30 Kasım 2015 Pazartesi

Tüketici Hakem Heyetlerine Başvuru Yapılması ve Heyet Kararların Niteliği

Tüketici Hakem Heyetlerine Başvuru

Tüketici, sözleşmeden veya tüketici işleminden kaynaklı olarak ikametgahının bulunduğu yer Tüketici Hakem Heyetine başvuru yapabilir. Dilerse, tüketici işleminin yapıldığı yer hakem heyetine de başvuruda bulunabilir. Tüketici Hakem Heyetlerine başvuru dilekçe ile yapılır. Uygulamada, Tüketici Hakem Heyetleri, Yönetmelikteki şekle uygun bir formun doldurulmasını tüketiciden istemekte ve delil niteliğindeki ilgili belgeleri formun ekinde sunmasını talep etmektedirler. 

Tüketici Hakem Heyetlerine yapılacak başvurularda dilekçeye dayanak delillerin sıra numarası ile başvuruya eklenmesi lehe olacaktır. Tüketici Hakem Heyetinin başvuru dilekçesinde eksiklik tespit etmesi halinde, başvurunun yasa ve yönetmeliğe uygun yapılması ve delillerin sunulması için tüketiciye makul bir süre verebilir. Yönetmelikte ayrıntılı olarak düzenlendiği üzere Tüketici Hakem Heyetlerine başvuru elektronik ortamda da yapılabilir. Elektronik ortamda yapılacak başvuru için güvenli elektronik imza veya mobil imzanın kullanılmış olması gerekmektedir. 

Tüketici Hakem Heyetleri kendilerine yapılmış olan başvuruları kabul etmekten kaçınamaz. Tüketici sözleşmesi veya tüketici işleminden kaynaklanmış olan uyuşmazlık, kanunda belirtilmiş olan parasal sınırın altında kalması kaydıyla, Tüketici Hakem Heyeti tarafından çözüme ulaştırılmak zorundadır.

Tüketici Hakem Heyetleri başkan dahil en az üç üye ile toplanır ve katılanların oy çokluğu ile karar verir. Tüketici Hakem Heyeti uyuşmazlıkla ilgili dilerse bilirkişi incelemesi ve keşif yapabilir.

Kanunda, Tüketici Hakem Heyetlerinin kararları ilam niteliğinde sayılmış ve tarafları bağladığı açıkça hüküm altına alınmıştır.

Av. Ferman Kaya

19 Kasım 2015 Perşembe

Kambiyo Senetlerine Özgü Takip Yolu

1- Genel Olarak

Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu, özel bir ilamsız icra yoludur. Alacaklının bu yola başvurabilmesi için elinde kambiyo senedi niteliğinde bir belge olması zorunludur. Kambiyo senetlerinin nelere olduğu kanunda: poliçe, bono ve çek olmak üzere sınırlı sayıda belirtilmiştir. Alacaklı bunlar dışında her hangi bir kıymetli evraka (intifa senedi, ipotek senedi, tahvil, banka mevduat sertifikası, fatura...) dayanarak kambiyo senedine özgü takip yoluna başvuramaz. Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip prosedürü de alacaklının takip talebini icra dairesine vermesi ile (yazılı ya da sözlü olarak) başlar, ödeme emri ve kesinleşmesi, haciz, satış ve paraların paylaştırılması aşamaları ile devam eder.

Kambiyo senetlerine özgü takip yolu İcra İflas Kanunu'nun (İİK, 2004 Sayılı Kanun) 167 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İİK 167'nci maddesi hükmüne göre: "Alacağı çek, poliçe veya emre muharrer senede müstenit olan alacaklı, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile, bu bölümdeki hususi usullere göre haciz yolu ile veya borçlu iflasa tabi şahıslardan ise iflas yolu ile takipte bulunabilir. Alacaklı, 58'inci maddedeki hususları ve haczi isteyebileceği gibi, borçlu iflasa tabiyse borçlunun iflasını da isteyebilir. Alacaklı takibi açarken senedin aslını ve borçlu sayısı kadar senedin tasdikli örneğini dosyaya eklemek zorundadır.

İcra memuru senedin kambiyo senedi olduğunu ve vadesinin geldiğini görürse, borçluya senet sureti ile birlikte hemen bir ödeme emri gönderir. Bu ödeme emrine şunlar yazılır:

a- Alacaklının veya vekilinin banka hesap numarası hariç olmak üzere, takip talebine yazılması lazım gelen kayıtlar,

b-  Borcun ve takip masraflarının on gün içinde ödeme emrinde yazılı olan icra dairesine ait banka hesabına ödenmesi ihtarı,

c- Takibin müstenidi olan senet kambiyo senedi vasfını haiz değilse, beş gün içinde icra mahkemesine şikayet etmesi lüzumu,

d- Takip müstenidi kambiyo senedindeki imza kendisine ait olmadığı iddiasında ise bunu beş gün içinde açıkça bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirmesi; aksi takdirde kambiyo senedindeki imzanın bu fasıl gereğince yapılacak icra takibinde kendisinden sadır sayılacağı ve imzasını haksız yere inkar ederse sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahküm edileceği ve icra mahkemesinden itirazının kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı.

e- Borçlu olmadığı veya borcun itfa edildiği veya mehil verildiği veya alacağın zaman aşımına uğradığı veya yetki itirazını sebepleri ile birlikte beş gün içinde icra mahkemesine bir dilekçe ile bildirerek icra mahkemesinden itirazın kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı.

f- İtiraz edilmediği ve borç ödenmediği takdirde on gün içinde 74 üncü maddeye, itiraz edilip de reddedildiği takdirde ise üç gün içinde 75 inci maddeye göre mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapisle tazyik edileceği, mal beyanında bulunmaz veya hakikate aykırı beyanda bulunursa ayrıca hapisle cezalandırılacağı ihtarı. 60'ıncı maddenin son iki fıkrası burada da tatbik olunur.

Madde hükmünde de anlaşılacağı üzere; kambiyo senetlerine ilişkin özel haciz yolu ile takipte ödeme süresi on gün olarak kabul edilmiştir. Bilindiği üzere; “genel haciz yolu ile takipte” (İİK. mad. 60/2) bu süre yedi (7) gündür. Bu takip şeklinde, “ödeme süresinin" on (10) gün olarak kabul edilmesinin nedeni, Kanun Tasarısına ait gerekçede açıklandığı gibi; borçluya beş (5) gün içinde “borca itirazını" icra mahkemesine bildirildikten sonra, geriye kalan süre içinde de icra mahkemesinden “takibin geçici olarak (muvakkaten) durdurulmasına” dair bir karar getirip, aleyhindeki icra takibini durdurabilme imkanını vermektedir.

Kambiyo senedine özgü takip yolu, genel haciz yolu ile takibe nazaran alacaklı bakımından daha imtiyazlı hükümler ihtiva etmesine rağmen alacaklı dilediği takip yolunu seçmekte özgürdür. Ancak genel haciz yolu ile takipte ödeme emrine itiraz süresi 7 gün iken kambiyo senedine özgü takip yolunda 5 gündür. Ayrıca genel haciz yolu ile takipte borçlunun ödeme emrine itirazı takibi kendiliğinden durdurduğu halde, kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte bu itiraz satıştan başka takip işlemlerini durdurmaz.

2- Şikayet, Borca İtiraz ve İtirazın İncelenmesi

Şikayet, icra müdürünün emredici kanunu hükümlerine aykırı yaptığı icra takip işlemlerine karşı kabul edilmiş bir hukuki çaredir. Kambiyo senetlerine özgü takip yolunda ise genel haciz yolu ile takipten farklı olarak kanunda 7 günlük şikayet süresinin yanında 5 günlük şikayet süreleri de öngörülmüştür.

a- Şikayet süresinin 5 gün olduğu haller

Borçlu takibin dayandığı senedin kambiyo senedi vasfını haiz olmadığı iddiasında ise ödeme emrini tebellüğ ettiği tarihten itibaren 5 gün içinde şikayet yolu ile icra mahkemesine başvurabilecektir.
Alacaklının yetkili hamil olmaması hali de icra müdürü tarafından re’sen dikkate alınacağından bu durumda da 5 günlük şikayet söz konusu olacaktır. Alacaklının talebinin dayandığı senedin kambiyo senedi vasfını haiz olup olmadığı iddiasında ise mesele Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre çözülecektir. 

b- Şikayet süresinin 7 gün olduğu haller

Kambiyo senetlerine özgü takip yolunda şikayetin İİK 168/3 bent, ve 170a/1’e dayandırılması dışındaki hallerde şikayet süresi 16/1’e göre, genel hüküm olan, 7 güne tabidir. 

Borçlu, borca itirazını bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirir. Bu itiraz satıştan başka icra takip muamelelerini durdurmaz. İcra mahkemesi hâkimi, itiraz sebeplerinin incelenmesi için iki tarafı en geç otuz gün içinde duruşmaya çağırır. Hâkim, duruşma sonucunda borcun olmadığının veya itfa veya imhal edildiğinin resmî veya imzası ikrar edilmiş bir belge ile ispatı hâlinde itirazı kabul eder. İcra mahkemesi hâkimi yetki itirazının incelenmesinde taraflar gelmese de gereken kararı verir.

Bununla birlikte icra mahkemesi hâkimi, borçlunun itiraz dilekçesine ekli olarak ibraz ettiği belgelerden borcun itfa veya imhal edildiği veya senedin metninden zamanaşımına uğradığı veya borçlunun borçlu olmadığı yahut icra dairesinin yetkili olmadığı kanaatine varırsa, daha evvel itirazın esası hakkındaki kararına kadar icra takibinin muvakkaten durdurulmasına karar verebilir.

Borçlunun ibraz ettiği belge altındaki imza alacaklı tarafından inkar edilirse, icra hakimi, 68/a maddesindeki usule göre yapacağı inceleme neticesinde imzanın alacaklıya ait olduğuna kanaat getirdiği takdirde, borçlunun itirazının kabulüne karar verir ve alacaklıyı, sözü edilen belgenin taalluk ettiği değer veya miktarın yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder.Alacaklı birinci fıkra gereğince çağrıldığı duruşmaya gelmediği takdirde icra hakimi alacağın itiraz edilen kısmı için icranın muvakkaten durdurulmasına karar verir. Bunun üzerine alacaklı en geç altı ay içinde icra mahkemesi önünde duruşma talep ederek makbuz altındaki imzanın kendisine ait olmadığını ispat etmek suretiyle, takibin devamına karar alabilir. İcra mahkemesi,imzanın alacaklıya ait olmadığına karar verirse borçluyu, sözü edilen belgenin taalluk ettiği değer veya miktarın yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder.

İcra hakimi, borçlunun zamanaşımı itirazını alacaklının ibraz ettiği kambiyo senedindeki tarihe göre varit görür ve alacaklı da zamanaşımının kesildiğini veya tatil edildiğini resmi veya imzası ikrar edilmiş bir belge ile ispat edemezse, itirazın kabulüne; aksi halde reddine karar verir.

İtirazın kabulü kararı ile takip durur.Alacaklının genel hükümlere göre dava açmak hakkı mahfuzdur. Alacaklı, genel mahkemede dava açarsa, inkar tazminatı ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve bu davayı kazanırsa hakkında verilmiş olan inkar tazminatı ve para cezası kalkar.

Av. Ferman Kaya


Konuya ilişkin aşağıdaki Yargıtay kararları incelenebilir.

12. Hukuk Dairesi 2010/323 E., 2010/12484 K.

TAKİBİN İPTALİ 
2004 S. İCRA VE İFLAS KANUNU [ Madde 168 ] 
2004 S. İCRA VE İFLAS KANUNU [ Madde 169 ] 
2004 S. İCRA VE İFLAS KANUNU [ Madde 170 ] "İçtihat Metni"

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

İcra takibi, Sakarya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 25.08.2009 tarih ve 2009/188 D.İş sayılı 2 adet çek nedeniyle verdiği ihtiyati haciz kararına dayanılarak başlatılmış, 26.08.2009 tarihinde yapılan ihtiyati haciz uygulaması sırasında borçlu "...borcumun tamamını 04.09.2009 tarihinde ödemeyi kabul ve taahhüt ediyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur. Bundan sonra 27.08.2009 tarihinde takibe geçilip (10) nolu ödeme emrinin tebliği üzerine borçlu, süresinde çekler altındaki imzanın kendisine ait olmadığını ve diğer itirazlarını bildirerek icra mahkemesinden takibin iptalini istemiştir.

Kambiyo senetleri hakkında haciz yolu ile takipte borca itiraz İİK. 169-169/a maddelerinde, imzaya itiraz aynı kanunun 170.maddesinde, borçlunun kambiyo hukuku bakımından şikayeti ise yine aynı kanunun 170/a maddesinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere İİK. 170/a maddesinde, şikayet ya da itiraza konu edilen takip dayanağı senedin kambiyo senedi olma vasfına ve alacaklının takip hakkına yönelik hususların re'sen nazara alınarak takibin iptaline karar verileceği öngörülmüş, imza itirazına bu madde kapsamında yer verilmemiştir. Aynı kanunun 168.maddesinin 4.bendi ise "borçlu takip müstenidi kambiyo senedindeki imza kendisine ait olmadığı iddiasında ise bunu beş gün içinde açıkça bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirmesi..." ihtarını içermektedir. İhtiyati haciz ve icra takibi birbirinden ayrı hukuki düzenlemeler olup ayrı ayrı hukuki sonuçlar doğurur. İhtiyati haciz bir icra takip işlemi olmayıp icra takibinden veya açılacak davadan önce uygulanan bir nevi tedbir işlemidir. (HGK. 16.02.2000. gün 2000/12-49 E. 2000/94 K. 22.06.1968 gün 1967/805 E. 1968/475 K.) Bu açıklamalar ışığında ihtiyati haciz kararının infazı sırasında borcun kabulü, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere icra takip işlemi olmayan ihtiyati haczin tatbiki sırasında gerçekleştiğinden, hukuki nitelik olarak harici ikrar olup bu ikrar başka emare ve delillerle teyit edilmediğinden bağlayıcı sayılamaz. Borçlunun ihtiyati haciz sırasında ki ikrarının müzayaka altında yapıldığı düşünüldüğünde ve yasal olarak ancak ödeme emri tebliği üzerine senedi inceleme ve itiraz olanağı doğacağı gözönünde tutulduğunda, bu ikrarın ödeme emri tebliği ile doğan imza itirazı olanağını ve dava hakkını ortadan kaldırmayacağının kabulü gerekir (HGK. 23.01.2008 tarih 2008/12-25 E. 2008/3 K.). Mahkemece İİK. 170 maddesi hükümleri gereğince işin esasına girilip gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak borçlunun itirazları hakkında bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 24.05.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu 2013/2402 E. , 2015/1532 K.

KAMBİYO SENEDİ VE BONONUN HUKUKİ NİTELİĞİ
KAMBİYO SENEDİ NEDENİYLE BORÇLU OLMADIĞININ TESBİTİ
MENFİ TESPİT DAVASI
İSBAT KÜLFETİ
SENEDİN TALİLİ
BORÇ İKRARI
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 6
HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 287
HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 288
HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 290
İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 72
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 17
HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 200
HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 201
TÜRK TİCARET KANUNU(MÜLGA) (6762) Madde 688
TÜRK TİCARET KANUNU(MÜLGA) (6762) Madde 691

"İçtihat Metni"

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Denizli 3.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 01.02.2012 gün ve E:2010/1442, K:2012/92 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 29.01.2013 gün ve E:2012/14275, K:2013/1601 sayılı ilamı ile;

(...Davacılar vekili, müvekkillerinin davalı şirketten akrabaları olan dava dışı N..A..'ya hediye olarak 06.04.2010 tarihli fatura karşılığı 3.377,75-TL tutarında mal aldıklarını, ayrıca kendileri için de bazı eşyalar beğenerek davalıdan toplam 6.000-TL tutarında mal almak üzere anlaştıklarını ve takibe konu edilen 6.000-TL bedelli senedi davalıya verdiklerini, hediye olarak alınan malların 06.04.2010' da N..A..' ya teslim edildiğini, ancak müvekkillerinin kendileri için almak istedikleri malları almaktan vazgeçerek davalıya bildirdiklerini, davalı tarafın elindeki senet 6.000-TL bedelli olsa da, müvekkillerinin borçlarının satılan mal bedeli olan 3.377,75-TL olup, bu borcun taksitleri bittiğinde senedi iade edeceğine dair beyanına güvenerek senedi iade almadıklarını, müvekkillerinin hediye aldıkları maldan kaynaklanan borçlarının 1.900-TL'lik kısmını davalıya ödediklerini, geriye 1.477,7-TL borç kalmasına rağmen, davalının 6.000-TL'lik senede dayanarak 4.100-TL bakiye borç kalmış gibi ihtiyati haciz kararı aldığını ve Denizli 7.İcra Müdürlüğü'nün 2010/9116 takip dosyasından takip başlattığını, müvekkillerinin takibe konulan senetten ve takipten dolayı yalnızca 1.477,75-TL borçlarının bulunduğunu belirterek, talep edilen 2.622,25-TL'lik kısımdan davalıya borçlarının olmadığının tespitine ve davalı aleyhine %40 kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
 
Davalı vekili, müvekkilinin davacılara 18.05.2010 tarihli fatura karşılığı mal sattığını, buna istinaden davacıların 18.05.2010 düzenleme tarihli, 15.07.2010 ödeme tarihli 6.000-TL bedelli senedi düzenleyerek verdiklerini, borcun 1.900-TL' sini ödediklerini, ancak geri kalan 4.100-TL' nin ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlattıklarını, davacıların borçlu olmadıklarını iddia ettikleri miktar bakımından ödeme ya da mal iadesi yapıldığını yazılı delillerle ispat etmeleri gerektiğini, ispat yükünün davacılarda olduğunu, zira senette "malen" kaydının bulunduğunu, önce malın teslim edildiğini ve akabinde senedin düzenlendiğini belirterek, davanın reddine ve %40 kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
 
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, davacının davaya konu takip dosyasında 15.07.2010 ödeme tarihli 6.000-TL bedelli senetten dolayı asıl alacak olarak borcunun 1.477,75-TL olduğunun (2.622,25-TL borcunun bulunmadığının) tespitine, davalı tarafın kötüniyetli olduğu ispat edilemediğinden kötüniyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmiş, hüküm her iki taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Dava, kambiyo senedi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine ilişkin olup, bonoda "malen" kaydı bulunmaktadır. Bu durum malın teslim edildiğine karine teşkil edip aksinin, iddia eden tarafından yazılı şekilde ispat edilmesi gereklidir. Mahkemece ispat külfetinin tayininde hataya düşülerek malın teslim edildiğini davalı alacaklı yanın ispatlayamadığı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir....)

gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla yapılan icra takibine konu yapılan bonodan dolayı borçsuzluğun tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizleri üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; “Malen” kaydını içeren bonoda ispat yükünün hangi tarafta olduğu noktasında toplanmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için gerekli ve uygulanması gereken hukuki kurum ve kuralların ne olduğunun tespitinde yarar vardır.

I-Borç ikrarı:
Hemen belirtilmelidir ki, mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 17.maddesine göre, borcun sebebini ihtiva etmemiş olsa bile borç ikrarı geçerlidir. Her alacak hakkının varlığı, bunu sağlayan bir hukuk ilişkisine ve bunun sebebine dayanır. Bu sebep, alacak hakkının doğumunu, hukukça ödenmesi gerekli bir hakkın var olduğunu sağlayan bir olay veya tek taraflı ya da karşılıklı bir irade açıklamasını veya bu yol ile iki iradenin uygun olarak birleşmesiyle meydana gelir. Oysa, bu sebebi göstermeden, yalnız borçlu olduğunu açıklayan kişinin, iki taraf arasındaki ilişkinin nedenini göstermeden, bir hakkın veya borcun varlığını, ödeneceği iradesini açıklamasını kanun yeterli görmüştür. Borcu doğuran irade açıklaması, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 290.maddesi hükmünce yazılı bir belgede tesbit olunmuş ise, bu gibi durumlarda, borcu yükümlenen kişi, yükümlendiği borcun saikinin ve amacının kapsadığı yönü kural olarak, tanıkla ispatlayamaz. İradenin bu yolda açıklanmasını sağlayan nedenler, iradenin doğup gerçekleşmesini sağlayan ön nedenler, genellikle doğan hukuki sonuca etkili olmadıklarından daha çok bu açıklamanın amacı olan neden üzerinde durulmak gerekir.

Nitekim, mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 17.maddesini yorumlayan 12.04.1933 gün ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, borç ikrarını içeren beyyine aleyhine delil ileri sürülebilir, ancak ikrarda borcun sebebi açıklanmış ise, davalı bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlayabilir. Eğer borcun sebebi belirlenmemiş ise, davalı önce ikrarın belli bir sebebi bulunduğunu, sonra bu sebebin gerçekleşmediğini kanıtlamak hakkına sahiptir. Görüldüğü üzere, 1086 sayılı HUMK’nun 290.maddesi ile 12.04.1933 gün ve 30/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bedelsizlik iddiası ispat edilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 17.04.2015 gün ve E:2013/19-1622, K:2015/1238 sayılı ilamı).

II-Kambiyo senedi ve bononun hukuki niteliği: 
Hukuk Genel Kurulu’nun 17.12.2003 gün ve E:2003/19-781, K:2003/768; 12.10.2011 gün ve E:2011/19-473, K:2011/607; 04.12.2013 gün ve E:2013/19-89, K:2013/1645; 14.05.2014 gün ve E:2013/19-1155, K:2014/660; 17.04.2015 gün ve E:2013/19-1622, K:2015/1238 sayılı ilamlarında da belirtildiği üzere; bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bağımsız borç ikrarını içerir (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nun 691/1.maddesi). 

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” ya da “Emre Muharrer Senet” ibaresi, kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden ya da malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konulabilir.

Yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik "bedel kaydı"dır. Yinelemek gerekirse "bedel kaydı" kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehdarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslındakambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, soyut bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip, edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def'i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır.
 
Sözü edilen kayıtlar özellikle ispat hukuku açısından ilgilileri bağlayıcı niteliktedir. Bedel kaydı içeren bononun lehdarı, artık senedin “kayıtsız ve koşulsuz bir borç ikrarı olduğu” yolundaki soyutluk kuralına dayanamayacaktır. 

Borç ikrarını içeren bir belge aleyhine kanıt sunulabilir. Ancak; ikrar borcun nedenini içeriyorsa, sadece bu nedenin gerçekleşmediğinin kanıtlanması gerekir (YİBK'nun 12.4.1933 gün ve 1933/30-6 sayılı ilamı).

Bonoda kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı "malen" kaydıyla ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı "nakten" kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin ta'lili (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedi ta'lil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer. Senette borcun nedeni "mal" ya da "nakit" olarak belirtilmişse, tarafların yazılı borç sebebine dayanmaya hakkı olacağından, ispat yükü bunun aksini ileri süren tarafa ait olacaktır. Eğer yanlardan biri senet metninde yazılı kaydın doğru olmadığını söylüyorsa, lehine olan senet karinesi çürümüş sayılacak, bunun sonucu olarak da, iddiası paralelinde ispat yükünü de üstlenecektir. Buna senedin ta'lili denmektedir. Bu anlamda ta'lil senet metninde açıklanan düzenleme (ihdas) nedenine aykırı beyanda bulunma anlamına gelmektedir.

Nihayet, “malen” ibaresi bulunan bir bonoda malın teslim alındığı, borçlu tarafından ikrar edilmiştir. Alacaklının teslim ettiğini kanıtlamak yükümlülüğü yoktur. Yazılı ikrarın aksini diğer bir deyişle, malın teslim edilmediğini borçlu kanıtlamak yükümlülüğündedir (HGK’nun 17.12.2003 gün ve E:2003/19-781, K:2003/768; 17.04.2015 gün ve E:2013/19-1622, K:2015/1238 sayılı ilamları).

III-Menfi tespit konulu eldeki davada ispat yükünün özellikleri:
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 72.maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi).
İspat yüküne ilişkin bu genel kural, menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf o vakıayı ispat etmelidir.

Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir.Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.

Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır. Borçlu bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmiş, ancak bu hukuki ilişkinin senette görülenden farklı bir ilişki olduğunu ileri sürmüşse bu kez, hukuki ilişkinin kendisinin ileri sürdüğü ilişki olduğunu ispat külfeti davacı borçluya düşmektedir. Zira, davacı borçlu senedin bir hukuki ilişkiye dayanmadığını değil, başka bir hukuki ilişkiye dayandığını ileri sürmekte; temelde bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmektedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 17.12.2003 gün ve E:2003/19-781, K:2003/768; 12.10.2011 gün ve E:2011/19-473, K:2011/607; 04.12.2013 gün ve E:2013/19-89, K:2013/1645; 14.05.2014 gün ve E:2013/19-1155, K:2014/660; 17.04.2015 gün ve E:2013/19-1622, K:2015/1238 sayılı ilamları).

IV-İspat hukuku yönünden geçerli kurallar:

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 287.maddesi (6100 sayılı HMK m.189/3); “Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emreylediği hususlar başka suretle ispat olunamaz. İki tarafça muayyen deliller ile ispatı tahriren kabul edilmiş olan veya muhakeme esnasında olveçhile beyinlerinde karar verildiği ikrar olunan maddeler hakkında başka delil kabul olunmaz.”
Hükmünü amirdir.

Aynı Kanunun 288.maddesinde (6100 sayılı HMK m.200/I) “senetle ispat” ve 289. maddesinde (6100 sayılı HMK m.200/II) de “senetle ispat gereken hallerde karşı tarafın açık muvafakati ile tanık dinlenebileceği” hususları düzenlenmektedir.

Yine Aynı Kanunun 290.maddesinde (6100 sayılı HMK m.201); “Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler … liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz. “
denilmekte ; 

293.maddesinde de (6100 sayılı HMK m.203); 

“Aşağıdaki hallerde her halde şahit ikame olunabilir:
1-Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
2-Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
3-Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler.
4-Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler,
5-Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu.” hükmü yer almaktadır. 

Usul hukukumuzda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesi kabul edilmiştir. Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def'i (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, m.290'daki meblağdan az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, senede karşı senetle ispat zorunluluğuna ilişkin kuralın istisnaları da m.293’de belirtilmiştir.
 
Bunun yanında, 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, tanıkla kanıtlama yasağı, yalan tanıklığı önleme ve davada tarafların çıkarlarını koruma amacına yöneliktir. Değeri belli miktarı aşan hukuki işlerin tanıkla kanıtlanması yasağına ilişkin ilkeler, kamu düzeni düşüncesiyle yasaya konulmuş hükümlerden değildir. Ancak yazılı sözleşme ile ya da duruşma tutanağında usulüne uygun olarak belgelendirilmiş ikrar ile anlaşılan açık bir muvafakat bulunduğu takdirde sadece belli tanıklar dinlenebilir.
 
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde: Eldeki dava, kambiyo senedinden dolayı borçlu olunmadığının saptanması istemine ilişkin olduğuna göre, konunun kambiyo, ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınması gerekir
 
Görülmekte olan davada, davacılar senetteki imzayı inkar etmemiş; davacılar, takibe konu yapılan bono nedeniyle davalıya borçlu bulunmadığını iddia ederek, borçlu olmadığının tespitini istemiştir. Yukarıda vurgulandığı üzere, senede karşı senetle ispat kuralı gereğince, davacı-borçlu takibe konulan bononun bedelsiz olduğunu yazılı delille kanıtlaması gerekir. Takibe konu yapılan senedin (bononun) metninden bu anlaşılamadığı gibi, davacılar bu iddiasını yasal olarak ispatlayacak yazılı bir delil de dosyaya sunmamıştır. Zira, davacılar, senedin (bononun) keşidecisi ve kefili, davalı da lehtarı bulunduğuna göre, senedin tarafı olan davacı üçüncü kişi olmadığından, bedelsizlik iddiasını tanıkla değil, usulün öngördüğü biçimde yazılı delille ispatlaması gerekir.
 
Bunun yanında, tanık dinleme yoluyla bonoların geçersizliğinin ispatı ancak, 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki şartlar dairesinde mümkün olduğundan, eldeki davada ise, bu şartlar da gerçekleşmemiştir.

Davaya konu bonoda “malen” ibaresi bulunduğuna göre, böyle bir bonoda malın teslim alındığı, borçlu tarafından ikrar edilmiştir. Alacaklının teslim ettiğini kanıtlamak yükümlülüğü yoktur. Yazılı ikrarın aksini diğer bir deyişle, malın teslim edilmediğini borçlu kanıtlamak yükümlülüğündedir. Şu durumda, uyuşmazlığa ve takibe konu yapılan bononun hukuken geçerli olduğunun kabulü gerekir.

O halde, davacı-borçlu bononun bedelsiz olduğunu ileri sürdüğüne göre, ispat yükü davacılardadır. Davacılar bu iddiasını ise, yazılı delille kanıtlamalıdır. Öyleyse, mahkemece, hatalı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 10.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

12. Hukuk Dairesi 2014/23896 E. , 2014/30730 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Batman İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/06/2014
NUMARASI : 2014/119-2014/161

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Alacaklı tarafından, Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden 31.03.2014 tarih ve 2014/51 E-K D.İş sayılı ihtiyati haciz kararı alınarak, borçlu aleyhine bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile icra takibine başlanmış, İİK’nun 168/5. Maddesinde öngörülen yasal 5 günlük sürede borçlu icra mahkemesine başvurarak sair itiraz nedenleri yanında icra dairesinin yetkisine de itiraz etmiş, mahkemece yetki itirazının reddine karar verildiği görülmüştür.

Dairemiz; ihtiyati haciz kararını veren mahkemenin bulunduğu yerin yargı çevresindeki icra dairesinde takip yapılmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı görüşünde iken, HGK'nun 15.01.2014 tarih ve 2013/12-476 Esas - 2014/5 Karar sayılı kararı doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek İİK’nun 261. maddesinin ihtiyati haciz kararının infaz edilmesi gereken yeri belirlediği, icra takibi yönünden icra dairesinin yetkisinin anılan maddede belirlenmediği, yetki konusunda İİK’nun 50. maddesi atfı ile HMK’nun genel yetki kurallarının uygulanması gerektiği yönündeki görüş benimsenmiştir. 

İİK.nun 50. maddesi göndermesiyle, bonoya dayalı olarak, borçlunun ikametgahının bulunduğu yerdeki genel yetkili icra dairesinde (HMK.6.md), bonoda öngörülen ödeme yerinde ancak, TTK'nun 689/3. (yeni TTK.777/3.) maddesine göre ödeme yeri gösterilmeyen bonoda, tanzim yerinin ödeme yeri olduğunun kabulü gerekeceğinden, bononun tanzim yerinde icra takibi yapılabilir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yetki sözleşmesini düzenleyen 17.maddesinde ise; "Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır" düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen yeniliklerden bir tanesi de yetki sözleşmelerine ilişkin olup, yetki sözleşmesi düzenleyebilecek şahıslar sadece tacirler veya kamu tüzel kişileri olarak belirlenmiştir. 

Söz konusu düzenleme ile yetki sözleşmesi yapılmasında, tarafların tacir veya kamu tüzel kişisi olması aranmıştır. Diğer bir anlatımla, maddedeki tacirden anlaşılması gereken, işin ticari nitelikte olması değil, tarafların kanunlarda tacir olarak tanımlanan kişiler olmasıdır. Sözleşmenin konusunun ticari iş olması gerçek kişilere yetki sözleşmesi yapma imkanı vermemektedir. Somut olayda, alacaklı ve borçlu gerçek kişi olup, takip konusu bonoda Batman(icra dairelerinin) mahkemelerinin yetkili kılındığına dair yetki kaydı geçersizdir. Ancak bononun tanzim yeri Batman olduğundan alacaklının Batman İcra Müdürlüğü’nde takip başlatmasında yasaya aykırılık bulunmamaktadır. O halde mahkemece; belirtilen bu gerekçelerle yetki itirazının reddine karar verilmesi gerekirken ihtiyati haciz kararının Batman Mahkemeleri tarafından verilmesi nedeniyle Batman İcra Müdürlüğü’nün yetkili olduğu gerekçe gösterilerek yetki itirazının reddine karar verilmesi isabetsiz ise de, sonuçta yetki itirazının reddine karar verildiğinden sonucu doğru mahkeme kararının onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK'nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), alınması gereken 25,20 TL temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/12/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/yeniTasarim/index.jsp

16 Kasım 2015 Pazartesi

Cayma Hakkının Kullanılma Şekli ve Uygulamada Cayma Hakkı

Cayma Hakkının Kullanılmasının Şekli

Tüketicinin satın almış olduğu bir şeyde cayma hakkını kullanması, 6502 Sayılı Kanun’da farklı sözleşme tiplerine göre farklı süreler öngörülerek düzenlenmiştir. Genel olarak cayma hakkının kullanılması şeklen bu hakkın kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi içinde yazılı olarak veya kalıcı veri sağlayıcısıyla satıcı veya sağlayıcıya yönlendirilmesi yeterlidir. Satıcı veya sağlayıcı cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlüdür. Kanun’da yapılan açık düzenlemeler çerçevesinde cayma hakkının kullanıldığının usule uygun olarak satıcıya veya sağlayıcıya yönlendirilmesi yeterlidir. 

İşyeri dışında yapılan sözleşmelerde, tüketici cayma hakkını kullandığını süresi içinde e-posta, telgraf, telefon, iadeli taahhütlü mektup veya faks yoluyla karşı tarafa bildirebilir. Bu durumda cayma hakkının süresi içinde kullanıldığını ispat külfeti tüketici üzerindedir. Cayma hakkının kullanılmasında tüketici, ilgili Yönetmeliğin ekinde yer alan formu kullanabileceği gibi cayma kararını bildiren açık bir beyanda da bulunabilir.

Av. Ferman Kaya

Cayma hakkına ilişkin uygulama örnekleri


Yargıtay 13. Hukuk Dairesi


Tarih: 18.4.2012 Esas: 2012/10801 Karar:2012/15694


Kapıdan Satışlarda Tüketicinin Sözleşmeyi İmzalaması Yanında Kendi El Yazısıyla Tarih ve Bilgilendirme Notu Yazması Sağlanmamışsa Cayma Hakkı 7 Yedi Günlük Süreye Tabi Değildir

Özet: Davacı, kapıdan satışın yasada öngörülen prosedüre uygun yapılmadığı iddiasıyla satışın iptali talebinde bulunmuştur. Kapıdan satışlarda satıcı, sözleşmeyi tüketicinin imzalamasını ve sözleşme tarihi ile “sözleşmenin bir suretini aldım, 7 gün içinde satıştan cayma hakkımın olduğu konusunda bilgilendirildim” ibaresini tüketicinin el yazısı ile yazmasını sağlamak zorundadır. Aksi halde cayma hakkı 7 günlük süreye tabi olmaz. Açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın cayma hakkının 7 günlük süre içinde kullanılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.

- 4077 sayılı TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN m. 8, 9
- KAPIDAN SATIŞLARA İLİŞKİN UYGULAMA USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNETMELİK m. 11, 6

Taraflar arasındaki tüketiciyi koruma kanunundan kaynaklanan davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Karar: Davacı, 22.08.2011 tarihinde kapıdan satış sözleşmesiyle “......... Okul” adı altında hizmet satın aldığını, sözleşmede tüketicinin el yazısı ile yazması gereken ad, soyad, imza ve tarihin el yazısı ile yazılmadığını, ilgili yönetmelik gereğince satıcının, sözleşmenin bir nüshasının elden aldım ve yedi gün içerisinde satıştan vazgeçme hakkımın olduğu konusunda bilgilendirildim ibaresinin tüketicinin kendi el yazısı ile yazmasını sağlamak zorunda olduğunu ileri sürerek satışın iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı, herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Mahkemece, cayma hakkının 7 günlük sürede kullanılmadığı gerekçesiyle talebinin reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 8. ve 9. maddelerine dayalı olarak çıkarılan “Kapıdan Satışlara İlişkin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında” yönetmeliğin 6. maddesine göre satıcı veya sağlayıcı, sözleşmeyi tüketicinin imzalamasını ve sözleşme tarihi ile sözleşmenin bir nüshasını elden aldım ve yedi gün içinde satıştan vazgeçme hakkımın olduğu konusunda bilgilendirildim ibaresini tüketicinin el yazısı ile yazmasını sağlamak zorundadır. Keza yönetmeliğin 11. maddesine göre; bu hükümlere aykırı uygulamalarda bulunması halinde, tüketici cayma hakkını kullanmak için yedi günlük süreyle bağlı değildir. Somut olayda, davacı sözleşmedeki tarih kısmını kendi el yazısı ile yazmadığını beyan etmesi karşısında, mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmayarak, doğrudan yedi günlük süreye uyulmadığından bahisle davanın red edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, 18.04.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.


13. Hukuk Dairesi 2014/16251 E. , 2014/40860 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ : 28/01/2014
NUMARASI : 2013/592-2014/46

Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, "bedava tatil kazandınız" açıklamasıyla cep telefonlarının kullanımının yasak olduğu bir konferans salonuna alınarak yoğun olarak devre mülk sözleşmesinin imzalanması baskısı sonucunda davalı ile 3.08. 2013 tarihinde Y. T.P. hisseli gayrimenkul satış sözleşmesi imzaladığını, daha sonra sözleşme maddelerini incelediğinde kendisine tatil hakkı değil sadece hizmetlerden yüzde 40 indirim hakkıverildiğini farkederek sözleşmenin iptali amacıyla davalıya başvurduğunu davalı tarafından kanuna aykırı şekilde % 25 cezai şart ödemesi gerektiği açıklamasıyla karşılaştığını yapılan sözleşmenin geçersiz olduğunu, davalı ile haricen adi yazılı şekilde hisseli gayrimenkul satış sözleşmesi düzenlendiğini, mülkiyet devir vaadi içeren sözleşmenin resmi şekilde tapu sicil muhafızları veya memurları yanında noterde yapılması gerektiğini resmi şekilde yapılmadığından geçersiz olan 3.08 .2013 tarihli sözleşmenin geçersizliğinin tesbitinin gerektiğini , 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı tüketicinin korunması hakkındaki kanunun 6/b maddesinde devre tatil sözleşmelerinin düzenlendiğini,cayma hakkının kullanım süresinin hizmetin verildiği tarihte başlayacağını, bu tarihe kadar sözleşmenin askıda olduğunu belirttiğini, imzalamış olduğu sözleşmenin iptali gerektiğini ve davalı tarafa toplam tutarı 14.600 TL olan 60 adet senet verdiğini bu senetler nedeniyle haksız icra tehdidi altında bulunduğunu ileri sürerek, resmi şekilde yapılmayan sözleşmenin geçersizliğinin tespiti ile sözleşmenin iptaline, belirttiği senetlerin iptaline, ödediği 500 TL.nin 3.8.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı K. Otel İşl. Turizm İnş. Tic. Aş. tarafından temyiz edilmiştir.

1-6100 sayılı HMK’nın 294. maddesi gereğince mahkeme, yargılamanın sona erdiği duruşmada hükmü vererek tefhim eder. Hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir. HMK’nın 297/2. maddesi gereğince, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden herbiri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Yine HMK’nın 298/2. maddesi gereğince de, gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Kararın gerekçesi ile hükmün de birbirine uyumlu olması gerekir. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK.nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir görevdir. 
Somut olayda kısa kararda belirtilmediği halde gerekçeli kararın hüküm fıkrasında dava dilekçesi ile talep edilen 500,00TL nin davalılardan tahsiline karar verilmiş olmakla kısa kararla hüküm arasında açık çelişki yaratılmış olması usul ve yasaya aykırı olup bu durum hükmün bozulmasını gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalı K.Otel İşl. Turizm İnş. Tic. Aş.nin temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı K. Otel İşl. Turizm İnş. Tic. Aş.yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, 18.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

13. Hukuk Dairesi 2014/11809 E. , 2014/37825 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Bursa 1. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 10/10/2013
NUMARASI : 2013/2668-2013/1304

Taraflar arasındaki tüketiciyi koruma kanunundan kaynaklanan davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, Kuşadasında bulunan devre tatil tesislerinde, davalı şirket elemanlarınca aldatıcı vaad ve taahhütler ile psikolojik baskı uygulanarak 05.06.2005 tarihinde 99 yıllığına 7.500TL bedelle “C.. P.. Devre Tatil Sözleşmesi” adı altında devre tatil sözleşmesi imzalandığını, tatilhakkını kullanmadığını, tanıtım sırasında tatil hakkı kullanmadığı sürede aidat alınmayacağının söylenmesine rağmen daha sonra kendisinden aidat istenildiğini, bu durumun güvenini sarstığını, 01.04.2013 tarihinde caydığına dair ihtarname gönderdiğini, bu nedenlerle fesih koşullarının oluştuğunu ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile ödediği sözleşme bedelinin faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.

Davalı, davacının tesisi görerek sözleşmeyi imzaladığını, kapıdan satışın söz konusu olmadığını, süresinde cayma hakkını kullanmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davacının kendisine psikolojik baskı yapıldığını ve sözleşmeyi haklı nedenlerle feshettiğini ispatlayamadığı, tarafların sözleşmeyi benimsemiş kabul edilmesi gerektiği, sözleşmenin imzalandığı tarih ile davanın açıldığı tarih arasındaki yaklaşık 7 yıllık sürede sözleşmenin askıda olduğundan söz edilemeyeceği gerekçeleriyle davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, tesadüfen Kuşadasında bulunduğu esnada, Kuşadasında bulunan devre tatil tesislerinde, davalı şirket elemanlarınca aldatıcı vaad ve taahhütler ile psikolojik baskı uygulayarak 05.06.2005 tarihli devre tatil sözleşmesini imzaladığını, ancak tatil hakkını hiç kullanmadığını belirterek, sözleşmenin feshi ile ödemiş olduğu bedelin iadesi istemiyle eldeki davayı açmış; davalı ise devre tatil sözleşmesinin kapıdan satış şeklinde yapılmadığını, davacının tesisleri bizzat görerek sözleşmeyi imzaladığını savunmuştur.
Davacı ile davalı arasında imzalanan devre tatil sözleşmesinde devre tatile konu tesisin, .. ada .., .. parsel üzerinde bitmiş, .. parsel üzerinde yapımı bitmiş tesis olduğu açıklanmıştır. Dairemize ulaşan dava konusu tesise ait benzer dosyalara ibraz edilen Kuşadası Belediyesi'nin yazısına göre, .. ada .. parsele 25.09.2002 tarihli 189 sayılı yapı kullanma izin belgesi düzenlendiği ancak 166(eski 146) ve .. parsellere yapı kullanma izin belgesi düzenlenmediği anlaşılmıştır. Hal böyle olunca, davacının yapı kullanma izni bulunmayan, dolayısıyla kullanıma hazır olmayan, sözleşme şartlarını taşımayan tesiste tatil hakkını kullanma ve sözleşmeyi ayakta tutma zorunluluğunun bulunmadığı gözetilerek, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı değerlendirmeyle hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

13. Hukuk Dairesi 2014/7251 E. , 2014/33403 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İzmir 1. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 24/12/2013
NUMARASI : 2013/86-2013/1536

Taraflar arasındaki sözleşmenin feshi, alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, davalı şirket elemanlarınca aldatıcı vaad ve tahhütler ile psikolojik baskı uygulayarak 17.08.2004 tarihinde 99 yıllığına devre tatil sözleşmesi imzalandığını, kendisine cayma bildirim belgesi verilmediğini, tatil hakkını kullanma imkanının kalmadığını, sözleşmenin haksız şartlar içerdiğini, yapı kullanma izni olmadığını, bu nedenlerle fesih koşullarının oluştuğunu, ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile ödediği sözleşme bedelinin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacının tesisi görerek sozleşmeyi imzaladığını, kapıdan satışın söz konusu olmadığını süresinde cayma hakkını kullanmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, cayma hakkının süresinde kullanılmadığı, uzun süre sonra fesih hakkının kullanılmasının iyiniyet kuralı ile bağdaşmayacağı,tatil hakkını da kullandığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, ailesi ile tatile çıktığı dönemde kuşadasında bir otelde şov amaçlı gösterimden sonra, davalı şirket elemanlarınca aldatıcı vaad ve taahhütler ile psikolojik baskı uygulayarak 12.10.1997 tarihli devre tatil sözleşmesini imzaladığını, ancak tatil hakkını kullanma imkanın kalmadığını, sözleşmenin feshi ile, ödemiş olduğu bedelin iadesi istemiyle eldeki davayı açmış, davalı ise devre tatil Sözleşmesinin kapıdan satış şeklinde yapılmadığını, davacının tesisleri bizzat görerek sözleşmeyi imzaladığını savunmuştur. 
Davacı ile davalı arasında imzalanan devre tatil sözleşmesinde devre tatile konu tesisin, 125 parsel üzerinde yapımı bitmiş tesis olduğu açıklanmıştır. Dava konusu tesise ait olduğu bildirilen benzer dosyalara ibraz edilen Kuşadası Belediyesinin 4.10.2007 tarihli yazısında; Prestij clup adı altında işletilen alana ait taşınmaza 1999 yılında, 2126,68 metrekare apart konut, cafeterya ve idari bina için 2001 yılında 720 metrekarelik otel için ve 2004 yılında ise 3321,18 metrekarelik apart için ruhsat verildiğini, bu bölümlerden 720 metrekarelik kısmına yapı kullanma izin belgesi verildiğini bildirmiştir. O halde mahkemece, sözleşmeye konu devre tatil alanı için yapı kullanma izninin bulunup bulunmadığı, kullanıma hazır olup olmadığı, tesisin sözleşme şartlarını taşıyıp taşımadığı hususları gerektiğinde Belediye ve ilgili kurumlardan ayrıntılı şekilde sorulup araştırıp, davacının yapı kullanma izninin bulunmadığı tesiste tatil hakkını kullanma ve sözleşmeyi ayakta tutma zorunluluğunun bulunmadığı gözetilerek, sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece, eksik inceleme ve yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen kararın temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

13. Hukuk Dairesi 2014/373 E. , 2014/12790 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Bursa 1. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 06/06/2013
NUMARASI : 2012/2088-2013/887

Taraflar arasındaki sözleşmenin feshi davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, akraba ziyareti yaptığı sırada davalı şirketlerin elemanlarınca aldatıcı vaad ve taahhütler ile psikolojik baskı uygulanması sonucunda 29.05.2011 tarihinde devre tatil sözleşmesi imzalandığını ve 5.500.00 TL ödediğini, tatil hakkını kullanabileceği dönemin açık ve net olarak belirlenmediğini, tesisin doluluğunun öngörülmezliği nedeniyle tatil planı yapmasının mümkün olmadığını, sözleşmenin haksız şartlar içerdiğini ve süresinde sözleşmeyi fesh ettiğini ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile yapılan ödemenin iadesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı U.. T...A. Şirketi, sözleşmede imzasının bulunmadığı ve kendisine husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini dilemiştir.
Davalı İl T LTD. Şirketi, davacının tesisi görerek sözleşmeyi imzaladığını, kapıdan satışın söz konusu olmadığını, tatil döneminde belirsizlik olmadığını ve davacının süresinde cayma hakkını kullanmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. 
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, sözleşmenin 9.A.2. Maddesine göre, davacının cayma süresi geçtikten sonra sözleşmeyi feshetmesi nedeni ile sözleşme bedelinden %25 kesinti yapılarak bakiyesinin iadesine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı İ.. T..l LTD. Şirketinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacı tarafından imzalan sözleşmede sağlayıcı olarak U.. T..l Turizm A. Şirketi ve yetkili satıcı İdeal T..D. Şirketi yazılı olup sözleşmede İdeal T..LTD. Şirketinin kaşesi ve yetkilisinin imzası mevcuttur. Davalı U..T..A. Şirketinin sözleşmede imzası bulunmamaktadır. Bu davalı sözleşmenin tarafı olmadığını belirterek husumet itirazına bulunmuştur. Dava konusu sözleşme İ..T..LTD. Şirketi tarafından imzalandığına ve bu şirketin diğer davalının acentası olduğuna dair dosyada delil mevcut olmadığına göre davalı U.. T..l A. Şirketi aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir. O halde, mahkemece, davalı U.. T..l A. Şirketi aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle davanın kısmen kabulü yönünde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
3-Davacı, davalı şirket elemanlarınca aldatıcı vaad ve taahhütler ile psikolojik baskı uygulayarak devre tatil sözleşmesini imzaladığını, ancak tatil hakkını hiç kullanmadığını, tesisin kullanıma hazır halde kendisine tesliminin yapılmadığını ve süresinde sözleşmeyi fesih ihbarnamesi gönderdiğini ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile ödemiş olduğu bedelin iadesi istemiyle eldeki davayı açmış, davalı İdeal T.. LTD. Şirketi ise kapıdan satış yapılmadığını, davacının tesisleri bizzat görerek sözleşmeyi imzaladığını ve cayma hakkını süresinde kullanmadığını savunmuştur. Mahkemece, sözleşmenin tesiste imzalandığı, kapıdan satış hükmünde olmadığı, davacının iradesinin sakatlanmadığı, davacının sözleşmeyi benimsediği, sözleşmenin geçerli olduğu ve sözleşmenin 9.A.2 maddesine göre fesih edileceği, sözleşme bedelinin %25'nin kesilmesi gerektiği ve davacının ancak sözleşme bedelinin %75'ni talep edebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

4822 Sayılı Yasa ile değişik 4077 Sayılı TKHK'nun 8/1 maddesinde, “kapıdan satış, işyeri, fuar, panayır gibi satış mekânları dışında önceden mutabakat olmaksızın yapılan tecrübe ve muayene koşullu satışlardır.” şeklinde tanımlanmış olup davacının, akraba ziyaretine gittiği yerde, daha önceden düşünmediği ve devre tatil satın almak için de gitmediği halde, yapılan tanıtımlar üzerine hazırlıksız bulunduğu bir sırada imzalamış olduğu sözleşmenin, kapıdan satış şeklinde yapıldığının kabulü gerekir. Bu tip satışlar, tecrübe ve 2014/373-12790 muayene koşullu satışlardan olduğundan cayma hakkı, ancak hizmetin ifasından sonra, başka bir ifade ile tatil hakkı kullanıldıktan sonra işlemeye başlayacak olup bu süre içinde sözleşme askıdadır.

Davacının, sözleşmeye uygun kullanımı bulunmadığına göre bu durumda cayma hakkını kullanma süresi henüz başlamamış olup davacınıncayma hakkını kullanması mümkündür. Açıklanan nedenle sözleşmenin 9.A.2. maddesinin uygulanması imkanı yoktur. Hal böyle iken; mahkemece, sözleşmenin feshi ve ödenen bedelin iadesine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. 

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalı İdeal ..LTD. Şirketinin temyiz itirazlarının REDDİNE, 2. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davalı U.. E..t T.. A. Şirketi yararına, 3.bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen kararın davacı yararına BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı 257,48 TL kalan harcın İdeal T... Ltd. Şti.'den alınmasına, 24,30 TL harcın U.... E.. T..ti.'ne iadesine, HUMK’nun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/yeniTasarim/index.jsp


Reklamların Ayırt Edilmesi ve Örtük Reklam, İlan, Haber Amaçlı Görseller ve Metinler


Bocock’un deyişiyle: "insanlar dünyaya modern kapitalizmin sunduğu malları tüketmek için bir dizi arzuyla birlikte gelmezler,” tüketime yönelik bu arzu reklamların da katkısıyla yaratılır/üretilir. Reklamlar metayı, arzu nesnesi olarak yansıtırken aynı zamanda toplumsal anlamla yüklü kültürel bir simge olarak da sunar. Burada, tüketici olarak arzunun öznesi yapılamaya çalışılan “ego” o ürünü kullananlara atfedilen kimliği benimsemeye yönlendirmektedir (Bocock, Robert, “Tüketim” 1997, Der Yayınları). Bu simgesel anlamlar; reklam metinlerinde ürünlerin simgelenmesinde ve promosyonlarda sunulan simgesel anlamlarla yüklü/donatılmış kimliğe, tüketim aracılığıyla sahip olunmasını sağlayabilmektir. 

İşte reklamların insanlar üzerindeki bu denli büyük etkisi, arzu ve rızayı oluşturma düzeyi, ürünlere yüklediği simgesel anlamları kişiye yansıtmasındaki becerisi reklamlara yönelik düzenlemeleri zaruret haline getirmiştir. Tüketici mevzuatı, reklamlara ilişkin mevzuatta ve özellikle Resmi Gazete’nin 10.01.2015 tarih ve 29232 sayılı nüshasında yayımlanan Ticari Reklam ve haksız Ticari Uygulamalar Yönetmeliğinde bu hususta önemli düzenlemeler yapılmıştır. 

Mevzuatımızda reklam genel olarak; Ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı olarak, bir mal veya hizmetin satışını ya da kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla reklam verenler tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki duyurular şeklinde tanımlanmıştır. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Kanun’a dayanılarak çıkarılmış olan yönetmeliklerde ticari reklamların diğer görsel, ilan ve metinlerden kolay ayırt edilebilecek şekilde hazırlaması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Reklamın biçimi ve yayınlandığı mecra ne olursa olsun bir reklamın reklam olduğu açıkça anlaşılmalıdır. 

Özellikle, haber görünümlü metinler ya da bilgilendirme amaçlı gibi görünen görseller arasına sıkıştırılmış dolaylı reklam yapma yöntemi mevzuatımızda açıkça yasaklanmıştır. Reklam olduğu açıkça belirtilmeksizin yazı, haber, yayın ve programlarda, mal veya hizmetlere ilişkin isim, marka, logo ya da diğer ayırt edici şekil veya ifadelerle ticaret unvanı ya da işletme adlarının reklam yapmak amacıyla yer almasını ve tanıtıcı mahiyette sunulması mevzuatımızda örtülü reklam olarak tanımlanmıştır. Bu şekilde hazırlanmış olan kompozisyonlar idari yaptırımla karşılaşacaktır. 

Reklamlar kolay ayırt edilebilir olmalıdır. Bu çerçevede mevzuatımıza göre reklamlar; 

- Biçimi ve yayınlandığı mecra ne olursa olsun bir reklamın, reklam olduğu açıkça anlaşılmalıdır. 

- Çok kısa sürelerle imaj veren elektronik aygıt ya da başka bir araç kullanılarak veya yapılarını izleyenlerin fark edemeyecekleri ya da bilemeyecekleri bir biçime sokarak bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamlar yapılamaz. 

- Reklamlar, editoryal içerikten görsel ve işitsel olarak açık bir şekilde ayırt edilebilir olmalıdır. 

- Herhangi bir mecrada yayınlanan yazı, yayın ve program ile özdeşleşmiş bir başlık, logo, set veya müziğin bir reklamda kullanılması halinde, söz konusu mesajın reklam olduğu tüketiciler tarafından kolaylıkla fark edilebilir olmalıdır. 

- Haber bültenleriyle veya kamu hizmeti duyurularıyla özdeşleşmiş bir görüntü veya ses efektinin reklamda kullanılması halinde, söz konusu mesajın reklam olduğu tüketiciler tarafından kolaylıkla fark edilebilir olmalıdır.

Av. Ferman Kaya

2 Kasım 2015 Pazartesi

Sigortalıların Borçlanabileceği Süreler ve Doğum Borçlanması

1- Sigortalıların Borçlanabileceği Süreler ve Doğum Borçlanması

5510 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendine tabi sigortalıların doğumdan sonra geçen süreleri Kanunun 41’inci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendi gereğince kadın sigortalıların ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başladıkları tarihten sonra üç defaya mahsus olmak üzere, her doğum için doğum tarihinden itibaren geçen en fazla iki yıllık süreleri, bu sürede adlarına prim ödenmemiş olması kaydıyla ve çocuklarının yaşaması şartıyla borçlanabilmektedirler. 
Belirtilen kapsamda, kadın sigortalıların doğum borçlanması için gereken şartları şöyle sıralayabiliriz:

- Sigortalı kadının doğumdan önce çalışmasının bulunması,

- Doğumdan sonraki sürelerde adına prim yatırılmamış olması,

- Borçlanabileceği sürede çocuğunun yaşamış olması gerekmektedir.

Kadın sigortalı, doğumdan sonra iki yıldan daha az bir süreyi çalışmadan geçirmiş ise bu süreleri de borçlanabilecektir.

Örneğin: 01.01.1990 tarihinde 506 sayılı Kanun kapsamında çalışmaya başlayan sigortalının 31.12.1994 tarihinde zorunlu sigortalılığı sona ermiştir. Sigortalı, 01.07.1988, 01.01.1995, 01.06.1999 ve 01.01.2002 tarihlerinde doğum yapmış olup sigortalı çalışmaya başladığı tarihten önce 01.07.1988 tarihinde yapmış olduğu doğumu nedeniyle borçlanma yapamayacaktır. Diğer üç doğumu sigorta başlangıç tarihinden sonra olduğundan bunlara ilişkin borçlanma yapabilecektir. 

2- Sigortalıların Borçlanabileceği Süreler

Sigortalıların borçlanabileceği süreler 5510 Sayılı Kanun'un 41'inci maddesinde aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
a) (Değişik: 10/9/2014-6552/43 md.) Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya da analık izni süreleri ile 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki sigortalı kadının, üç defaya mahsus olmak üzere doğum tarihinden sonra iki yıllık süreyi geçmemek kaydıyla borçlanılacak sürelerde uzun vadeli sigorta kolları açısından sigortalı sayılmaması ve çocuğunun yaşaması şartlarıyla talepte bulunulan süreleri,

b) Er veya erbaş olarak silâh altında veya yedek subay okulunda geçen süreleri,

c) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında olanların, personel mevzuatına göre aylıksız izin süreleri,


d) Sigortalı olmaksızın doktora öğrenimi veya tıpta uzmanlık için yurt içinde veya yurt dışında geçirdikleri normal doktora veya uzmanlık öğrenim süreleri,

e) Sigortalı olmaksızın avukatlık stajını yapanların normal staj süreleri,

f) Sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat edenlerin tutuklulukta veya gözaltında geçen süreleri,

g) Grev ve lokavtta geçen süreleri (…) (1) ,

h) Hekimlerin fahrî asistanlıkta geçen süreleri,

ı) Seçim kanunları gereğince görevlerinden istifa edenlerin, istifa ettikleri tarih ile seçimin yapıldığı tarihi takip eden ay başına kadar açıkta geçirdikleri süreleri,

i) (Ek: 13/2/2011-6111/30 md.) Bu bendin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki sürelere ilişkin olmak üzere, 4857 sayılı Kanuna göre kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan sigortalıların, kısmi süreli çalıştıkları aylara ait eksik süreleri,

j) (Ek: 4/7/2012-6353/37 md.) Sigortalı olmaksızın, 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna göre yurt dışına gönderilen ve öğrenimini başarıyla tamamlayarak yurda dönenlerden yükümlü bulunduğu mecburi hizmet süresini tamamlamış olanların, yurt dışında resmî öğrenci olarak geçirmiş oldukları öğrenim sürelerinin 18 yaşının tamamlanmasından sonraki döneme ait olan kısmı,

kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları ve talep tarihinde 82 nci maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın % 32'si üzerinden hesaplanacak primlerini borcun tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılarak, borçlandırılan süreleri sigortalılıklarına sayılır. (Ek cümle: 13/2/2011-6111/30 md.) (i) bendi kapsamında borçlanılacak sürelere ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin ödenmiş olması halinde, genel sağlık sigortası primi ödenmiş bu sürelere ilişkin borçlanma tutarı % 20 oranı üzerinden hesaplanır.

Bir ay içinde ödenmeyen borçlanmalar için ise yeni başvuru şartı aranır. Primi ödenmeyen borçlanma süreleri hizmetten sayılmaz. Borçlanma sürelerinin ne şekilde belgeleneceğini belirlemeye Kurum yetkilidir.

Bu Kanuna göre tespit edilen sigortalılığın başlangıç tarihinden önceki süreler için borçlandırılma halinde, sigortalılığın başlangıç tarihi, borçlandırılan gün sayısı kadar geriye götürülür. Sigortalılık borçlanması ile aylık bağlanmasına hak kazanılması durumunda, ilgililere borcun ödendiği tarihi takip eden ay başından itibaren aylık bağlanır.

Borçlanılan süreler, uzun vadeli sigorta ve genel sağlık sigortası bakımından;

a) (Değişik: 4/7/2012-6353/37 md.) Birinci fıkranın (a), (b), (d), (e), (f), (g), (h) ve (j) bentleri gereği borçlananlar, borçlandığı tarihteki 4 üncü maddenin birinci fıkrasının ilgili bendine göre,

b) (Değişik: 13/2/2011-6111/30 md.) Birinci fıkranın (c) ve (ı) bentleri gereği borçlananlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendine, (i) bendine göre borçlananlar ise 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendine göre, sigortalılık süresi olarak değerlendirilir. 

Bu Kanunun yürürlük tarihinden sonraki sürelere ait borçlanmalarda; borçlanılan prime esas gün sayısı borçlanılan ilgili aylara mal edilir. Seçilen prime esas kazanç, borcun ödendiği tarihteki prime esas asgarî kazanca oranlanarak, söz konusu oran ilgili ayın prime esas asgarî kazancı ile çarpılır. Bulunan tutar, ilgili ayın prime esas kazancı kabul edilir. Ancak hesaplanan prime esas kazanç hiçbir suretle o ayın prime esas azamî kazancını geçemez.

Av. Ferman Kaya