilamının içeriğine göre son cümlesinin başında yer alan "kabule göre" ibaresinin sehve dayalı olup olmadığı, metinden çıkarılması gerekip gerekmediği oylanmış; mahkeme kararının iki ayrı nafaka istemine ilişkin olup, ilk açıklamaların davacı kadının nafaka istemiyle ilgili olduğu, kabule göre ibaresiyle başlayan bozma nedeninin ise iştirak nafakasına ilişkin bulunduğu, bu bozma nedeninin ilk bozma nedeniyle bağlantılı olmamasına göre kabule göre başlığı altında yapılmasına gerek bulunmadığı; sehve dayalı kullanılan bu ibarenin metinden çıkarılması gerektiği, "kabule göre" ibaresi ile başlayan bölümün ayrı bir bozma nedeni olarak bozma kapsamına dahil olduğu, oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Bozma ve direnme kararları bu kapsamda ele alınarak; incelenmiş ve işin esası üzerinde görüşülmüştür.

    II-İşin esası yönünden değerlendirme:

    A-Davacı vekilinin tedbir nafakasına yönelik temyizi yönünden:

    İlkin, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:

    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun:

    "Birliğin Korunması" üst başlıklı ve genel düzenleme içeren 195. maddesinde:

    " Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler. Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir. Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır."

    "Birlikte Yaşamaya Ara Verilmesi" başlıklı 197.maddesinde:

    "Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir. Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır."

    "Hak ve Yükümlülükler" üst başlıklı 185.maddesinin ikinci fıkrasında:

    "Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler."

    "Konutun Seçimi, Birliğin Yönetimi ve Giderlere Katılma" başlıklı 186.maddesinin son fıkrasında:

    "Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar"

    "Hakimin Takdir Yetkisi" başlıklı 4.maddesinde ise:

    "Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir."

    düzenlemeleri yer almaktadır.

    Tüm bu hükümler göstermektedir ki, eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir ve birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Ayrıca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, bu halde de gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır. Tedbir ve iştirak nafakası da hakimin alacağı bu önlemler arasındadır. Hakim, Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hukuka ve hakkaniyete göre karar verecektir.

    Diğer taraftan, ayrılık durumunda evlilik birliği hukuken devam ettiğine göre, eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmak durumundadır. Bu nedenle, ayrı yaşamda haklı olan eş, diğer eşten tedbir nafakası isteyebilir. Tedbir nafakasının niteliği ve yasal düzenleme gereği davalı (koca), birliğin giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır (TMK md.186/3). Davacının (kadının) gelirinin bulunması, davalının (kocanın) ortak giderlere (elektrik, su, telefon, kira, yakıt parası vs) katılma yükümlülüğünü tamamen ortadan kaldırmaz; bu durum sadece nafaka miktarının takdirinde etkili olabilir. Davacının (kadının) gelirinin bulunması, ona tedbir nafakası bağlanmasını engelleyici bir hal değildir.Hâkim, eşlerin birlikte yaşarken sürdürdükleri hayat seviyesini ayrı yaşamaları halinde de korumaları gerektiğini gözetmeli; "hakkaniyet" ilkesine uygun bir nafaka takdir etmelidir.

    Somut olay yönünden yapılan değerlendirme sonunda çoğunlukça; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler ile yargısal uygulama gözetildiğinde, özellikle ayrı yaşam hakkını kazanan kadın için tedbir nafakası verilmesinin yıllardır kabul gördüğü; ayrı yaşayan eşin ekonomik durumu iyi olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun yukarıda açıklanan hükümlerine göre az veya çok katkıda bulunacağı; kadının gelir durumunun ancak takdir edilecek nafaka miktarına etkili olabileceği görüşü benimsenerek, sonuçta davacı kadın yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi gerektiği oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

    Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, ayrı yaşamakta haklı olan davacı eş için de hakkaniyet uygun bir miktar tedbir nafakasına hükmolunması gerekirken, istemin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle bozulması gerekir.

    B-Davalı vekilinin çocuk için hükmedilen iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına yönelik temyizine gelince;

    Yukarıda açıklandığı üzere yapılan ilk oylamada bozma ilamının son cümlesindeki "kabule göre" ibaresi çıkarılarak bozma kapsamına alınan bu bozma nedenine yönelik temyiz incelemesinde çocuk hakkında hükmedilen nafaka miktarının fahiş olup olmadığı hususunun ayrıca oylanması sonucunda; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca da Özel Daire bozma kararı benimsenmiş olmakla; bozmaya uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

    Bu nedenle de direnme kararı bozulmalıdır.

    S O N U Ç: Yukarıda;

    1- (I). bölümde açıklanan nedenlerle bozma ilamının son cümlesinde sehven yer verilen "kabule göre" ibaresinin bozma metninden çıkarılmasına, oyçokluğu ile;

    2- (II).bölümde (A) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; tedbir nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile;

    3- (II).bölümde (B) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile; 23.11.2011 gününde karar verildi.
  • İpotek, Anapara İpoteği, Üst Sınır İpoteği, Rehnin Paraya çevrilmesi ve Bu Hususlara İlişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı

    İPOTEK

    Taşınmaz rehninin bir çeşidi olan ipotek, Medeni Kanun'un 881- 897'nci maddeleri arasında düzenlenmiştir. Söz konusu maddelerde ipoteğin tanımı yapılmaksızın, ipoteğin amacı ve niteliği (m. 881), kurulması ve sona ermesi (m. 882- 887), hükümleri (m. 888- 891) ve kanuni ipotek hakları (m. 892- 897) ile ilgili hususlar ele alınmıştır. Doktrinde ipotek kavramı, kişisel bir alacağı güvence altına alma amacını güden, kıymetli evraka bağlı olmayan ve bir taşınmazın değerinden alacaklının alacağını elde etmesi olanağını sağlayan sınırlı ayni hak olarak tanımlanmaktadır (Jale G. Akipek/Turgut Akıntürk, Eşya Hukuku, 2009, s. 786; Kemal Gürsoy/Fikret Eren/Erol Cansel, Türk Eşya Hukuku, 1984, s. 1032; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Aşağıdaki Kararı).

    İpotek, güvence miktarının belirleniş tarzından ve kaynağından (hukuki sebebinden) hareketle sınıflandırılabilmektedir. Güvence miktarının belirleniş tarzına göre ipotek:

    a- anapara ipoteği,
    b- üst sınır ipoteği olmak üzere ikiye ayrılır. 

    Kaynağına göre ise;

    a- iradî ipotek,

    b- kanuni ipotek olmak üzere iki tür ipotekten bahsedilmektedir. 


    Kanuni ipotek de kendi içerisinde, doğrudan doğruya kanundan doğan ipotek hakları ve dolayısıyla kanundan doğan ipotek hakları şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Mehmet Ayan, Eşya Hukuku, C.III, Sınırlı Ayni Haklar, 2.Baskı, 2001, s. 183; Jale G.Akipek/Turgut Akıntürk, s. 792; İlhan Helvacı, Sözleşmeden Doğan İpotek, 2008, s. 4; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Aşağıdaki Kararı).

    Güvence miktarının belirleniş tarzına göre ipotek, güvence altına alacağı alacak açısından geniş bir uygulama alanına sahiptir. Yukarıda da belirtildiği üzere, şarta bağlı veya şartsız, belirli veya belirsiz her türlü alacağın, hatta ilerde doğacak veya doğması yalnız imkân dâhilinde olan alacakların dahi ipotekle güvence altına alınması mümkündür. Bununla birlikte, borçlunun doğmuş ve doğacak bütün borçlarının ipotekle güvence altına alınması mümkün değildir. Borçlunun ekonomik özgürlüğünün önemli ölçüde sınırlanıyor olması nedeniyle bu tür taahhütler, kişilik haklarına aykırılık nedeniyle geçerli kabul edilmemektedir (Medeni Kanun m. 23, BK. m. 20) (Akipek/Akıntürk s. 756; Helvacı, s. 6, dn. 9).

    İpotek İle İlişkili Taşınmazın ve Alacağın Özelliklerini Aşağıdaki Şekilde Belirtebiliriz
    a-İpotek ancak, tapuda kayıtlı taşınmazlar için söz konusu olabilir (Medeni Kanun m. 853). Medeni Kanun m. 704 ve 998 uyarınca arazi, taşınmazlar üzerindeki bağımsız ve sürekli haklar (Ör: Üst hakkı ve kaynak hakkı) ile kat mülkiyetine konu olan bağımsız bölümleri üzerine ipotek koydurmak mümkündür.

    b-Bir taşınmazın üzerine ipotek koyarken bu taşınmazın ancak tamamı üzerinde ipotek koyulabilir. Bölünen bir parsel tek başına ipoteke konu olamaz. Ancak Medeni Kanun m. 854/2’de belirtildiği gibi ayrı ayrı parseller tapu kütüğüne kaydedilirse parsellerin üzerine ipotek koyulabilir.

    c-İpoteğe konu olacak taşınmaz, krediyi alarak borçlanan şahsa ait olabileceği gibi, bir üçüncü kişinin borcuna karşılık teminat gösterilmiş de olabilir. Yani bu durumda, gayrimenkul sahibinin kendi borcu dışında, başkasının borcu için de taşınmazını ipotek ettirmesi mümkündür (Medeni Kanun m. 881).

    d-Taşınmaz üzerinde paylı mülkiyet (müşterek mülkiyet) sözkonusu ise paydaş kendi payını rehnedebilecektir. Medeni Kanun 857/2 uyarınca bir veya birkaç pay üzerinde bir kere rehin kurulduktan sonra o taşınmazın üzerinde paydaşların rehin kurması yasaklanmıştır.

    e-Elbirliği mülkiyetine (iştirak halinde mülkiyet) tâbi taşınmazlarda ise ancak bütün olarak ve maliklerin tamamı adına rehnolunabilir. Elbirliği (iştirak) çözülmeden, bir paydaşın payı ipotek edilemez ve eğer daha önce paylar üzerinde taşınmaz rehni veya taşınmaz yükü kurulmuşsa (ki bu tasarruf da oy birliği kararı ile yapılabilir), paydaşlar malın tamamını benzer haklar ile kayıtlayamazlar (Medeni Kanun 857/3).

    f-Birden çok taşınmazın aynı borç için rehnedilmesi mümkünse de bunun bazı şartları bulunmaktadır. Eğer taşınmazların hepsi aynı malike veya borçtan müteselsilen sorumlu olan maliklere ait ise alacağın tamamı için bu taşınmaz üzerine ipotek koyulabilir (Medeni Kanun m. 855/1). Eğer taşınmazlar farklı maliklerin ise o zaman da alacağın belirli bir miktarına güvence oluşturaycak şekilde oranlarının belirtilmesi gerekir. Bu konuda tarafların bir anlaşması yoksa tapu idaresi bunu re’sen yapacaktır (Medeni Kanun m. 855/3).

    Av. Ferman Kaya



    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı


    ESAS NO : 2013/8-1717
    KARAR NO : 2015/895 

    İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : İzmir 5. İcra Hukuk Mahkemesi

    TARİHİ : 09/04/2013
    NUMARASI : 2013/68 E. -2013/226 K.
    DAVACILAR : 1- A.F. 2- D. İnş. Mad. Loj. Kargo Hiz. San. Tic. Ltd. Şti. vekilleri Av. O.A.
    DAVALI : T.V. Bankası TAO vekili Av. B.A.

    Taraflar arasındaki "takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 5.İcra Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.05.2012 gün ve 2012/58 E.-2012/360 K. sayılı kararın incelenmesinin davalı-alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 23.11.2012 gün ve 2012/10087 E.-2012/11077 K. sayılı ilamı ile;

    (...İİK.nun 150/ı maddesinde "borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen nakdi veya gayrı nakdi bir krediyi kullandıran tarafın ibraz ettiği ipotek akit tablosu kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva etmese dahi, krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafa ait cari hesabın kesilmesine veya kısa, orta, uzun vadeli kredi hesabının muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarın noter aracılığıyla krediyi kullanan tarafa kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adrese gönderilmek suretiyle tebliğ edildiğini veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığını gösteren noterden tasdikli bir sureti İcra müdürüne ibraz ederse icra müdürü 149.madde uyarınca işlem yapar. Şu kadar ki krediyi kullanan tarafın hesap özetine ve borcun ödenmesine ilişkin ihtara ya da gayrinakdi kredi nedeniyle tazmin talebine, kendisine tebliğ edildiği veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde noter aracılığıyla itiraz etmiş olduğunu ispat etmek suretiyle tetkik merciine şikayette bulunma hakkı saklıdır. Bu takdirde krediyi kullandıran taraf alacağını 68/b maddesi çerçevesinde diğer belgelerle ispatlayabiliyorsa, krediyi kullanan tarafın şikayeti reddedilir..." Bu nedenle hesap özetine itiraz edilmesi halinde, gönderilen icra emrinin iptaline karar verilemez. Ancak madde hükmü gereğince icra mahkemesince inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilir.

    Somut olayda; borçlular vekili tarafından ihtarnameye itiraz edildiği, “kullanılmış olan kredilerden bir kısmında müvekkilin imzası ve rızası bulunmamakla kullanılmıştır” denilerek borca itirazda bulunulduğu, aynı itirazların 22.01.2010 tarihinde keşide edilen ihtarnameye cevapta da beyan edildiği anlaşıldığından, mahkemece bilirkişi aracılığı ile (gerektiğinde imza incelemesi de yapılmak suretiyle) İİK.nun 68/b maddesi koşullarında inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken açıklanan madde hükümlerine aykırı biçimde yazılı gerekçelerle sonuca gidilmesi isabetsizdir...)

    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    TEMYİZ EDEN: Davalı/alacaklı vekili 


    HUKUK GENEL KURULU KARARI



    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

    Dava, takibin iptali istemine ilişkindir.

    Davacı/borçlu, takibe konu borcun davalı banka ile akdedilen genel kredi sözleşmesine dayalı olarak kullandırılmış olan krediler ve müvekkili A.F. tarafından bu kredilerin teminatı olarak verilen ipoteğe dayandığını, bu kredilerin ödenmemesi nedeniyle gönderilen ihtarnamaye itiraz edildiğini, kullanılmış olan kredi sözleşmelerinin ve dekontların bir kısmında müvekkilinin imzasının ve rızasının bulunmadığını, bankaya yapılan müracaat ile gerçek borç miktarının çıkarılmasının istenmesine karşın cevap verilmeyerek icra takibine girişildiğini, takibe konu borcu ve tüm ferilerini kabul etmediklerinden öncelikle takibin durdurulmasına, imza ve bilirkişi incelemesi yapılmasına, takibin ve ödeme emrinin iptaline karar verilmesini istemiştir.

    Davalı banka vekili; kredi sözleşmesinin teminatını sağlamak için kullandırılan kredinin müşterek borçlusu ve müteselsil kefili davacı A.F.'ın maliki olduğu 25324 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 8 numaralı bağımsız bölüm üzerine birinci derecede 600.000,00 TL bedelle ipotek tesis edildiğini, kredi borcunun ödenmemesi üzerine 20.01.2010 tarihli ihtarname ile tüm kredi hesaplarının muaccel hale geldiğini, toplam 321.034,43 TL alacağın tahsili amacıyla ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe başlandığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

    Yerel Mahkemece; imzası inkar edilen kredi sözleşmesi ve hesap kat ihtarının İİK'nın 68. maddesinde sayılan belgelerden olmadığı ve ayrıca ipotek akit tablosu da kayıtsız şartsız borç ikrarını içermediğinden borçlulara icra emri tebliğinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.

    Davalı/alacaklı yanın temyizi üzerine karar Özel Dairece; yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece önceki gerekçe tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

    Direnme kararı davalı-alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.



    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)'nın 150/ı maddesi ile borçlunun hesap kat ihtarına itiraz ettiğini belirterek icra emrine karşı şikayette bulunulması durumunda alacaklı bankanın İİK'nın 68/b maddesi gereğince alacağını diğer belgelerle kanıtlama imkanı getirilmiş ise de icra emrine dayanak kredi sözleşmelerindeki imzanın inkar edilmesi halinde İİK'nın 68/b maddesi gereğince icra mahkemesi tarafından imza incelemesi yaptırılıp yaptırılamayacağı, borçlulara icra emri gönderilip gönderilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

    Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç (anapara) ipoteği ile üst limit (maksimal) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya konulması gerekmektedir.

    Taşınmaz rehninin bir çeşidi olan ipotek, Medeni Kanun'un 881- 897. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Söz konusu maddelerde ipoteğin tanımı yapılmaksızın, ipoteğin amacı ve niteliği (m. 881), kurulması ve sona ermesi (m. 882- 887), hükümleri (m. 888- 891) ve kanuni ipotek hakları (m. 892- 897) ile ilgili hususlar ele alınmıştır. Doktrinde ipotek kavramı, kişisel bir alacağı güvence altına alma amacını güden, kıymetli evraka bağlı olmayan ve bir taşınmazın değerinden alacaklının alacağını elde etmesi olanağını sağlayan sınırlı ayni hak olarak tanımlanmaktadır (Jale G. Akipek/Turgut Akıntürk, Eşya Hukuku, 2009, s. 786; Kemal Gürsoy/Fikret Eren/Erol Cansel, Türk Eşya Hukuku, 1984, s. 1032).

    İpotek, güvence miktarının belirleniş tarzından ve kaynağından (hukukî sebebinden) hareketle sınıflandırılabilir. Güvence miktarının belirleniş tarzına göre ipotek, anapara ipoteği ve üst sınır ipoteği olmak üzere ikiye ayrılır. Kaynağına göre ise, iradî ipotek ve kanunî ipotek olmak üzere iki tür ipotekten bahsedebiliriz. Kanunî ipotek de kendi içerisinde, doğrudan doğruya kanundan doğan ipotek hakları ve dolayısıyla kanundan doğan ipotek hakları şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Mehmet Ayan, Eşya Hukuku, C.III, Sınırlı Ayni Haklar, 2.Baskı, 2001, s. 183; Jale G.Akipek/Turgut Akıntürk, s. 792; İlhan Helvacı, Sözleşmeden Doğan İpotek, 2008, s. 4).

    Güvence miktarının belirleniş tarzına göre ipotek, güvence altına alacağı alacak açısından geniş bir uygulama alanına sahiptir. Yukarıda da belirtildiği üzere, şarta bağlı veya şartsız, belirli veya belirsiz her türlü alacağın, hatta ilerde doğacak veya doğması yalnız imkân dâhilinde olan alacakların dahi ipotekle güvence altına alınması mümkündür. Bununla birlikte, borçlunun doğmuş ve doğacak bütün borçlarının ipotekle güvence altına alınması mümkün değildir. Borçlunun ekonomik özgürlüğünün önemli ölçüde sınırlanıyor olması nedeniyle bu tür taahhütler, kişilik haklarına aykırılık nedeniyle geçerli kabul edilmemektedir (TMK. m. 23, BK. m. 20) (Akipek/Akıntürk s. 756; Helvacı, s. 6, dn. 9).

    Taşınmaz rehninin temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesi gereğince, ipoteğin kurulmasında, taşınmazın ne miktar alacak için güvence teşkil edeceği tapu kütüğünde açıkça gösterilmelidir. Bu husus, TMK. m. 851'de "Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması hâlinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir." şeklinde ifade edilmiştir.

    TMK' nın 851.maddesinden de anlaşıldığı üzere ipotek, güvence altına alınması düşünülen alacağın miktarının belirli olup olmamasına göre iki şekilde kurulabilir. Buna göre, ipotekle güvence altına alınması düşünülen alacağın miktarı belirli ise anapara ipoteği, belirli değilse üst sınır ipoteği kurulur (Bülent Köprülü/Selim Kaneti, Sınırlı Ayni Haklar, 1982- 1983, s. 284, 287; Kemal Oğuzman/Özer Seliçi/Saibe Oktay- Özdemir, Eşya Hukuku, 12. Baskı, 2009, s. 720; Nuşin Ayiter, Eşya Hukuku, 1983, s. 171; Akipek/Akıntürk, s. 757; Mustafa Dural, Eşya Hukuku Dersleri, 1981, s. 136; Ayan, s. 136; HGK. 24.05.1989, E. 11294/ K. 378, (YKD. S. l, 1990, s. 11).

    İpoteğin kurulması anında güvence altına alınmak istenen alacak, mevcut ve miktar itibarıyla belirli ise, bu miktar tapu kütüğüne tescil edilir. Bu durumda, bir anapara ipoteği veya sabit ipotek söz konusu olur (Köprülü/Kaneti, s. 284; Şeref Ertaş/İlknur Serdar/Damla Gürpınar, Eşya Hukuku, 2008, s. 538).

    Anapara ipoteği, mevcut ve miktarı belirli alacaklar için kurulur. Bu tür alacaklar için anapara ipoteği kurulması hâlinde, güvence altına alınan alacağın gerçek miktarı tapu kütüğüne tescil edilir. Bu durumda, tapudaki kayıt sadece borçlanılan sermayenin gerçek miktarını temsil eder (Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 720). Ancak, anılan ipotek türünde rehin yükünün kapsamı, tapu kütüğüne tescil edilen alacak miktarı ile sınırlı değildir. Medenî Kanun'un 875 ve 876. maddelerinde sayılan yan alacaklar da rehin yükü kapsamındadır.

    İpoteğin kurulması esnasında güvence altına alınmak istenen alacağın miktarı belirli değilse, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirlenmelidir. Bu şekilde, miktarı belirli olmayan alacaklar için kurulan ipoteğe, üst sınır ipoteği veya azami meblağ ipoteği adı verilir (Köprülü/Kaneti, s. 287; Akipek, s. 192; Ayan, s.136).

    Üst sınır ipoteği, genellikle rehnin kurulduğu anda miktarı bilinmeyen ve ilerde doğacağı zamanda da miktarının ne olacağı tahmin edilemeyen alacaklar için kurulur. Henüz gerçekleşmemiş olmakla birlikte doğması ihtimali bulunan tazminat alacakları, genel kredi hesabı veya cari hesaptan doğan alacaklar ile şarta bağlı alacaklar bu tür alacaklara örnek olarak gösterilebilir (Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 720; Köprülü/Kaneti, s. 287- 288; Gürsoy/Eren/Cansel, s.967- 968; Ayan, s. 136).

    Bununla birlikte, miktarı belirli bir alacak için de üst sınır ipoteğinin kurulmasına kanunen bir engel bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle taraflar, anapara ipoteği ile güvence altına alabilecekleri miktarı belirli bir alacağı da üst sınır ipoteği ile güvence altına alabilirler. Bu durumda, miktarı belirli bir alacak için kurulmuş ipoteğin, anapara ipoteği mi yoksa üst sınır ipoteği mi olduğu sorunu ortaya çıkabilir. Sorunun çözümünde, tarafların ipotek sözleşmesinde kullanmış oldukları ibarelerden ve tarafların iradelerinin yorumlanmasına yardımcı nesnel ölçütlerden (faiz şartı gibi) yararlanılabilir. Tarafların iradelerinin açık olmaması hâlinde ipoteğin çeşidi güvence altına alınan alacağın miktarının belirli olup olmamasından hareketle belirlenmelidir (Atilla Altop, Anapara İpoteği- Limit (Üst Sınır) İpoteği Ayrımının Uygulamaya Yansıyan Sonuçları, Aysel Çelikel’e Armağan, 1999-2000, s. 37, 38).

    Uyuşmazlığın çözümü için bu aşamada ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe ilişkin yasal düzenlemeler ve taşıdığı özelliklerin belirtilmesinde yarar bulunmaktadır: Borç ödenmediğinde alacaklı rehni paraya çevirerek alacağını elde eder. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun "Rehnin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takip" başlıklı Beşinci Babında yer alan ipoteğin paraya çevrilmesi Kanun'un (148-150d) maddeleri arasında düzenlenmekte, ilamlı takip (149-149a, 150.), ilamsız takip (149 b-150 a) maddelerinde yer almaktadır.

    İpoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte kesin borç ipoteğine dayanılmış ise; eş söyleyişle, doğmuş bir alacağın temini için düzenlenen ipotek akit tablosu kayıtsız şartsız bir para borcunu ihtiva ediyorsa başvurulacak yol, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamlı takiptir ve bu durumda 2004 sayılı İİK’nun 149.maddesi gereği borçluya ve taşınmaz sahibi üçüncü şahsa birer icra emri gönderilir. Aynı Kanun'un 149/a maddesine göre, ilamların icrasına ilişkin aynı Kanun'un 33/1, 2, 3.maddeleri hükmünce, icranın durdurulması kararı alınmazsa taşınmaz satılır. Nitekim bu husus, 2004 sayılı İİK'nun "İcra emri" başlığını taşıyan 149. maddesinde; "İcra memuru, ibraz edilen akit tablosunun kayıtsız şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva ettiğini ve alacağın muaccel olduğunu anlarsa, borçluya ve taşınmaz üçüncü şahıs tarafından rehnedilmiş veya taşınmazın mülkiyeti üçüncü şahsa geçmişse ayrıca bunlara birer icra emri gönderir.

    Bu icra emrinde borcun otuz gün içinde ödenmesi ve bu müddet içinde borç ödenmez ve icra mahkemesinden icranın geri bırakılmasına dair bir karar getirilmezse, alacaklının taşınmazın satışını isteyebileceği bildirilir." şeklinde düzenlenmiştir.

    Buna karşılık, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takipte üst sınır ipoteğine dayanılmışsa, kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi nedeniyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilip edilmemesine göre uygulama yapılarak; 

    a) Kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi nedeniyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilmiş ise; İİK'nın 150/ı maddesine göre yukarıda açıklanan şekilde icra emri gönderilmeli; şikayet vukuunda icra mahkemesince, ihtarnameye 8 gün içinde itiraz edilmesi halinde krediyi kullandıran tarafın alacağını İİK 68/b kapsamında diğer belgelerle ispatlaması halinde şikayet reddedilmeli; eğer ihtarnameye 8 gün içinde itiraz edilmemişse de İİK'nın 149.maddesine göre ilamlı takibe ilişkin işlem yapılarak ve İİK 149/a maddesi göndermesi ile ilamların icrasına ilişkin İİK'nın 33/1, 2, 3.maddeleri hükmü uygulanmalı; icranın durdurulması kararı alınmazsa da taşınmaz satılmalıdır.

    b) Kredi sözleşmesi-cari hesap ilişkisi nedeniyle hesap özeti-ihtarname tebliğ edilmemiş ise; bu durumda ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilamsız takip yoluna başvurulmalı; borçluya İİK 149/b maddesine göre ödeme emri gönderilmelidir.

    Bütün bu hususlar ve yasal düzenlemeler öğretide de kabul edilip, savunulmaktadır (Bkz. C. Weland, İsmail Hakkı Tercümesi, Kanunu Medenide Ayni Haklar, İsviçre MK. 794.madde Şerhi; F. H. Saymen- M. K. Elbir, Türk Eşya Hukuku Dersleri, İstanbul, 1963 s. 533; B. Davran, Rehin Hukuku Dersleri, İstanbul, 1972, s. 23; Jale G.Akipek, Türk Eşya Hukuku, 3.Kitap, Ankara, 1972, s. 193; Gürsoy/Eren/Cansel, s. 1028 vd.; Köprülü/Kaneti, s. 288; Oğuzman/Seliçi/Oktay- Özdemir, s. 728- 729; Kuru Baki, İcra ve İflas Hukuk El Kitabı, 2004, s. 863).

    Bu genel açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı/alacaklı banka tarafından Kredi Genel Sözleşmeleri ile kredi müşterisi olan ve hakkındaki dava tefrik edilen D. Ltd. Şti'ne kullandırılan veya kullandırılacak olan kredilerden ya da her türlü sebepten doğmuş ve doğacak borçların teminatı olarak 31.01.2007 tarihinde müşterek borçlu ve müteselsil kefil A.F.'ın maliki olduğu 25324 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 8 numaralı mesken nitelikli, bağımsız bölüm üzerinde 600.000,00 TL bedelle alacaklı T.V. Bankası TAO lehine 1. derecede, %45 değişken faizli, fekki bildirilinceye kadar hüküm ifade etmek üzere ipotek resmi senedi düzenlenmiştir. Düzenlenen ipoteğin üst sınır ipoteği olduğu ve kayıtsız şartsız bir borç ikrarını içermediği hususunda Özel Daire ile mahkeme arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

    Davacı/borçlu, davalı banka tarafından gönderilen hesap kat ihtarı ve hesap özetlerini içeren ihtarnameye süresi içinde itiraz etmiştir. Davacı/borçlu itirazında, kullanılmış olan kredilerin bir kısmında şirket yetkilisinin imzasının ve rızasının olmadığını belirtmiştir. Davalı/alacaklı banka, davacı /borçlu aleyhine 26.03.2010 tarihinde takip başlatmış olup davacı/borçluya “İpoteğin Paraya Çevrilmesi Yoluyla Takipte İcra Emri” gönderilmiştir. İcra emrinin 11.01.2012 tarihinde davacı/borçluya tebliğ edilmesi üzerine görülmekte olan dava ile 18.01.2012 tarihinde takibin iptali istenmiştir. Davacı/borçlu hesap kat ihtarına süresi içinde itiraz ettiğinden gönderilen icra emrine karşı şikayet yoluna başvurmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır.

    Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken İİK'nın 150/ı maddesif: "Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen nakdi veya gayrinakdi bir krediyi kullandıran tarafın ibraz ettiği ipotek akit tablosu kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva etmese dahi, krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafa ait cari hesabın kesilmesine veya kısa, orta, uzun vadeli kredi hesabının muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarın noter aracılığıyla krediyi kullanan tarafa kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adrese gönderilmek suretiyle tebliğ edildiğini veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığını gösteren noterden tasdikli bir sureti icra müdürüne ibraz ederse icra müdürü 149 uncu madde uyarınca işlem yapar. Şu kadar ki, krediyi kullanan tarafın hesap özetine ve borcun ödenmesine ilişkin ihtara ya da gayrinakdi kredi nedeniyle tazmin talebine, kendisine tebliğ edildiği veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde noter aracılığıyla itiraz etmiş olduğunu ispat etmek suretiyle icra mahkemesine şikayette bulunmak hakkı saklıdır. Bu takdirde krediyi kullandıran taraf alacağını 68/b maddesi çerçevesinde diğer belgelerle ispatlayabiliyorsa, krediyi kullanan tarafın şikayeti reddedilir. İcra mahkemesinde yapılan inceleme sırasında, borçlu, borcun sona erdiğine veya ertelendiğine ilişkin resmi veya imzası ikrar edilmiş bir belge sunmadıkça takibin durdurulmasına karar verilemez. Hesap özetinin, tazmin talebinin veya ihtarın ipotekli taşınmaz maliki üçüncü kişiye tebliğ edilmesi veya tebliğ edilmiş sayılması Türk Medeni Kanununun 887 nci maddesinde öngörülen ödeme istemi yerine geçer.” hükmünü haizdir.

    Anılan madde hükmü uyarınca, kredi sözleşmesi nedeniyle hesap özeti ve ihtarname tebliğ edilen davacı/borçlunun İİK'nın 150/ı maddesi gereğince gönderilen icra emrine karşı şikayeti vukuunda icra mahkemesince, ihtarnameye 8 gün içinde itiraz edilmesi halinde krediyi kullandıran tarafın alacağını İİK 68/b kapsamında diğer belgelerle ispatlaması halinde şikayeti reddedilmelidir.

    Davacı/ borçlu bir kısım kredi sözleşmeleri ve dekontlardaki imzalarına itiraz etmiştir.

    İİK'nun 68/b/III maddesi hükmü gereğince kredi sözleşmeleri ve bunlarla ilgili süresinde itiraz edilmemiş hesap özetleri ile ihtarnameler ve krediyi kullandıran tarafından usulüne uygun düzenlenmiş diğer belge ve makbuzlar bu Kanunun 68 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen belgelerden sayılırlar. İİK'nın 150/ı maddesinde düzenlenen bu şikayet hakkının teknik anlamda bir şikayet olmadığı, borca itiraz niteliğinde olduğu görüşü savunulmaktadır (Arslan Ramazan,İcra ve İflas Kanunun 68/b ve 150/ı Maddelerinde Düzenlenen Kuralların Uygulanmasında Ortaya Çıkan Sorunlar, Türkiye Bankalar Birliği Dergisi, Yıl.9, syf:76,1998.,aynı görüşte, Erdal Tercan,İpoteğin Paraya Çevrilmesinde Kredi Kurumlarının Özel Durumu Batıder C.XVII,s.4,s:75-100).



    Bu durumda, icra mahkemesinde İİK'nın 68/1.maddesinde belirtilen belgelerden sayılan kredi sözleşmelerindeki imzalara itiraz edilmesi halinde icra mahkemesi tarafından imza incelemesi yapılamayacağından mahkemece, davacı/borçlunun kısmi itirazı gözetilerek davalı bankaya alacağını İİK'nın 68/b maddesindeki belgelerle kanıtlama imkanı tanınmak suretiyle, bilirkişi incelemesi yapılarak varılacak sonuç dairesinde bir hüküm kurmak gerektiğinden Özel Daire kararında parantez içinde gösterilen "(gerektiğinde imza incelemesi de yapılmak suretiyle)" kısmının ilamdan çıkarılması gerekmiştir.

    Bu nedenle direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

    SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 04.03.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

    29 Mayıs 2015 Cuma

    İstirdat Davası ve İstirdat Davası Şartlarının İncelenmesi - Kayıp Kaçak Bedelinin İstirdatına İlişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı

    İSTİRDAT (GERİ İSTEME) DAVASI

    1. Genel Olarak

    İstirdat davası, İİK'da (İcra İflas Kanunu) düzenlenmiş olmasına rağmen, uyuşmazlığı maddi hukuk bakımından sona erdirme amacına yönelik bir davadır. İstirdat davası, normal bir eda davası olup bununla icra takibi sırasında sebepsiz olarak ödenmiş olduğu iddia edilen paranın geri verilmesi istenir. Ne var ki, istirdat davasının şartı icra hukukuna dayanmaktadır: borçlunun, borçlu olmadığı bir parayı icra takibinin kesinleşmesi nedeniyle cebri icra tehdidi altında ödemek zorunda kalmış olması şarttır.

    Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir (2004 Sayılı İİK m. 72).

    İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde on beşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir (2004 Sayılı Kanun m. 72).

    Borçlunun menfî tespit davası açmış olması halinde, bu dava sırasında ihtiyatî tedbir karan verilmemiş olması nedeniyle borç (alacaklıya) ödenmiş olursa, artık menfî tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (İİK m.72/4).

    Borçlunun menfi tespit davası açmış olması halinde, bu dava sırasında ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması nedeniyle borç alacaklıya ödenmiş olursa, artık menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir.

    Menfi tespit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Davacı istirdat davasında yalnız paranın verilmesi lazım gelmediğini ispata mecburdur (2004 Sayılı Kanun m. 72).

    2. İstirdat davasının şartları

    İstirdat davasının şartlarını icra hukukunda ve maddi hukukta düzenlenmiş şartları bulunmaktadır. Bunlar;

    a. İstirdat davası için ilk şart, geri verilmesi istenen paranın icra takibi sırasında ödenmiş olmasıdır. Borcun bir kısmını cebrî icra tehdidi altında ödemiş olan borçlu, borcun, henüz ödenmemiş olan kesimi için menfi tespit davası, ödenmiş olan kesimi için de istirdat davası (aynı dava dilekçesi ile) açabilir.

    b. Borcun cebrî icra tehdidi altında ödenmiş olması: İcra dairesine yapılmış olan ödemenin, borçlunun ödeme emrine itiraz etmemiş veya itiraz etmiş olup da itirazının kesin olarak kaldırılmış (m.68) olması yüzünden yapılmış olması gerekir (m.72,VII). Yani, borçlunun, ödeme emrine itiraz etmemesi veya itirazının kesin kaldırılması nedeniyle kesinleşmiş olan icra takibi dolayısıyla, bu parayı (borcu), gerek doğruca (nakden), gerek mallarının haczedilip satılması suretiyle cebrî icra tehdidi altında ödemek zorunda kalmış olması gerekir.

    c. Borçlunun parayı doğrudan doğruya alacaklıya veya icra dairesine ödediği veya borçlunun haczedilen mallarının satılıp, bedelinin icra dairesine ödendiği tarihten itibaren bir (1) yıllık süre içinde istirdat davası açması gerekmektedir. Bu bir yıllık süre hak düşürücü süredir.

    Av. Ferman Kaya


    Kayıp Kaçak Bedelinin İstirdadına İlişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı

    YARGITAY 3.Hukuk Dairesi, Esas:  2014/10487, Karar: 2015/3072, Karar Tarihi: 26.02.2015

    ÖZET: Mahkemece; kayıp-kaçak, dağıtım, perakende satış hizmeti bedeli ve iletim bedelinin davalı şirketçe faturalara yansıtılıp tahsil edilemeyeceği kabul edilip; sözü edilen bedellerin hesaplamaya dahil edilmeden, Yargıtay denetimine açık ve bilimsel verilere uygun şekilde, bilirkişiden alınacak ek rapor doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı 21.05.2014 Tarih, 2013/7-2454 E. 2014/679 K.

    Dava ve Karar: Taraflar arasındaki istirdat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

    Davacı vekili, dava dilekçesinde; taraflar arasında, ticarethane elektrik aboneliği sözleşmesi yapıldığını; abonelik ilişkisi devam ederken, 19.08.2010 tarihinde, müvekkilinin işletmesinin bulunduğu bölgenin hemen yanında 2207 seri numaralı trafo merkezinde yer alan sayaçların davalı şirket tarafından yerinde değiştirildiğini ve eski sayacın kontrol edilmek üzere laboratuvara gönderildiğini; 18.10.2010 tarihli laboratuvar sonuçları ve sayaç muayene talep ve sonuç formunda, müvekkilinin, sözde kaçak elektrik kullandığı tespitine varılarak, 3.007,00 TL kaçak ve 180.740,50 TL eksik tüketim bedeli tahakkuk ve tahsil edildiğini; kaçak elektrik kullanılmadığını ileri sürerek, kaçak tespit tutanağı sonucunda tahakkuk ettirilen faturaların iptali ile şimdilik haksız olarak ödenen 50.000 TL'nın faiziyle birlikte müvekkiline iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

    Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

    Mahkemece; benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın reddine karar verilmiştir.

    Kararı, davacı vekili temyiz etmektedir.

    Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

    Ancak, mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda; kaçak elektrik tüketim ve kaçak ek tahakkuklarına, dağıtım bedeli, perakende satış hizmeti bedeli, iletim bedeli dahil edilerek hesaplama yapılmıştır. Ayrıca, bilirkişi raporunda, hesap edilen bedele, kayıp-kaçak bedelinin ilave edilip edilmediği hususunda bir açıklık da yoktur.

    Uyuşmazlık; kayıp-kaçak, iletim, dağıtım ve perakende satış hizmeti bedellerinin, kaçak kullanım bedeline ilave edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

    Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, kanunla verilen yetkiye dayanarak; 11/08/2002 gün ve 24843 sayılı Resmî Gazetede; “Perakende Satış Hizmet Geliri ile Perakende Enerji Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ”, “Dağıtım Sistemi Gelirinin Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ” ve “Elektrik Piyasası Tarifeler Yönetmeliği” ni yayımlamış, sonrasında ise yönetmeliklerin uygulanması için çıkardığı kurul kararları, tebliği ve ikincil mevzuat uyarınca lisans sahibi şirketler elektriği kullananlardan davaya konu edilen bedelleri tahsil etmişlerdir.
    Ancak, yukarıda açıklandığı üzere tebliğler ve yönetmeliğin dayanağı olan 4628 ve 6446 sayılı Kanunlarda, Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’na sınırsız bir tarife ve fiyat belirleme hak ve yetkisi verilmemiştir.

    Elektrik dağıtım şirketlerinin EPDK kurul kararları ve tebliğleri çerçevesinde, elektrik kullanan abonelerin faturalarına yansıtarak aldıkları, kayıp-kaçak, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin elektrik enerjisi kullananlara (sanayi, ticarî ve mesken abonelerine) aktif tüketim bedeli dışında ek bir mali yük ve külfet getirdiği izahtan varestedir. Oysaki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 73. maddesi gereğince; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı da ortadadır. Nitekim elektrik faturalarına yansıtılan %2 TRT payı da kanunla getirilmiş ve kanunun verdiği açık ve şeffaf yetkiye dayanarak tahsil edilmektedir.

    Elektrik Piyasası Kanunun temel amaçları çerçevesinde getirildiği ve EPDK kurul kararları ve tebliğleri gereğince alınan; kayıp-kaçak, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı, ayrıca Elektrik Piyasası Kanununun düşük maliyetli enerji temini ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasası oluşturulması ilkelerine uygun düşmemektedir.

    Nitekim; kayıp-kaçak bedeli hakkında verilen ve Dairece de benimsenen HGK'nun 21/05/2014 günlü ve 2013/7-2454 Esas, 2014/679 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; Elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile başka kişiler tarafından kaçak kullanmak (hırsızlanmak) suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin, kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmek hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaştığı da söylenemez.

    Bundan ayrı olarak; elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları engelleme veya hırsızı takip edip, bedeli ondan tahsil etme görevi de bizzat enerjinin sahibi bulunan dağıtım şirketlerine aittir.

    Öte yandan, nihai tüketici olan abonenin; kayıp-kaçak bedeli gibi dağıtım şirketi tarafından faturalara yansıtılan; dağıtım bedeli, perakende satış hizmeti bedeli ve iletim bedelinin hangi miktarda olduğunu apaçık denetleyebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödediğini bilmesi, eş söyleyişle şeffaflık bir hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarındandır. 

    Ne var ki, davaya konu bedeller ile ilgili olarak Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca kanunun verdiği genel ve soyut yetkiye dayanarak çıkarılan yönetmelik, kurul kararları ve tebliğlerinin de, Elektrik Piyasası Kanununun temel amaçları ve ilkelerinden olan, şeffaflık ve düşük maliyetli enerji temini unsurlarını taşıdığının kabulü de mümkün değildir. 

    Hâl böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, kayıp-kaçak, dağıtım, perakende satış hizmeti bedeli ve iletim bedelinin davalı şirketçe faturalara yansıtılıp tahsil edilemeyeceği kabul edilip; sözü edilen bedellerin hesaplamaya dahil edilmeden, Yargıtay denetimine açık ve bilimsel verilere uygun şekilde, bilirkişiden alınacak ek rapor doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.


    Sonuç: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 26.02.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

    İstihkak Davası ve Hacizli Malların Borçluya Ait Olduğunu Kanıtlamaya İlişkin Yargıtay Kararı

    İstihkak Davası

    1. Genel Olarak

    İstihkak, haczedilen veya haciz edilmek istenen bir mal üzerinde (genelde menkul mallarda), üçüncü bir kişi lehine mülkiyet iddiasında bulunulması olarak tanımlanabilir. İstihkak davaları ise, ileri sürülen bu mülkiyet iddialarının çözüme kavuşturulduğu davalardır. İstihkak iddiası, icra takip borçlusu veya üçüncü bir kişi tarafından yedi gün içinde ileri sürülebilir. 

    Tanımdan da anlaşılacağı üzere mülkiyet hakkını koruyucu nitelikte olan bu davayı malik, haklı bir nedene dayanmayan zilyede karşı açabilir.

    Bu davada malik; 

    a- kendisinin malik olduğunu,  
    b- zilyedin haklı bir neden olmaksızın malı elinde bulundurduğunu 

    ispatla yükümlüdür.

    2. İstihkak Süreci

    Borçlu, elinde bulunan bir malı başkasının mülkü veya rehni olarak gösterdiği yahut üçüncü bir şahıs tarafından o mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia edildiği takdirde, icra dairesi bunu haciz ve icra zabıtlarına geçirir ve keyfiyeti iki tarafa bildirir.

    İcra dairesi aynı zamanda istihkak iddiasına karşı itirazları olup olmadığını bildirmek üzere alacaklı ve borçluya üç günlük mühlet verir. Sükutları halinde istihkak iddiasını kabul etmiş sayılırlar.

    Malın haczine muttali olan borçlu veya üçüncü şahıs, ıttıla tarihinden itibaren yedi gün içinde istihkak iddiasında bulunmadığı takdirde, aynı takipte bu iddiayı ileri sürmek hakkını kaybeder. İstihkak iddiasının yapıldığı veya istihkak davasının açıldığı tarihte istihkak müddeisi ile birlikte oturan kimseler yahut bu şahısların iş ortakları, iddianın yapıldığı tarihte veya istihkak davası 97'nci maddenin 9'uncu fıkrası gereğince açılmışsa davanın açıldığı tarihte malın haczine ıttıla kesbetmiş sayılırlar (2004 Sayılı Yasa m. 96).

    İstihkak iddiasına karşı alacaklı veya borçlu tarafından itiraz edilirse, icra memuru dosyayı hemen icra mahkemesine verir. İcra mahkemesi, dosya üzerinde veya lüzum görürse ilgilileri davet ederek mürafaa ile yapacağı inceleme neticesinde varacağı kanaate göre takibin devamına veya talikine karar verir.

    İstihkak davasının sırf satışı geri bırakmak gayesiyle kötüye kullanıldığını kabul etmek için ciddi sebepler bulunduğu takdirde merci takibin taliki talebini reddeder.

    Takibin talikine karar verilirse, haksız çıktığı takdirde alacaklının muhtemel zararına karşı davacıdan 36'ncı maddede gösterilen teminat alınır.

    Teminatın cins ve miktarı mevcut delillerin mahiyetine göre takdir olunur. Takibin devamına dair verilen icra mahkemesi kararı kesindir.

    Üçüncü şahıs, mercii kararının tefhim veya tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra mahkemesinde istihkak davası açmaya mecburdur. Bu müddet zarfında dava edilmediği takdirde üçüncü şahıs alacaklıya karşı iddiasından vazgeçmiş sayılır.
     
    Av. Ferman Kaya

    İSTİHKAK DAVASINA İLİŞKİN YARGITAY KARARI

    ÖZET: Haciz adresinin ve hacizli malların borçluya ait olduğu kanıtlanamadığından; 3. kişi tarafından açılan davanın kabulü gerekir.

    Yargıtay 21. Hukuk DairesiE: 2008/19610 K: 2010/299 T: 21.01.2010

    Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın temyizen tetkiki davacı (3.Kişi) vekili tarafından istenmiş, mahkemece ilamında belirtildiği şekilde isteğin reddine karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

    KARAR
    Uyuşmazlık 3. kişinin İİK’in 96 ve devamı maddelerine dayalı istihkak davasına ilişkindir.

    Davacı 3. kişi, borçludan 11.3.2008 tarihinde boşandığını bildirerek borçlunun borcu dolayısıyla ev eşyaları üzerine konulan haczin kaldırılmasını istemiştir.

    Dava konusu ev eşyaları 3. kişi durumundaki davacıya ait ev adresinde 1.4.2008 tarihinde haczedilmiş, davacı 3. kişinin istihkak iddiasına alacaklı vekilince karşı çıkılmıştır. Borçlunun takip dayanağı bonodaki adresi İstasyon Caddesi ... Yeşilköy adresidir. Borçluya ödeme emri 8.4.2008 tarihinde icra dairesinde tebliğ edilmiş, borçlu lehine olan sürelerden feragat ederek takibi kesinleştirmiş ve adres olarak mahkemenin kabulünün aksine takip adresi olan İstasyon Caddesi No: ... Yeşilköy adresini bildirmiştir. Haciz ise Ürgüplü Caddesi Kuşkonmaz SK. ... Yeşilyurt adresinde davacının huzuru ile gerçekleşmiştir. Haczin uygulandığı adres takip yada ödeme emri tebliğ adresi olmayıp, borçlu hacizde de hazır olmadığından, borçlunun haciz adresi ile ilgisi saptanamamaktadır. Bu durumda İİK’in 97/a maddesinde öngörülen karine davacı yararına olup, haciz adresinin ve hacizli malların borçlu ile ilgisinin davalı alacaklı tarafından kanıtlanması gerekir. Davanın 3. kişi tarafından açılmış olması ispat yükünün yer değiştirmesine neden olmaz.

    Davalı alacaklı tarafından haciz adresinin ve hacizli malların borçluya ait olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt ileri sürülmemiştir. Aksine ispat yükü kendisinde olmamasına rağmen davacı 3. kişi tarafından, haciz adresinin çalıştığı firma yetkilisi tarafından kiralandığına ilişkin 1.6.2007 tarihli kira sözleşmesi sunulmuş, bu sözleşmede davacının müteselsil kefil olarak imzasının bulunduğu görülmüş, yine hacizli malların bir kısmına uygunluk arzeden ve çalıştığı firma adına düzenlenen 20.7.2007 tarihli fatura sunulmuşmr.Anılan sebeplerle haciz adresinin ve hacizli malların borçluya ait olduğu-kanıtlanmadığından 3. Kişi tarafından açılan davanın kabulü yerine reddi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.


    O halde, davacı 3. kişinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

    SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,temyiz harcının istek halinde davacı (3. kişiye) iadesine, 21.1.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
     


    28 Mayıs 2015 Perşembe

    Konut Finansmanı Sözleşmeleri Yönetmeliği Resmi Gazete'de Yayımlandı

    KONUT FİNANSMANI SÖZLEŞMELERİ YÖNETMELİĞİNİN GETİRDİĞİ ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER

    Öncelikli olarak belirtilmesi gereken husus Yönetmeliğin yürürlük maddesine göre, Yönetmelik yayımlandığı tarihten altı (6) ay sonra yürürlüğe girecek olmasıdır.

    6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 39 ve 84'üncü maddelerine dayanılarak hazırlanmış olan ve konut finansmanı sözleşmelerine ilişkin uygulama usul ve esaslarını düzenleyen yönetmeliğe göre konut finansmanı kuruluşları, finansmanın koşullarını içeren bilgi formunu, sözleşmeden önce tüketiciye vermek zorundadır.

    Yönetmeliğin 5'inci maddesinde düzenlenmiş olan Sözleşme Öncesi Bilgilendirme Yükümlülüğü kapsamında sözleşme öncesi bilgilendirme formunun şekli "en az on iki punto büyüklüğünde, anlaşılabilir bir dilde, açık, sade ve okunabilir bir şekilde düzenlenmesi ve bir örneğinin kâğıt üzerinde veya kalıcı veri saklayıcısı ile tüketiciye verilmesi zorunludur."

    Yönetmeliğe göre: Tüketici, konut finansmanı kuruluşuna borçlandığı tutarın tamamını veya bir taksit tutarından az olmamak üzere herhangi bir tutarı vadesinden önce ödeyebilir. Bu hâllerde, konut finansmanı kuruluşu, erken ödenen miktara göre bu maddede belirtilen hükümlere uygun olarak gerekli indirimi yapmakla yükümlüdür.

    Erken ödeme tazminatı, tüketici tarafından konut finansmanı kuruluşuna erken ödenen anapara tutarının kalan vadesi 36 ayı aşmayan kredilerde yüzde 1'ini, aşanlarda ise yüzde 2'sini geçemeyecek.

    Yönetmelikte sigorta yaptırma, yeniden finansman gibi hususlarda da yeni düzenlemeler yapılmış, yazılı şekilde yapılmayan sözleşmeler geçerli olmayacağı vurgulanmıştır (Yönetmelik m .8).

    Yazılı konut finansmanı sözleşmesinin içeriğinde aşağıdaki unsurların varlığı da zorunlu tutulmuştur (Yönetmelik m.9).

    (1) Konut finansmanı sözleşmesinin; sabit, değişken veya sabit ve değişken faizin birlikte uygulandığı kredi tiplerine göre, 6 ncı maddenin birinci fıkrasının (e), (ı), (j), (k) bentleri ve (l) bendinin (4) numaralı alt bendi ile (m) bendinin (8) numaralı alt bendinde yer alan bilgiler hariç olmak üzere, diğer bentlerinde yer alan bilgilerle birlikte aşağıda belirtilen hususları içermesi zorunludur:

    a) Tüketicinin adı, soyadı, açık adresi, varsa telefon numarası ile diğer iletişim bilgileri,

    b) Sözleşmenin eki olarak da verilebilecek ödeme planı,

    c) Kredi alınmasına ilişkin şartlar,

    ç) Sözleşme konusu konuta ilişkin genel bilgi,

    d) Konut finansmanı sözleşmesinin bağlı kredi şeklinde olması halinde 15 inci maddede yer alan tüketicinin haklarına ve bu hakların kullanılmasına ilişkin açıklayıcı bilgi,

    e) Taksit vadesinin, kanunlarda tatil olarak kabul edilen bir güne rastlaması durumunda kendiliğinden bu günü izleyen ve tatil olmayan ilk güne geçeceğine ilişkin bilgi,

    f) Temerrüt hali de dahil olmak üzere konut finansmanı sözleşmelerine dayanılarak yapılan her türlü işlemde bileşik faiz uygulanamayacağına ilişkin bilgi,

    g) Kredinin yabancı para birimi cinsinden kullandırılması durumunda, geri ödemeye ilişkin taksitlerin ve toplam kredi tutarının hesaplanmasında, hangi tarihteki kurun dikkate alınacağına ilişkin bilgi,

    ğ) Tüketicinin uyuşmazlık konusundaki başvurusunu tüketici mahkemesine veya tüketici hakem heyetine yapabileceğine dair bilgi,

    h) Konut finansmanı kuruluşu ile tüketici arasında kurulan sözleşmenin bir örneğinin düzenlenme tarihinden sonraki ilk yıl için tüketicinin ücretsiz olarak alma hakkı olduğuna ilişkin bilgi,

    ı) Varsa tüketicilerin başvurabileceği diğer çözüm yollarına ilişkin bilgi.

    (2) Konut finansmanına yönelik finansal kiralama işlemleri ile ilgili sözleşmelerde de, birinci fıkrada yer alan bilgilere, finansal kiralama işlemlerine karşılık gelen uygun ifadelerle yer verilir.

    Yönetmeliğin tam metni aşağıda yer almaktadır.

    Av. Ferman Kaya