25 Aralık 2015 Cuma

İhtiyati Tedbir İhtiyati Haciz Farkı ve Uygulama Örnekleri

İhtiyati Tedbir

İhtiyati tedbir, bir tür geçici hukuki korumadır. Uyuşmazlık öncesinde veya uyuşmazlık süresince talep sahibinin talep ettiği hakkını ileride açacağı veya devam eden bir davanın sonunda elde etmesinin sağlanması amacıyla getirilmiş olan bir tür hukuki güvence sistemidir.

Bu hukuki güvence, koruma karşı tarafın tasarruf hakkını sınırlandıran bir koruma olduğundan alelade bir talep üzerine yerine getirilecek bir koruma değildir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK, 6100 sayılı Kanun) 389 ve devamı maddelerinde düzenlenen ihtiyati tedbirin talep edilebilmesi kanunda belirtilen belirli şartların varlığına bağlıdır.

HMK 389’uncu madde hükmünde:

(1)“Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.

(2) Birinci fıkra hükmü niteliğine uygun düştüğü ölçüde çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır.

şeklinde düzenlenmiştir.

İhtiyati tedbir talebi, dava açılmadan önce, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden; dava açıldıktan sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkemeden talep edilir. Eğer talep edenin haklarını derhal koruma zorunluluğu varsa hakim karşı tarafı dinlemeden bu kararı verebilir. Ne var ki tedbir talebi kolaylıkla verilen bir karar olmaması gerektiği yazarlarca belirtilmiştir. Gerçekte de bir tarafın hakkını korurken diğer bir tarafın da hakkına ulaşmasını engellediğinden ihtiyati tedbir kararı verebilmek için, tedbiri talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden kendisinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır.

İhtiyati Haciz

Alacaklı, para ve teminattan kaynaklı alacağını borçludan tahsiline ilişkin ilamsız takip yapması, takibin kesinleşmesi veya dava açması ve lehine neticelenmesi uzun bir süre alabilir. İşte böyle durumlarda alacağının riske girmemesi için ihtiyati haciz yoluna gidilerek alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için, mahkeme kararı ile borlunun mallarına (önceden) geçici olarak el koyulabilir. İlamsız icrada geçecek sürelerde borçlu mevcut mal varlığı üzerinde tam bir tasarruf yetkinse sahiptir, böylece borçlu hakkında başlatılan icra takibi veya açılan davanın aleyhine neticeleneceğini görüp mal varlığını tüketme veya üçüncü kişilere devir yoluna gidebilir. Bunun neticesinde, dava veya icra takibiyle alacağını almaya hak kazanan alacaklı, tahsili mümkün olmayan bir alacağın sahibi olabilir. İhtiyati haciz kurumu uzun sürebilecek dava ve icra takiplerinin olumsuz neticelerinden alacaklıyı korur ve haklı çıkması halinde alacağına kavuşması imkanını sunar.

İhtiyati haciz, HMK 389 ve devamı maddelerinde düzenlenen ihtiyatin tedbirin özel bir çeşidi olmasına rağmen şartları ve sonuçları İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 257 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İhtiyati haciz sadece para ve teminat alacaklarına ilişkin dava ve icra takiplerinde istenebilir.

İİK 257’de ihtiyati haciz:

Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.

Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:

1– Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;

2– Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl eden hileli işlemlerde bulunursa

Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder.

İhtiyati Hacizde Teminat

İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul olarak HMK'daki yazılı teminatı vermeye mecburdur. Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz. Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder (İİK m. 259).

İhtiyati Hacizde Yetki ve Görev 

İhtiyati hacizde kararı İİK m.50 ve m. 258 gereği yetkili mahkemece verilir. Bu çerçevede ihtiyati haciz kararı, icra takipleri için yetkili olan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesidir. İİK m.50 HMK hükümlerine atıfta bulunmuştur. Bu atıf doğrultusunda yürürlükte olan 6100 sayılı HMK m.5-23 hükümlerine göre ihtiyati hacizde yetkili mahkeme belirlenmelidir. Buna karşın akdin yapıldığı yer mahkemesi HMK m.10’daki şarta bakılmaksızın ihtiyati haciz kararı vermek için yetkilidir. Ayrıca alacağa ilişkin açılan davalarda yalnızca, davaya bakan mahkeme tarafından ihtiyati haciz kararı verilebilir. İİK m.258’de ihtiyati haciz kararını verecek görevli mahkeme belirtilmemiştir. Madde metninde genel olarak mahkemeden söz edilmesi göz önüne alınarak, HMK’nun göreve ilişkin 1-4 maddeleri görevlidir.

İhtiyati haciz talebi basit yargılama usulüne tabi işlerden ise de ; HMK. hükümlerine göre her basit yargılama usulüne tabi işin Sulh Hukuk Mahkemesinde görülmesini gerektirir bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Zira; Sulh Hukuk, Asliye Hukuk ve Asliye Ticaret Mahkemelerinin belirli işlerinde basit yargılama usulü uygulanmaktadır.

Diğer taraftan ihtiyati haciz talebi konusu para olan iş ile ilgilidir. HMK.'nın görev hususunu düzenleyen 1,2 ve 4 . maddeleri incelendiğinde göreve ilişkin kuralların kamu düzeninden olduğu, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ilişkin dava ve işlerin aksine bir düzenleme bulunmadıkça Asliye Hukuk Mahkemesin'de görülmesi gerektiği öngörülmüştür.

Anılan hükümler HMK'nın basit yargılama usulüne tabi dava ve işleri düzenleyen 316. ve çekişmesiz yargı işlerini düzenleyen 382-388 maddeleri muvacehesinde HMK.'nın genel sistematiği içinde bir bütün olarak yorumlandığında; ihtiyati haciz talebinin Sulh Hukuk Mahkemesi'nin görevi alanına girdiğinin kabulünü gerektirir hiç bir hükme rastlanmamaktadır. Basit yargılama usulüne tabi işlerde Asliye Hukuk Mahkemesi 'nin görevli olduğuna ilişkin ( aksine bir hüküm bulunmadığı sürece ) bir hüküm bulunmadığı gibi, basit yargılama usulüne tabi tüm işlerin de Sulh Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiğine ilişkin bir hüküm yoktur. Ancak; HMK.'nun 2. maddesine göre değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ilişkin dava ve işlerde Asliye Hukuk Mahkemesi 'nin görevli olduğu açıkça belirtildiğine göre özel bir hüküm bulunmadığı hallerde Asliye Hukuk Mahkemeleri 'nin görevinin asıl olduğu kabul edilmelidir.

İİK'nın 258. maddesinde ihtiyati haciz kararı için hangi mahkemenin görevli olduğu açıkça belirtilmiş değildir. Bu maddede sadece genel olarak mahkemeden söz edildiğine göre görev konusunda HMK'nın göreve ilişkin hükümleri uygulanacaktır demektir. Buna göre ihtiyati hacze;1086 sayılı HUMK.'da olduğu üzere alacağın miktarına göre Sulh veya Asliye Hukuk (Asliye Ticaret ) Mahkemeleri tarafından bakılmakta iken 6100 sayılı HMK.'da değeri para ile ölçülebilen dava ve işler Sulh Hukuk Mahkemesinden alındığından Asliye Hukuk veya Asliye Ticaret Mahkemesinde bakılması gerektiği sonucuna varılmalıdır.

Av. Ferman Kaya


Konu ile ilgili aşağıdaki Yargıtay kararlarını incelemek faydalı olacaktır.


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2012/12-1128
Karar: 2013/403
Karar Tarihi: 27.03.2013

ÖZET: İstek, şikayet yolu ile icra müdürlüğü kararının kaldırılması isteğine ilişkindir. Somut olayda, itiraz üzerine ihtiyati hacze karar veren mahkeme ihtiyati haciz kararını kaldırmıştır. Mahkemenin ihtiyati haciz kararına itirazın kabulüne vermesi halinde borçlunun malları üzerine konulmuş olan ihtiyati haciz kalkar. Hal böyle olunca, itiraz kararının temyizinin ilgili kararın uygulanmasını durdurmayacağı gerekçesi ile şikayetin kabulü ile icra dosyasındaki 04.02.211 tarihli icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına dair yerel mahkemenin vermiş olduğu karar usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.

(2004 S. K. m. 16, 265) (12. HD. 12.12.2011 T. 2011/10046 E. 2011/27989 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <şikayet> davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6.İcra Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.02.2011 gün ve 2011/103 E-2011/132 K. sayılı kararın incelenmesi davalı (alacaklı) vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 12.12.2011 gün ve 2011/10046 E-2011/27989 K sayılı ilamı ile;

(...İİK'nun 265/son maddesinde; <İtiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurabileceği, Yargıtay’ın bu başvuruyu öncelikle inceleyerek karar vereceği ve verdiği kararın da kesin olduğu, temyiz isteminin ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durduramayacağı> düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu maddeye ilişkin hükümet gerekçesinde de, ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulması halinde başvurunun ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durdurmayacağı açıklanmıştır.

Somut olayda, borçlular aleyhinde başlatılan ilamsız takibin itiraz üzerine durdurulmasından sonra, alacaklı vekilince borçlular hakkında İzmir 4.Asliye Ticaret Mahkemesinden 2010/788 - 788 D.iş sayılı ihtiyati haciz kararı alınarak bu dosya üzerinde, borçlular aleyhinde ihtiyati haciz işlemi tatbik ettirildiği, bir kısım borçlular vekilince 04.02.2011 tarihinde, ihtiyati haciz kararına itiraz üzerine aynı mahkemece 24.11.2010 tarihinde ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına karar verilmesi nedeniyle icra müdürlüğünden ihtiyati hacizlerin kaldırılmasının talep edildiği, icra müdürlüğünce, kesinleşme şerhli mahkeme kararının ibrazı halinde talep gibi işlem yapılmasına karar verildiği, bu kararın icra mahkemesine şikayet olunduğu, mahkemece; İİK'nun 265/son maddesi gereğince temyizin, kararın uygulanmasını durdurmayacağından, kararın işleme konulması için kesinleşmesinin gerekmediği gerekçesi ile şikayetin kabulüne ve işlemin iptaline karar verildiği görülmektedir.

Mahkemece, anılan kararın temyiz edildiği ve temyiz isteminin ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durdurmayacağı hakkındaki belirtilen yasa hükmü dikkate alınarak icra müdürlüğünün yerinde verilen kararına karşı yapılan şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken ilgili yasa maddesi yanlış yorumlanarak yazılı şekilde şikayetin kabulüne dair hüküm tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: İstek, şikayet yolu ile icra müdürlüğü kararının kaldırılması isteğine ilişkindir.

Şikayetçiler (borçlular) vekili, müvekkilleri aleyhine İzmir 4.Asliye Ticaret Mahkemesince 06.09.2010 tarihli 2010/788 D.İş sayılı ihtiyati haciz kararı verilmiş ise de yapılan itiraz sonucu 24.11.2010 tarihli karar ile ihtiyati haciz kararının kaldırıldığını, Dikili İcra Müdürlüğüne yazılan haciz müzekkeresin kaldırılması hususunda talepte bulunulduğunu, ancak 04.02.2011 tarihli karar ile talebin reddedildiğini, bu kararın usul ve yasaya aykırı olup 04.02.2011 tarihli icra müdürlüğü kararının kaldırılmasını şikayet yoluyla talep ve dava etmiştir.

Davalı (alacaklı) vekili, ihtiyati haczin kaldırılmasına ilişkin kararın temyiz edildiğini, İİK'nun 265/son maddesi gereği temyizin ihtiyati haciz kararının uygulanmasını durdurmayacağını belirtmiştir.

Yerel Mahkemece, ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına ilişkin kararın kesinleşmeden derhal uygulanması gerektiği, İİK'nun 265/son maddesinin de kararın temyizinin ilgili kararın uygulanmasını durdurmayacağı yönünde olduğu gerekçesi ile şikayetin kabulü ile icra dosyasındaki 04.02.211 tarihli icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına karar vermiştir.

Davalı (alacaklı) vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda belirtilen bozma ilamında açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı(alacaklı) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; alacaklı tarafından mahkemeden alınan ve takibe konulan ihtiyati haciz kararının sonradan borçlu tarafın itirazı üzerine aynı mahkemece kaldırılmasına karar verilmesi durumunda, ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına ilişkin kararın temyizinin ilgili kararın derhal uygulanmasını durdurup durdurmayacağı noktasında toplanmaktadır.

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanununun ihtiyati haciz kararına itiraz ve temyizi düzenleyen 265.maddesinde; <Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyati haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi halde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir.

Menfaati ihlal edilen üçüncü kişiler de ihtiyati haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde ihtiyati haczin dayandığı sebeplere veya teminata itiraz edebilir.

Mahkeme, gösterilen sebeplere hasren tetkikat yaparak itirazı kabul veya reddeder.

İtiraz eden, dilekçesine istinat ettiği bütün belgeleri bağlamaya mecburdur. Mahkeme, itiraz üzerine iki tarafı davet edip gelenleri dinledikten sonra, itirazı varit görürse kararını değiştirebilir veya kaldırabilir. Şu kadar ki, iki taraf da gelmezse evrak üzerinde inceleme yapılarak karar verilir.

İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz kararının icrasını durdurmaz.> hükmüne yer verilmiştir.

Sözü edilen madde metninin son fıkrasında, ihtiyatı haciz kararına yapılan itiraz üzerine verilen ihtiyati hacizle ilgili hükmün temyizinin kararın uygulanmasını durdurmayacağı belirtilmiştir.

Somut olayda, itiraz üzerine ihtiyati hacze karar veren mahkeme ihtiyati haciz kararını kaldırmıştır. Mahkemenin ihtiyati haciz kararına itirazın kabulüne vermesi halinde borçlunun malları üzerine konulmuş olan ihtiyati haciz kalkar.(Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı 2004, sh. 898)

Hal böyle olunca, İİK'nun 265/son maddesi gözetilerek, itiraz kararının temyizinin ilgili kararın uygulanmasını durdurmayacağı gerekçesi ile şikayetin kabulü ile icra dosyasındaki 04.02.211 tarihli icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına dair yerel mahkemenin vermiş olduğu karar usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir. 

Sonuç: Davalı (alacaklı) vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun’un 29.maddesi ile eklenen Geçici 7.madde atfıyla aynı Kanun’un 366/III. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.03.2013 gününde yapılan görüşmede oybirliği ile karar verildi. 


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013/8-1322
Karar: 2014/403
Karar Tarihi: 28.03.2014

ÖZET: İşin esasına geçilmeden önce ön sorun olarak İçtihadı Birleştirme Kararı dikkate alındığında ihtiyati tedbir kararlarının temyiz edilip edilemeyeceği tartışılmış, yapılan görüşmeler sonunda; direnme kararına yönelik davacı vekilinin temyiz itirazlarının İçtihadı Birleştirme Kararı dikkate alındığında temyiz yolunun açık olmadığı kabul edilmiş ve direnme kararına yönelik temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.

(6100 S. K. m. 341, 389, 391)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki "mal rejiminden kaynaklanan davalar (katılma alacağı)" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Söğüt Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 31.12.2012 gün ve 2012/381 E. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesi'nin 28.02.2013 gün ve 2013/2339 E.-2013/2473 K. sayılı ilamıyla ile; 

(...Davacı vekili dava dilekçesinde; vekil edeni ile davalının 02.10.1992 tarihinde evlendiklerini, Eskişehir 2.Aile Mahkemesi'nin 2012/474 E.-641 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, kararın kesinleştiğini, davalı adına tapuda kayıtlı 305 ve 405 parsel sayılı taşınmazlar ile Türkiye İş Bankası ve Ziraat Bankası Söğüt Şubelerinde vadeli ve vadesiz mevduat hesaplarının bulunduğunu, 405 parselin edinme tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar kredi ödemelerinin davalının edinilmiş malından karşılandığını açıklayarak, taraflar arasındaki mal rejiminin tasfiyesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 20.000 TL katılma alacağının tasfiye tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, taşınmazların devrinin önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesini, yine davalının anılan bankalardaki hesapları üzerine ihtiyati tedbir konulmasını istemiştir.

Mahkemece, "31.12.2012 tarihli ara karar ile davacının talebinin para alacağına ilişkin olup, ihtiyati tedbir kararının ancak uyuşmazlık konusu hakkında verilebileceği, para alacakları bakımından koşulları oluştuğu takdirde ancak ihtiyati haciz istenebileceği gerekçesiyle tedbir talebinin reddine karar verilmiştir." Tedbir talebinin reddine ilişkin ara kararına karşı davacı vekili tarafından kanun yoluna başvurulmuştur.

6100 sayılı HMK. nun Geçici 3/3.maddesinin düzenlemesi ile Bölge Adliye Mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemeler göreve başlayana kadar 1086 sayılı Kanunun 6100 sayılı Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanacaktır. Bu durumda HMK. nun 341.maddesi ile ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi ile bu taleplerin kabulü halinde itiraz üzerine verilen kararlara karşı istinaf yoluna başvurma Bölge Adliye Mahkemelerine görev olarak verildiğine göre, HMK. nun 391/3. maddesi gereği ihtiyati tedbir isteğinin reddine ilişkin kararlara karşı kanun yoluna gidilebileceği ve bu isteğin Yargıtay tarafından inceleneceği hususunda duraksamamak gerekir. 

Somut olayda, davacı vekilinin, açmış olduğu katılma alacağı davası sonunda elde edebileceği alacağını güvence altına almak amacı ile ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu görülmektedir. İhtiyati tedbir öğretide "...kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının (dava konusu ile ilgili olarak) hukuki durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukuki korumadır." şeklinde tarif edilmiştir (Medeni Usul Hukuku 12.Baskı Sh.714-Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özekes). Anılan tariften de anlaşılacağı üzere ihtiyati tedbirin diğer fonksiyonları yanında davanın devamı sırasında ve verilecek hükmün kesinleşmesine kadar olan süreç içerisinde dava konusu şey üzerinde yeni bir takım ihtilafların çıkmasını da önleyici niteliği itibariyle geçici bir hukuki korumadır. 

Nitekim 6100 sayılı HMK' nun onuncu kısmının birinci bölümünde düzenlenen ihtiyati tedbir müessesesi 389.madde başlığında "geçici hukuki korumalar" olarak sınıflandırılmış ve aynı maddenin birinci fıkrasında "mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir" şeklinde şartları belirtildikten sonra takip eden maddelerde bu konudaki talep, verilecek karar ve içereceği hususlar, teminat, kararın uygulanması gibi sair hususlarda yapılması gerekli usul ve prosedür açıklanmıştır.

Anılan yasal düzenlemeler ışığında somut olaya bakıldığında; davacı tarafın dava ile elde edebileceği alacağı güvence altına almak amacı ile ihtiyati tedbir talebinde bulunulduğu, dava konusu taşınmazlar ve banka hesaplarına tedbir konulmaması durumunda hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşabileceği ya da tamamen imkansız hale gelebileceği veya gecikme sebebiyle bir sakınca yahut ciddi bir zarar da doğabileceği endişesi de gözetilerek, beklenen alacağa göre tedbir talebinin değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde talebin reddi doğru olmamıştır. 

Mahkemece, talebe konu parsellerin tapu kayıtları ile banka hesaplarına ilişkin ekstrelerin getirtilerek, taşınmazların ve banka hesaplarına ilişkin hesap hareketlerini de içerir biçimde ekstrelerin getirtilmesi, bu çerçevede katkı ya da katılma alacağına konu (her ikisi de olabilir) beklenen ve alınabilecek miktarın yasal faiz alacağı ile birlikte düşünülerek, bunu karşılayacak taşınmaz ya da banka hesabına yönelik, alacağın tahsilini sağlamak bakımından, tedbir kararı verilmesi gerekirken, muhtemel alacak miktarı ve faizi gözardı edilerek isteğin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan ve kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, tarafların boşandıklarını, mal rejiminin tasfiyesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 20.000 TL katılma alacağının tasfiye tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini, taşınmazların devrinin önlenmesi ve İş Bankası ile Ziraat Bankası’nda davalı adına bulunan vadeli vadesiz mevduat hesaplarına ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, ihtiyati tedbir isteminin reddine karar verilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlık bölümünde yazılan gerekçe ile bozulmuş, bozma üzerine yapılan yargılamada mahkemece önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İşin esasına geçilmeden önce ön sorun olarak 21.02.2014 gün ve 2013/1 E. ve 2014/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı dikkate alındığında ihtiyati tedbir kararlarının temyiz edilip edilemeyeceği tartışılmış, yapılan görüşmeler sonunda; direnme kararına yönelik davacı vekilinin temyiz itirazlarının 21.02.2014 gün ve 2013/1 Esas, 2014/1 K. Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı dikkate alındığında temyiz yolunun açık olmadığı kabul edilmiş ve direnme kararına yönelik temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklandığı üzere davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz dilekçesinin reddine, 28.03.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2014/11-565
Karar: 2014/1079
Karar Tarihi: 24.12.2014

ÖZET: İhtiyati haciz kararlarının acil sonuçlar doğuran niteliği gereği yasa koyucunun iradesinin nazara alınmasının gerektiği, istinaf mahkemesinin bozma kararının kesin olduğu bir konuda Yargıtay tarafından verilen kararın da kesin olacağı ve İİK'nun 265. maddesinde de bu yönde düzenleme bulunduğu belirtilerek, ihtiyati haciz talebinin reddine ilişkin karara karşı yapılan yasa yolu başvurusu sonucu verilen bozma kararının kesin olduğuna karar verilmiştir. O halde, kesin nitelikteki Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken yasa hükmü göz ardı edilerek önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

(2004 S. K. m. 45, 50, 257, 258, 265)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki “ihtiyati haciz kararı verilmesi” isteminden dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce talebin reddine dair verilen 18.11.2011 gün ve 2011/667 D.İş esas, 2011/667 karar sayılı kararın incelenmesi alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 08.06.2012 gün ve 2012/6967 esas, 2012/10155 karar sayılı ilamı ile;

(... İhtiyati haciz talep eden vekili, karşı tarafın, müvekkili bankanın kredi müşterisi olan talep dışı D... Gemi İşletmeciliği ve Tic. A.Ş.'nin müşterek borçlu ve müteselsil kefili oldukları kredi borcunun hesabın kat edilmesine rağmen ödenmediğini, kredi borçlusu yönünden alacağın teminatını teşkil etmek üzere üç adet gemi üzerinde, müvekkili banka lehine birinci dereceden gemi ipoteklerinin tesis edildiğini, bu ipotek bedellerinin kredi borçlusu yönünden alacağın teminatını teşkil ettiğinden, kredi borçlusu yönünden şimdilik ihtiyati haciz başvurusu yapılmadığını, ancak anılan ipoteklerin diğer müteselsil kefillerin borçlarının teminatı olmadığını ileri sürerek, borçluların menkul ve gayrimenkul malları ile üçüncü şahıslardaki hak ve alacaklarının ihtiyaten haczine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, talep konusu alacağın, gemi ipotekleri ile teminat altına alınmış bulunduğu, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile alacağın tahsil edilebileceği, asıl borçlunun ipoteği varken ve bu şekilde tahsilat yapılabilecekken, müşterek borçlu ve müteselsil kefiller aleyhine ihtiyati haciz talebinin yerinde görülmediği gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. 

Kararı, ihtiyati haciz talep eden vekili temyiz etmiştir. 

Talep ihtiyati haciz istemine ilişkindir. Alacaklı bankanın, kredi sözleşmesi uyarınca istem dışı D... Gemi İşletmeciliği ve Tic. A.Ş.'ne kredi kullandırdığı, aleyhine ihtiyati haciz talep edilenlerin bu kredinin müşterek borçlusu ve müteselsil kefilleri bulunduğu, ayrıca anılan kredi sözleşmesinin teminatı olarak müşterek borçlu ve müteselsil kefillerden D. A. ile talep dışı borçlu D... Gemi İşletmeciliği ve Tic. A.Ş.'ne ait gemiler üzerinde ipotek tesis edildiği, hesabın kat edilerek borcun ödenmesinin karşı taraf kefillerden istenmesine rağmen bir ödeme yapılmadığı, ihtiyati haciz isteminin müşterek borçlu ve müteselsil kefillere yönelik bulunduğu hususları uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, müşterek borçlu ve müteselsil kefiller bakımından ihtiyati haciz kararı verilmesi koşullarının bulunup bulunmadığı noktasındadır. 

İİK'nun 45. maddesi hükmüne göre, rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusu iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklı yalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabilir. Ancak, rehinin tutarı borcu ödemeye yetmezse alacaklı kalan alacağının iflas veya haciz yoluyla takip edebilir. Aynı yasanın 257. maddesi uyarınca da ihtiyati hacze karar verilebilmesi için diğer koşulların yanında alacağın rehinle temin edilmemiş olması zorunludur. Ancak, bahse konu yasal düzenlemeler, borçluya yöneliktir. Kefillerin sorumluluğu ise BK.nun 487/1. maddesinde hükme bağlanmıştır. Anılan düzenlemeye göre kefil, borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı ile veya bu gibi diğer bir sıfatla borcun ifasını üstlenmiş ise alacaklı asıl borçluya müracaat ve rehinleri paraya çevirmeden evvel kefil aleyhinde takip yapabilecektir. Dolayısıyla, alacaklının kefile veya kefillere yönelik olarak ihtiyati haciz talep etmesine engel bir durum bulunmamaktadır. 

Somut olayda asıl borçluya yönelik bir istem yoktur. Kredi borcunun teminatı olarak düzenlenen gemi ipoteği sözleşmeleri ile sadece kredi lehdarı asıl borçlunun sorumluluğu teminat altına alınmış olup, kefillerin borcu teminat altına alınmamıştır. Açıklanan hususlar dikkate alındığında yazılı gerekçeyle istemin reddi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir...), 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Karar: Talep, ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkindir. 

Mahkemece, ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmiştir. 

İhtiyati haciz talep eden alacaklı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. 

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize ihtiyati haciz talep eden alacaklı vekili getirmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu'nda uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (İİK) 258. maddesi hükmü uyarınca ihtiyati haciz talebini ret eden yerel mahkeme kararının bozulmasına ilişkin Yüksek Özel Daire kararına karşı direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak görüşülmüştür. 

Ön sorunun çözümü için uygulanması gereken mevzuatın açıklanması gereklidir. 

İhtiyati hacze ilişkin yasal düzenleme İİK'nun 257 ila 268. maddeleri arasında yer almaktadır. 

Bilindiği üzere, rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan mallarını, alacaklarını ve diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir (İİK., m. 257). 

Eldeki uyuşmazlık, ihtiyati haciz talebinin reddine ilişkin hükmün temyizine yönelik olup, bu husustaki düzenleme İİK'nun 258. maddesinde yer almaktadır. 

Anılan yasa hükmü aynen; “İhtiyati hacze 50 nci maddeye göre yetkili mahkeme tarafından karar verilir. Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeğe mecburdur. 

Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir. 

(Ek fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./60. md.; Değişik fıkra: 02/03/2005-5311 S.K./16.mad) İhtiyati haciz talebinin reddi halinde alacaklı istinaf yoluna başvurabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir.” şeklindedir. 

Yasa hükmünde, bölge adliye mahkemesinin verdiği kararın kesin olacağı açıkça belirtilmiş durumdadır. 

Şu durumda, ihtiyati haciz talebinin reddine ilişkin mahkeme kararına karşı, alacaklı tarafından istinaf (istinaf mahkemeleri inceleme tarihi itibariyle faaliyete geçmediğinden temyiz) yasa yoluna başvurulması üzerine, Özel Dairece verilen bozma kararı, İİK'nun 258. maddesi gereğince kesindir. Kesin nitelikteki bu bozma kararına karşı yerel mahkemece, direnme kararı verilmesinin usulen olanaklı olmadığına Kurul çoğunluğunca karar verilmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler esnasında bir kısım üyelerce; bozma ilamına karşı yerel mahkemenin direnme kararı verebileceği, zira İİK'nun 258. maddesinin, 02.03.2005 tarih ve 5311 sayılı Kanunun 16. maddesi ile değiştirilen madde metnin önceki halinde yer alan son fıkranın “İhtiyati haciz talebinin reddi halinde alacaklı kanun yoluna başvurabilir.” şeklinde düzenleme içerdiği, kararın kesin olacağına yönelik bir düzenlemenin yasanın önceki halinde mevcut olmadığı, 5311 sayılı Kanunla bu konuda getirilen farkın “kesinliğe” ilişkin olduğu, bu nedenle de, 5311 sayılı Kanunun 29. maddesiyle İİK'na eklenen geçici 7. maddenin hükmü uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında İİK'nun, 5311 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinin uygulanmasının gerekmesi nedeniyle 5311 sayılı Kanun ile yapılan bu “kesin hüküm” değişikliğinin henüz yürürlülük kazanmadığı, bu itibarla Yargıtay bozma ilamının kesin olduğunun söylenemeyeceği ifade edilmiş ise de, çoğunluk tarafından bu görüş kabul edilmeyerek, ihtiyati haciz kararlarının acil sonuçlar doğuran niteliği gereği yasa koyucunun iradesinin nazara alınmasının gerektiği, istinaf mahkemesinin bozma kararının kesin olduğu bir konuda Yargıtay tarafından verilen kararın da kesin olacağı ve İİK'nun 265. maddesinde de bu yönde düzenleme bulunduğu belirtilerek, ihtiyati haciz talebinin reddine ilişkin karara karşı yapılan yasa yolu başvurusu sonucu verilen bozma kararının kesin olduğuna karar verilmiştir. 

O halde, kesin nitelikteki Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken yasa hükmü göz ardı edilerek önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 

Bu nedenle, ön sorunun kabulü ile kesin nitelikteki bozmaya uyularak karar verilmek üzere direnme kararı bozulmalıdır. 

Sonuç: İhtiyati haciz talep eden alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.12.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013/12-1614
Karar: 2015/1126
Karar Tarihi: 01.04.2015

ÖZET: İstek; icra memuru işleminin şikayet kanun yolu ile iptali istemine ilişkindir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ilamsız icra takibinde itiraz üzerine takibin durdurulmasına rağmen ihtiyati haciz işleminin geçerliliğinden bahisle yeni haciz yapılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

(2004 S. K. m. 16, 66, 67, 68, 264)

Dava: Taraflar arasındaki şikayet kanun yoluna başvurudan dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 4. İcra Hukuk Mahkemesince istemin reddine dair verilen 16.02.2012 gün ve E: 2012/137, K: 2012/100 sayılı kararın incelenmesi davacı-alacaklı banka vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15.11.2012 gün ve E:2012/15328, K:2012/33329 sayılı ilamı ile;

(…İİK.nun 264. maddesi ihtiyati haczi tamamlayan merasimin koşullarını ve ihtiyatı haczin düşmemesi için gerekli işlemlerin nelerden ibaret olduğunu düzenlemektedir. Borçlular hakkında genel haciz yolu ile başlatılan icra takibine itiraz edilmesi halinde, İİK.nun 264/2. maddesi gereğince bu itiraz alacaklıya tebliğ olunur. Alacaklı, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını istemeye veya mahkemede dava açmaya mecburdur. Alacaklının bu müddetleri geçirmesi veya davasından veya talebinden vazgeçmesi veya takip talebinin yasal sürenin geçmesi nedeniyle düşmesi veya HMK.nun 150.maddesi gereğince davanın açılmamış sayılması ya da davada haksız çıkması hallerinde ihtiyati haciz hükümsüz kalır (İİK.nun 264/4). Bu konudaki şikayet, İİK.nun 16/2. maddesi uyarınca bir hakkın yerine getirilmemesi ile ilgili olup süreye de tabi değildir.

Somut olayda, alacaklı T.H. Bankası tarafından İstanbul 49. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 12/01/2012 tarih ve 2012/16 D. İş sayılı ihtiyati haciz kararına istinaden İstanbul 31. İcra Müdürlüğü'nün 2012/475 E. sayılı dosyası ile 16/01/2012 tarihinde borçlular aleyhine genel haciz yoluyla takibe başlandığı, borçlulara ödeme emrinin tebliği üzerine yasal sürede 25/01/2012 tarihinde icra dairesine itirazda bulunduğu, alacaklı vekilinin ise kendisine henüz itiraz dilekçesi tebliğ edilmeden önce 02/02/2012 tarihinde İstanbul 26. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2012/29 E. ile itirazın iptali davası açtığı görülmektedir.

Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca borçlunun takibe itirazının, alacaklı vekiline tebliğ edildiği tarihinden itibaren itirazın iptali davasını açmak için gereken yedi günlük hak düşürücü süre işlemeye başlayacaktır. Alacaklı vekili söz konusu yasal süre içinde asliye hukuk mahkemesinde itirazın iptali davası açmış olduğundan ihtiyati haciz işlemi geçerliliğini sürdürmektedir.

O halde, mahkemece şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine isabetsizdir...)

gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: İstek; icra memuru işleminin şikayet kanun yolu ile iptali istemine ilişkindir.

Alacaklı T.H. Bankası A.Ş. tarafından, borçlular .. Tekstil Ltd. Şti, V.C., A.C. aleyhine toplam 1.029.903,76 TL alacağın tahsili için İstanbul 49. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.01.2012 tarih ve 2012/16-13 D. İş sayılı ihtiyati haciz kararına da dayalı olarak 16.01.2012 tarihinde genel haciz yolu ile takibe girişildiği, borçluların süresinde tüm borca ve fer'ilerine itiraz ettikleri, alacaklı banka tarafından 02.02.2012 tarihinde İstanbul 26. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/29 E. sayılı dosyasında itirazın iptali davasının açıldığı, bu arada alacaklı vekilinin borçlu Ayten yönünden ihtiyati haciz kararına dayalı olarak Tekirdağ'da bulunan taşınmazının üzerine ihtiyati haciz konulması hususundaki 26.01.2012 tarihli taleplerinin 06.02.2012 tarihli memur kararı ile takibin itiraz sebebiyle durmuş olması gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi üzerine, alacaklı bankanın anılan istemin reddine dair memurluk kararının iptali için şikayet kanun yoluna başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

Yerel mahkemece; “…Takibe ihtiyati haciz kararı ile başlanılmış ise de, borçlulara ödeme emri gönderilip süresinde itiraz etmeleri üzerine artık İİK. 66. madde uyarınca takibin durduğu, somut olayda borçluların itirazları borcun bir kısmına değil tamamına ilişkin olup, alacaklı yanca İİK. 67-68 maddeleri uyarınca itirazın iptali ya da kaldırılması sağlanmadan takibe devam edilmesinin olanaklı olmadığı, alacaklı vekilinin ihtiyati haciz kararının hükmünü sürdürdüğü, ihtiyati haczin hükümsüzlüğüne ilişkin İİK. 264. maddede şartların bulunmadığı hususundaki itirazlarının somut olaya uygun olmadığı, somut olayda tarafların ödeme emri tebliğinden sonra borca tümden itirazları sözkonusu olup artık takibin durduğu, o halde, icra memuru tarafından verilen kararın yasal ve yerinde olduğu…” gerekçesiyle icra memuru işlemine ilişkin şikayetin reddine dair verilen karar davacı-alacaklı banka vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş; kararı davacı-alacaklı banka vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ilamsız icra takibinde itiraz üzerine takibin durdurulmasına rağmen ihtiyati haciz işleminin geçerliliğinden bahisle yeni haciz yapılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı-alacaklı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 01.04.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

kaynak: uyap mevzuat.

17 Aralık 2015 Perşembe

Eserin FSEK Kapsamında Korunmasının Koşulları

Bir Eserin FSEK Kapsamında Korunabilmesinin Koşulları

Fikri mülkiyet; telif hakları ve sınai haklar olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Telif hakları (copyrights) kendi içinde dört ana kategoriden oluşmaktadır. Bunlar: a- İlim ve edebiyat eserleri, b- Musiki eserleri, c- Güzel sanat eserleri, d- Sinema eserleri (görsel-işitsel eserler). Sahibinin hususiyetini taşıyan bu çalışmalardan doğan haklar münhasıran sahiplerine ait olup, üçüncü kişiler bu hakları izinsiz bir şekilde kullanamaz (5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m. 1/B-a, FSEK).

Bir şeyin FSEK anlamında eser olarak kabul edilmesi için iki unsurun birlikte var olması gereklidir. Bunlar “objektif unsur ve “subjektif unsur” olarak belirtilmektedir. Eser kavramının objektif unsuru, bir çalışmanın FSEK m.2-5 arasında yer alan eser gruplarından birisine dahil olmasıdır. Nelerin FSEK kapsamında korunacağı şekli olarak belirlendiğinden telif hukuku bakımından çoğu zaman objektif unsur tartışma dışıdır.

Eser kavramının subjektif unsuru “hususiyettir.” Hususiyet, FSEK’in temel kavramı olan "eser" açısından en önemli unsurdur. Telif hakkına dayanan talepler karşısında eserin, eser sahibine ait hususiyeti taşıyıp taşımadığının belirlenmesi gerekir. Hususiyet telif haklarının en önemli ayırt edici unsurudur. Bu çerçevede, FSEK’in korumasını bizatihi fikrin kendisini koruyacak şekilde genişletmek fikri mülkiyet korumasındaki dengeleri bozabilir[1]. Fikri ve sanat eserleri daha ziyade edebi ve sanatsal çalışmalardır[2]. Fikri çaba sarf edilerek meydana getirilen her ürün eser değildir. FSEK anlamında bir eserden söz edilebilmesi için söz konusu çalışmanın, sahibinin hususiyetini taşıması (subjektif koşul) ve FSEK’te öngörülen eser türlerinden birine girmesi (objektif koşul) gerekir (FSEK m. 1b/a)[3].

Tekinalp'e göre; “hususiyet, anlatımda (üslupta) olup sahibinin yaratıcılığına, yani sıradan olmamasına ve bu nedenle de bireysel ve öznelliği yakalama[4]” halidir. Yazara göre, “özgü olma ustalara ve başyapıtlara hastır. O nedenle hususiyet bu kadar dar bir alana hapsedilmemelidir." Tekinalp, FSEK anlamında eserdeki hususiyeti şöyle tarif etmiştir: "hususiyet sıradan olmamayı ifade eder”[5]. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 11.02.2002 tarih ve 2002/8275E, 2002/8839K sayılı içtihadında; “bir eserin sahibinin hususiyetini taşıyıp taşımadığı incelemesinin uzman bilirkişilerce belirlenebileceği görüşündedir.”Bir fikri ürünün eser olarak korunabilmesi için 5846 Sayılı FSEK hükümleri gereğince “eser” mahiyetinde olması gerekir. Eser mahiyetinde bahsedebilmek için söz konusu eserin “sahibinin hususiyetini” taşıması ve “sahibinin hususiyetini yansıtacak düzeyde şekillenmiş olması” gerekir.

Bu hususa ilişkin olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 23.09.2013 tarih ve 2012/18307E, 2013/16333K sayılı bir diğer kararında bir şeyin FSEK kapsamında korunabilmesi için şöyle içtihat tesis etmiştir: 5846 sayılı FSEK hükümlerine göre, eser olarak korunan fikrin kendisi değil büründüğü şekil, başka bir deyiş ile fikrin ifade biçimidir. Bu ifade tarzı aynı kanunun 1/B maddesinde yer alan “sahibinin hususiyeti” yani anlatım biçimi “üslup”ta kendisini gösterir. Ayrıca da, eser sahibine ait fikri hak koruması hangi biçimde tanımlandığı, açıklandığı, şekillendirildiği veya eserde yer aldığına bakılmaksızın fikir, usul, yöntem, işlem, sistem, işletme metodu, kavram, prensip, keşif ve buluşları kapsamaz. Koşulları mevcut olduğu takdirde bu gibi buluş, yöntem ya da keşiflerin patent, faydalı model, haksız rekabet vb. hükümlerine göre korunması mümkündür.

Bir eserin sahibinin hususiyetlerini taşıması için eserin özgün olması yeterli olup yeni ve orijinal olması şart değildir (Yasaman s.33). Dolayısıyla eser onu yaratan zihnin bireyselliğini gösteren özellikler taşımalıdır (Senai Olgaç s. 3). FSEK ile koruma altına alınan şey bizzat düşünce değil, bu düşüncenin ifade ediliş tarzıdır.

Tekinalp sert hususiyet aranma şartını eleştirerek FSEK anlamında bir eserin özgün olmasının çerçevesini çizmiştir. Yazara göre; “Özgü olma ustalara ve başyapıtlara hastır. Hususiyet bu kadar dar bir alana inhisar etmemelidir. Hususiyet sıradan olmamayı ifade eder.” Fikri bir emek sarf etmeksizin ortaya çıkarılan yaratıcı bir çalışmanın sonucu olmaktan uzak yatkınlık, alışkanlık sonucu ortaya konulan fikri ürünler eser olarak kabul edilemezler.

Av. Ferman Kaya



[1] SULUK, Cahit; ORHAN Ali; “Uygulamalı Fikri Mülkiyet Hukuku”, Arıkan Basım, 2005, İstanbul , Cilt: II, s. 120

[2] Age: s. 120

[3] Age: s. 141

[4] TEKİNALP, Ünal; “Fikri Mülkiyet Hukuku” 3. Bası, Beta, İstanbul, 2004, s. 93 vd.

[5] Age: s. 93 vd.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Azami Süreli İş ve Belirli Süreli İş Sözleşmesi Yapmanın Koşulları

Belirli Süreli İş Sözleşmesi ve Azami Süreli İş


İş sözleşmesi bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlendiği bir sözleşmedir. İş sözleşmesi özel bir şekle tabi olmamakla birlikte süresi bir yıl ve daha fazla olan iş sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması zorunludur. İş sözleşmeleri damga vergisi ve her çeşit resim ve harçtan muaf tutulmuştur. Taraflar iş sözleşmesini, İş Kanunu hükümleriyle getirilen sınırlamalar saklı kalmak koşuluyla, ihtiyaçlarına uygun türde düzenleyebilirler (TBK m. 393 - 394).

Genel olarak, iş güvencesi ilkesinin de bir gereği olarak iş sözleşmelerinin “belirsiz süreli” olmaları esastır. Ancak İş Kanunu'nda işçi ve işverene belli şartlar ve kısıtlamalar doğrultusunda “belirli süreli” sözleşme yapma imkanı da tanınmıştır. İş sözleşmesinde sözleşmenin belirli – belirsiz süreli olması tarafların sözleşmenin sona erme süresini belirlemiş olup olmadığına dayanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, taraflar, sözleşmenin sona erme süresini belirleyerek fesih bildirimine gerek olmaksızın sözleşmenin sona ermesini sağlamak amacıyla sözleşmenin geçerliliğini belli bir süreye bağlayabilirler.

Belirli süreli iş sözleşmelerinin hangi hallerde yapılabileceği, objektif koşullarının neler olduğu 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 11'inci maddesinde belirtilmiştir. Belirli süreli iş sözleşmesi yapma hakkı, sınırsız bir özgürlük olarak düşünülmemelidir. İş Kanunu’nda da, belirli süreli iş sözleşmesi yapma hakkına sınırlama getiren hükümlere yer verilmiştir (4857 Sayılı Kanun m.11). Bunlar sözleşmesinin “şekli” ile ilgili olduğu gibi “belirli süreye bağlı olarak yapılması” ve “objektif koşullara bağlı olarak yapılması” şeklinde belirtilebilir. Bununla birlikte, belirli süreli iş sözleşmelerinin yenilenmesi de İş Kanunu’na göre objektif (esaslı) koşullara bağlanmıştır (4857 Sayılı Kanun m.11/2). Dolayısıyla belirli süreli iş sözleşmesinde tarafların sözleşmenin niteliğini kendilerince isimlendirmelerinin bir önemi bulunmamaktadır.  Belirli süreli iş sözleşmesi ancak kanunda belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasını gerektiren olguların varlığı ile gerçekleşebilecektir.

Nitekim Türkiye'nin taraf olduğu ILO “İş Sözleşmesine İşveren Tarafından Son Verilmesi Hakkında 158 Sayılı Sözleşme”sinde, belirli süreli veya belirli bir işin tamamlanmasıyla ilgili olarak, iş sözleşmesi ile çalıştırılmakta olan bir işçinin, "Sözleşme" hükümlerinin uygulama alanı dışında bırakılmasının mümkün olduğu; ancak işçinin Sözleşme hükümlerinin koruyucu hükümlerinden uzak tutmak amacıyla belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasına karşı da yeterli güvencelerin alınması gerektiği açıkça vurgulanmıştır.

Bu bilgiler çerçevesinde 4857 Sayılı Kanunun 11'inci maddesine göre; 

• Belirli süreli bir işin olması durumunda,
• Belli bir işin tamamlanması gerektiğinde,
• Belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi "objektif koşullara" bağlı durumlarda

işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir, diyebiliriz.

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tarafların belirli süreli sözleşme yapma serbestisi kanun ile sınırlandırılmıştır. Madde hükmünden de anlaşılacağı üzere belirli süreli iş sözleşmesi istisnai durumlarda yapılabilen bir sözleşme tipidir. Belirli süreli olarak düzenlenen bir sözleşmenin kanunen geçerliliğinin olması için bazı şartlar söz konusudur. Bunları özetlemek gerekirse; belirli bir görev tanımı, objektif neden ve süresi belirli bir sözleşmenin yazılı olarak yapılmasıdır.

Bahsedilenin aksine, objektif bir neden varlığı söz konusu değilse, süre öngörülebilir değil ve açık olarak belirtilmemiş veya genel geçer ifadelere yer verilmişse veya yazılı olarak düzenlenmemişse, işçi sözleşmesinin “belirli süreli sözleşme” olduğu konusunda bilgilendirilmemişse ve sözleşmede işçinin görev tanımına yer verilmemişse sözleşme geçerliliğini kaybeder ve belirsiz süreli sözleşme olarak dikkate alınır. 


Yargıtay bir kararında belirli süreli iş sözleşmesine ilişkin olarak: “4857 sayılı İş Kanunun 11'inci maddesinde belirli süreli sözleşmesi düzenlenmiş ve iş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşmenin belirsiz süreli sayılacağı kuralına yer verilerek, asıl olanın belirsiz süreli iş sözleşmesi olduğu vurgulanmıştır. Gerçekten, iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak için işçinin belirsiz süreli sözleşme kapsamında çalışması gerekir. İşverenlerin iş güvencesi hükümlerinin etkinliğini azalmak için yaygın olarak belirli süreli iş sözleşmesi düzenlemeleri imkan dahilinde olduğundan, İş Kanununda belirli süreli iş sözleşmesinin yapılabilmesi ve yenilenmesi özel bazı koşullara tabi tutulmuştur." şeklinde hüküm kurmuştur.

Uygulamada sıkça rastlanan sorunlardan bir tanesi de belirli süreli iş sözleşmesinin objektif unsurularını taşımayan veya mevzuat zorunluluğundan kaynaklı olarak süresi belirli iş akitlerinin belirli süreli iş sözleşmesi olarak nitelendirilmesidir. Yargıtay uygulamasına göre bu son derece hatalı bir değerlendirmedir. Aşağıda değinilmiş olan Yargıtay kararlarından da görüleceği üzere bu tür sözleşmelerin "azami süreli iş sözleşmesi" olarak kabul edilmesi gerektiği ve azami süreli iş sözleşmelerinin de belirsiz süreli iş sözleşmesi hükümlerine tabi olduğu açıkça vurgulanmıştır (9. Hukuk Dairesi 2011/54795 E., 2014/4691 K.).

Av. Ferman Kaya


Konuyla ilgili aşağıdaki Yargıtay kararları incelenebilir.
9. Hukuk Dairesi 2011/54795 E. , 2014/4691 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ERDEK ASLİYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/09/2011
NUMARASI : 2010/52-2011/208

DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, 18.12.2004 tarihinde davalıya ait D.. Eczanesinde eczacı olarak çalışmaya başladığını, davacının bu çalışmasının iş akdinin haksız yere feshedildiği 16.11.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak sürdüğünü, davalının iş yerini kapatacağını beyan ederek iş akdini feshettiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatlarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, eczacı olmadığını, eczacı olan eşinin ölümü nedeni ile 14.11.2004 tarihinden itibaren 5 yıl süreyle ruhsatname alındığını, 6197 Sayılı Yasanın 9. maddesine göre 5 yıllık süreyle mesul müdür ile idare edebilmenin mümkün olduğunu, davacının sınırlı süreden bilgi sahibi olduğunu, bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı talep edemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının davalının hissedarı bulunduğu Deniz Eczanesine idare onayı ile 6197 Sayılı Yasa uyarınca mesul müdür olarak atandığı ve 5 yıllık süre ile sınırlı çalışacağını önceden bildiği, davalı ile bu konuda yazılı sözleşme yaptığı, hatta 5 yıllık süre dolmadan davalıya 5 yıllık sürenin dolmak üzere olduğunu bildirdiği, yine aynı şekilde İl Sağlık Müdürlüğüne de 10.11.2009 tarihinde 5 yıllık sürenin dolmak üzere olduğunu bildirerek ruhsatın iptali başvurusunda bulunduğu, bu durumda belirli süreli iş sözleşmesi uyarınca davacının çalıştığı sürenin dolması ve davacının ruhsatını iptal ettirmesi nedeninden ötürü iş akdinin sona erdiği gerekçesi ile kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, iş sözleşmesinin belirli süreli veya azami süreli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davacı, iş akdinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olduğunu ve iş akdinin haksız olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı talep etmiştir. Davalı ise iş sözleşmesinin belirli süreli olduğunu ve davacının belirli süreden haberi olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iş sözleşmesinin belirli süreli olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflar arasında 15.12.2004 tarihinde yapılan yazılı sözleşmede davacının davalıya ait eczanede mesul müdür olarak çalışmayı kabul ettiği, kendisinin eczane açmak istediğinde hoşgörü ve anlayış çerçevesi dahilinde bir veya iki ay önceden kullanmak üzere diplomasını geri alacağı belirtilmiştir. Bu sözleşmede taraflarca herhangi bir süre kararlaştırılmamıştır. Ancak dosya içindeki bilgi ve belgeler ile tarafların beyanlarından söz konusu sözleşmenin 6197 Sayılı Eczacılar ve Eczaneler hakkındaki yasanın 8. ve 9. maddeleri uyarınca yapıldığı anlaşılmaktadır. Anılan yasanın 8. maddesinde;”Vefat eden veya hacredilen veya meslek ve sanatının icrasından mütevellit devamlı malüliyete duçar olan bir eczane sahibinin karısı veya kocası veya çocukları varsa eczanenin bunlar hesabına bir mesul müdürün idaresi altında işletilmesine Sağlık ve Sosyal Yardım Vekaletince ruhsat verilir. Bu suretle verilecek ruhsatnamelerden Harçlar Kanunununa göre harç alınır” denmekte, 9. maddesinde ise; Ölen bir eczacının karısı veya kocası veya çocukları namına mesul müdür tarafından idaresi (5) seneyi geçemez ibaresi yer almaktadır.

Belirtilen bu maddeler uyarınca taraflar arasında yapılan sözleşmenin yasa gereği 5 yılı geçemeyeceği anlaşılmakta olup sözleşme,azami süreli iş sözleşmesidir. Burada sözleşmenin en fazla yürürlükte kalacağı süre 5 yıldır ve sözleşmenin belirli süreli sözleşme olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Taraflarca süresinden önce bir fesih yapılması durumunda 4857 Sayılı İş Kanununun 17. maddesine uyarınca ihbar öneli tanınması ya da ihbar tazminatı ödenmesi gerekecektir.

Ancak somut olayda, taraflar arasındaki sözleşme yasa gereği belirlenen 5 yılın dolması ile sona ermiştir. Bu sebeple de davacı ihbar tazminatı talep edemese de kıdem tazminatı talep edebilecektir. Mahkemece, yanılgılı değerlendirme ile iş sözleşmesinin belirli süreli olduğu kabul edilerek kıdem tazminatı talebinin reddi hatalı olup kararın bozulması gerekmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 17.02.2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. 

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
E. 2015/1536
K. 2015/1572
T. 29.1.2015

• FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE İSTEMİ (Azami Süreli İş Sözleşmesi - Hizmet Sözleşmesinde Araştırma Görevlisinin En Çok Üç Yıl Süre İle Atanacağı Belirtildiği/Sözleşmenin Belirsiz Süreli İş Sözleşmesi Hükümlerine Tabi Olduğu - Şartların Varlığı Halinde İşe İade Davası Açılabileceği/Mahkemece Davanın Açılamayacağından Ret Kararı Verilmesinin İsabetsizliği)

• AZAMİ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ (Feshin Geçersizliği ve İşe İade İstemi - Hizmet Sözleşmesinde Araştırma Görevlisinin En Çok Üç Yıl Süre İle Atanacağı Belirtildiği/Bu Türden Sözleşmelerin Belirsiz Süreli İş Sözleşmesi Hükümlerine Tabi Olduğu - Diğer Şartların Varlığı Halinde İşe İade Davası Açılabileceği Gözetileceği)

• BELİRSİZ SÜRELİ İŞ SÖZLEŞMESİ HÜKÜMLERİNE TABİ OLMA (Hizmet Sözleşmesinde Araştırma Görevlisinin En Çok Üç Yıl Süre İle Atanacağı Belirtildiği - Sözleşme Belirli Süreli Olmayıp "Azami Süreli" İş Sözleşmesi Olduğu/Diğer Şartların Varlığı Halinde İşe İade Davası Açılabileceği - Sözleşmenin Belirli Süreli Olduğundan Bahisle Davanın Reddi Doğru Olmadığı )

818/m.338, 4857/m.11


ÖZET : Dava; feshin geçersizliği ve işe iade istemine ilişkindir. Somut olayda, taraflar arasında yapılan hizmet sözleşmesinde araştırma görevlisinin en çok üç yıl süre ile atanacağı belirtilmiş olup, bu hüküm taraflar arasındaki iş sözleşmesinin üç yılı aşmayacağı, ancak daha az süre de devam edebileceği anlamına gelmektedir. Sözleşmede, sözleşmenin sona erme halleri belirtilmiş olup, azami süre içerisinde hangi şartlarda sözleşmenin sonlanacağı tespit edilmiştir. Bu bilgi ışığında yapılan değerlendirmeye göre eldeki iş sözleşmesi, belirli süreli olmayıp "azami süreli" iş sözleşmesi niteliğindedir. Bu türden sözleşmelerin belirsiz süreli iş sözleşmesi hükümlerine tabi olması sebebiyle diğer şartların da varlığı halinde, işe iade davası açılabileceğinden, mahkemenin ret gerekçesi yerinde değildir.

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.

Hüküm duruşmalı olarak süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de; işin mahiyeti itibarıyla duruşma isteminin reddine, incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verilmiş olmakla dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı işçi, iş sözleşmesinin geçerli sebep olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde, ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.

Davalı vekili, sözleşmenin belirli süreli olması sebebiyle davacının işe iade hükümlerinden yararlanamayacağını, işin esasına girilmesi halinde ise, sözleşme hükümleri uyarınca davacının süresinde doktora eğitimini tamamlayamaması sebebiyle iş sözleşmesinin sona erdiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, iş sözleşmesinin belirli süreli olması sebebiyle davacının iş güvencesi hükümlerinden faydalanmasının mümkün olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, taraflar arasında yapılan iş sözleşmesinin belirli süreli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Belirli süreli iş sözleşmesinden söz edilebilmesi için sözleşmenin açık veya örtülü olarak süreye bağlanması ve yapılması için objektif nedenlerin varlığı gerekir.

818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 338. maddesinde, "Hizmet akdi, muayyen bir müddet için yapılmış yahut böyle bir müddet işin maksut olan gayesinden anlaşılmakta bulunmuş ise, hilafı mukavele edilmiş olmadıkça feshi ihbara hacet olmaksızın bu müddetin müruriyle, akit nihayet bulur." kuralı mevcuttur. Anılan hükme göre tarafların belirli süreli iş sözleşmesi yapma konusunda iradelerinin birleşmesi yeterli görüldüğü halde, mülga 1475 Sayılı İş Kanunu uygulamasında da Yargıtay kararları ile belirli süreli iş sözleşmelerine sınırlama getirilmiş ve sürekli yenilenen sözleşmeler bakımından ikiden fazla yenilenme halinde sözleşmenin belirsiz süreli hale dönüşeceği kabul edilmiştir.

İş güvencesi hükümlerinin yürürlüğe girmesiyle belirli - belirsiz süreli iş sözleşmesi ayrımının önemi artmış durumdadır. 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 11. maddesinde, "İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif şartlara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir. Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir sebep olmadıkça, birden fazla üst üste ( zincirleme ) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir. Esaslı sebebe dayalı zincirleme iş sözleşmeleri, belirli süreli olma özelliğini korurlar." şeklinde düzenleme ile bu konudaki esaslar belirlenmiştir. Borçlar Kanunundaki düzenlemenin aksine iş ilişkisinin süreye bağlı olarak yapılmadığı hallerde sözleşmenin belirsiz süreli sayılacağı vurgulanarak ana kural ortaya konulmuştur.

Somut olayda, taraflar arasında yapılan hizmet sözleşmesinin 5. maddesinde araştırma görevlisinin en çok üç yıl süre ile atanacağı belirtilmiş olup, bu hüküm taraflar arasındaki iş sözleşmesinin üç yılı aşmayacağı, ancak daha az süre de devam edebileceği anlamına gelmektedir. Aynı maddenin 2 ve 3. fıkralarında ise sözleşmenin sona erme halleri belirtilmiş olup, azami süre içerisinde hangi şartlarda sözleşmenin sonlanacağı tespit edilmiştir.

Bu bilgi ışığında yapılan değerlendirmeye göre eldeki iş sözleşmesi, belirli süreli olmayıp "azami süreli" iş sözleşmesi niteliğindedir. Bu türden sözleşmelerin belirsiz süreli iş sözleşmesi hükümlerine tabi olması sebebiyle diğer şartların da varlığı halinde, işe iade davası açılabileceğinden, mahkemenin ret gerekçesi yerinde değildir.

Bu durumda işin esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 29.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

22. Hukuk Dairesi 2012/3982 E. , 2012/9899 K. 

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Üsküdar 3. İş Mahkemesi
TARİHİ : 29/12/2011
NUMARASI : 2009/800-2011/853

Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin Dubai Şubesi'nde idari işlerden sorumlu müdür yardımcısı olarak üç yıllık belirle süreliiş sözleşmesiyle çalışmaya başladığını, 05.05.2008 tarihinde imzalanan ve 01.06.2008 tarihinden itibaren geçerli olan iş sözleşmesiyle 8.500,00 USD aylık net ücret, aylık 3.500,00 USD ev kirası ve 3.500,00 USD ev giderleri ile yılda bir maaş tutarında ikramiye ödeneceğinin kararlaştırıldığını ancak Ekim 2008 ayında maaşının sadece 2.550,00 USD lık bölümünün ödendiğini, Kasım, Aralık 2008 ve Ocak 2009 aylarına ait maaşlarının hiç ödenmediğini, bu sebeple 4587 sayılı İş Kanunu'nun 24/II-e maddesine göre 30.01.2009 tarihi itibariyle iş sözleşmesini haklı sebeple feshederek 31.450,00 USD'lik birikmiş ücret alacağı ile iş sözleşmesinin haklı sebeple süresinden önce feshedilmesi sebebiyle toplam 238,000,00 bakiye süre ücreti alacağının ödenmesini talep ettiğini, cevabi ihtarname ile bu talebinin reddedilmesi üzerine davanın açılması gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; ücret ve bakiye süre ücreti alacaklarının ödetilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacı ile şirketleri arasında bir sözleşme yapılmadığını, Dubai'de o ülke kanunlarına göre kurulan ...A.Ş..arasında 05.05.2008 tarihli iş sözleşmesi bulunduğunu, davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, iş sözleşmesine göre Türk Hukukunun uygulanamayacağını, Türk mahkemelerinin yetkili ve görevli olmadığını, uyuşmazlığın iş mahkemesinde değil genel mahkemelerde çözümlenmesi gerektiğini, sözleşmeye göre davacının fesihten doksan gün önce bildirimde bulunması gerektiğini, sözleşmede aylık 3.500,00 USD olarak kararlaştırılan kira bedelinin bir yıllık tutarı olan 42.000,00 USD' nin davacının banka hesabına peşin olarak yatırıldığını, fesihten sonraki aylara ilişkin kira bedelinin birikmiş ücret alacağından mahsup edilmesi hususunda davacı ile

şifahi olarak anlaştıklarını, mahsup yapıldıktan sonra davacı işçinin şirkete 1.015,00 USD borcu bulunduğunu, sözleşmede ev gideri olarak her ay 3.500,00 USD ödeneceğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmadığını, sözleşmenin her ne sebeple olursa olsun süresinden önce feshi halinde sözleşme süresi sonuna kadar ücret ödeneceğine dair sözleşmede hiçbir hüküm bulunmadığını, şirketin sözleşmeyi süresinden önce feshetmesi durumunda üç aylık ihbar tazminatı ödeneceğinden söz edilmekte ise de sözleşme şirket tarafından feshedilmediğinden bu cezai şartı ödeme yükümlülüğünün de bulunmadığını, aksine sözleşmede üç ay önceden bildirim şartı bulunması sebebiyle üç aylık ücreti kadar davacının borcu bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece alınan bilirkişi raporu doğrultusunda istekler kısmen hüküm altına alınmıştır.

Hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

Dosyada biri belirli süreli, diğeri belirsiz süreli olmak üzere iki adet iş sözleşmesi bulunmaktadır. Belirsiz süreli olan sözleşme, daha sonraki tarihte yapılmıştır. Buna göre davacının belirsiz süreli sözleşmeyle çalıştığının kabulü gerekir. Kaldı ki; ilk sözleşmede, tarafların, kararlaştırdıkları azami süre içerisinde her zaman bildirimli fesihle (feshi ihbarla) sözleşmeyi sona erdirme hakkı saklı tutulduğuna göre, "Azami Süreli İş Sözleşmesi" niteliğinde olan ilk sözleşmede sürenin dolmasına kadar belirsiz süreliiş sözleşmesi hükümlerine tabidir.

Bu durumda davacının bakiye süre ücreti alacağına ilişkin isteğinin reddi gerekirken kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebepten BOZULMASINA, davalı yararına takdir edilen 900,00 TL duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, peşin ödenen temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 15.05.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/yeniTasarim/index.jsp

7 Aralık 2015 Pazartesi

Borcun Taksitle Ödenmesinin İcra İflas Kanunu Çerçevesinde İncelenmesi

İcra Takibi Başlamış Borcun Taksitle Ödenmesi

Hakkında icra takibi kesinleşmiş olan borçlu borcunu taksitle ödemek isteyebilir. Taksitle ödeme İcra İflas Kanununun 111'inci maddesinde düzenlenmiştir. 

Borçlu alacaklının satış talebinden evvel borcunu muntazam taksitlerle ödemeği taahüt eder ve birinci taksiti de derhal verirse icra muamelesi durur (İİK m. 111/1).

Şu kadar ki borçlunun kafi miktar malı haczedilmiş bulunması ve her taksitin borcun dörtte biri miktarından aşağı olmaması ve nihayet aydan aya verilmesi ve müddetin üç aydan fazla olmaması şarttır (İİK m. 111/2).

Borçlu ile alacaklının borcun taksitlendirilmesi için icra dairesinde yapacakları sözleşme veya sözleşmelerin devamı süresince 106 ve 150/e maddelerindeki süreler işlemez. Ancak bu sözleşme veya sözleşmelerin toplam süresinin on yılı aşması hâlinde, aştığı tarihten itibaren süreler kaldığı yerden işlemeye başlar (Ek fıkra: 9/11/1988 - 3494/13 md.; Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2003-4949/26 md.), (İİK m. 111/3).

Taksitlerden biri zamanında verilmezse icra muamelesi ve süreler kaldığı yerden devam eder (Değişik fıkra: 9/11/1988 - 3494/13 md.), (İİK m. 111/4).


Taksitle ödeme hacizden önce ve hacizden sonra taksitle ödeme şeklinde olmak üzere iki şekilde olabilir. Borçlu ve alacaklı hacizden önceki bir dönemde icra dairesine başvurarak icra müdürünün huzurunda borcun taksitle ödeneceği hususunda bir anlaşma yapabilirler. 

Borçlu hacizden sonra fakat satış talebinden önce borcunu muntazam şekilde ödemeyi taahhüt edip ve İİK m. 111/I ve II'deki şartlara somut olaya uygunsa alacaklının muvafakatine gerek kalmadan icra takibi kendiliğinden durur, yani icra müdürü, borçlunun hacizli mallarını satamaz.

Hacizden sonra İİK'nın 111'inci maddesinin uygulanabilmesi için;

- Borca yetecek şekilde haciz tatbik edilmiş olmalı, (muhafaza yapılmış olmamasının önemi yok),

- Borçlu yeterli mal haczini takiben borcu dört eşit taksitte ödemeyi taahhüt etmeli, 

- Taksitlerden birini de defaaten ödemelidir.

Bu halde alacaklı yanın rızası aranmaksızın ve bu istek alacaklı yan "satış talep etmeden önce" yapılmış ve gerekleri yerine getirilmiş olmak kaydıyla tüm icra muamelelerini durdurur.

İİK. m.111 gereği taksitlendirilen borç, taahhüt süreci aksatılmadığı müddetçe icra muamelelerini durdurur. İlk taksit ihlalinden itibaren alacaklı icra işlemlerinin devamını isteyebilir. Taksit süresi içinde, satış isteme süreleri de işlemez.


Av. Ferman Kaya


Konuyla ilgili aşağıdaki Yargıtay kararları incelenebilir.

12. Hukuk Dairesi 2014/25078 E. , 2014/31024 K.


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Mersin 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 21/07/2014
NUMARASI : 2014/334-2014/339

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından borçlu aleyhine çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip başlatıldığı, örnek 10 ödeme emrinin borçluya 05.06.2014 tarihinde tebliğ edildiği, borçlunun 17.07.2014 tarihinde İcra Dairesine yaptığı başvurusunda, dosya borcunun hesaplanması talebi ile birlikte borca kafi miktarda haciz yapıldığını, borcu İİK'nun 111. maddesi uyarınca 4 taksit ile ödemeyi talep ettiği, İcra Müdürlüğü'nce borca yeter miktarda menkul haczi bulunmadığı gerekçesi ile talebin reddine karar verildiği, borçlunun İİK'nun 111. maddesi kapsamında borcun taksitle ödenmesi şartlarının oluştuğunu, borcu taksitler halinde ödeyeceklerini belirterek müdürlük işleminin iptaline talep ettiği, Mahkemece takibin kesinleşmediği gerekçesi ile şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İcra ve İflas Kanunu'nun 111. maddesinin 1. fıkrasında “Borçlu alacaklının satış talebinden evvel borcunu muntazam taksitlerle ödemeği taahüt eder ve birinci taksiti de derhal verirse icra muamelesi durur.” hükmü ile 2. fıkrasında “Şu kadar ki borçlunun kafi miktar malı haczedilmiş bulunması ve her taksitin borcun dörtte biri miktarından aşağı olmaması ve nihayet aydan aya verilmesi ve müddetin üç aydan fazla olmaması şarttır.” hükmü yer almaktadır.
Somut olayda, örnek 10 ödeme emrinin borçluya 05.06.2014 tarihinde tebliğ edildiği ve borçlu hakkındaki takibin kesinleşmiş olduğu, borçlunun açmış olduğu menfi tespit davası ve bu davadan İİK'nun 72/3. maddesi uyarınca verilen ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesine giren paranın alacaklıya ödenmemesine dair tedbirin takibin kesinleşmesine engel olmadığı, takip talebinde ve ödeme emrinde belirtilen toplam alacağın 26.818,36 TL olduğu, kıymet taktiri yapıldığına ilişkin dosya içerisinde belge bulunmasa da borçlu şirkete ait olan .... plakalı araçların haczedildiği, yine borçlu şirkete ait olan M. ili E.ilçesi A. Köyü .. ada .. parsel sayılı taşınmazın haczedildiği ve bu taşınmaza Erdemli İcra Müdürlüğü'nün 2014/430 T.sayılı dosyasından aldırılan 23.06.2014 tarihli rapor ile 163.700 TL kıymet taktir edildiği anlaşılmaktadır. Borçlu hakkındaki takip kesinleşmiş olması, borca kafi miktar malın haczedilmiş olması ve borçlunun talebinin de İİK'nun 111/1-2. maddelerine uygun olduğuna göre şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


12. Hukuk Dairesi 2013/4749 E. , 2013/13237 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 04/12/2012
NUMARASI : 2012/761-2012/1047

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

İİK'nun 83/2. maddesinde yer alan yasal düzenlemeye göre maaş üzerinde birden fazla haciz varsa sıraya konulur. Sırada önce olan haczin kesintisi bitmedikçe, sonraki haciz için kesintiye geçilemez.
Öte yandan maaş alacağı menkul hükmünde olup, menkul haczine ilişkin hükümler uygulanır ve haciz icra zaptına yazıldığı anda konulmuş olur. Haciz tarihi itibariyle yürürlükte bulunan İİK'nun 106. maddesi uyarınca hacze konu olan maaştan kesinti yapılması 1 yıllık sürede istenilmelidir. Aksi halde aynı yasanın 110. maddesi uyarınca haciz kalkar.
İİK'nun taksitle ödeme başlıkla 111. maddesi uyarınca borçlu ile alacaklının borcun taksitle ödenmesi konusunda ve belirtilen yasa maddesindeki şartlara uygun olarak yapacakları sözleşmenin devamı süresince İİK'nun 106. maddesindeki süre işlemez. 

Somut olayda; alacaklı ile borçlu arasında borcun ödenmesi konusunda haricen yapıldığı belirtilen sözleşme, İİK'nun 111. maddesinde yer alan düzenlemeye uygun bir sözleşme olmadığından, aynı yasanın 106. maddesindeki sürenin işlemesini engellemez.
Bu durumda 1. sırada olan ...Bankası A.Ş. Lehine konulan 06.04.2009 tarihli haciz İİK'nun 106-110 maddeleri uyarınca düşmüştür. Maaş kesintilerinin 2. sırada haciz alacaklısı olan Ramazan Ünver'in alacaklısı olduğu takip dosyasına ödenmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Öte yandan HMK'nun 297. maddesinin (1). fıkrasının (e) bendi gereği hükümde "gerekçeli kararın yazıldığı tarihin" yer alması zorunlu olup, kanunun bu emredici hükmüne aykırı davranılması da doğru bulunmamıştır.
SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/04/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu 2009/19-133 E. , 2009/159 K.
"İçtihat Metni"

ESAS NO : 2009/19-133 
KARAR NO : 2009/159 

MAHKEMESİ : İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 25/09/2008
NUMARASI : 2008/448-2008/464

Taraflar arasındaki “İtirazın İptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 4. As.Tic. Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15/3/2007 gün ve 2006/533 E. 2007/86 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 25/3/2008 gün ve 2007/9266-2008/2929 sayılı ilamı ile; (…Dava kredi kartı üyelik sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için girişilen icra takibine yönelik itirazının iptali ve icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.

Davalı taraf davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece benimsenen bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne, takibin 1.788,99 YTL asıl alacak, 225.78 YTL işlemiş faiz, 11.29 YTL.%5 BSMV olmak üzere toplam 2,026.06 YTL üzerinden devamına, fazlaya ilişkin istemin reddine, toplam alacağın 828.61 YTL. üzerinden ek kart hamili Bircan Kutlugün’ün diğer borçlu asıl kart hamili Ö.. K..ile birlikte müteselsil sorumlu olmasına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasalarda belirlenen oranlarda temerrüt faizi ve bu faizin %5 oranında gider vergisi uygulanmasına, %40 tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalılarca temyiz edilmiştir.

5464 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce uyuşmazlığa bakmakla görevli İzmir Tüketici Mahkemesince verilen kararın taraflarca temyizi üzerine Yargıtay 13.Hukuk Dairesince tesis edilen ve mahkemece uyulan 10.11.2005 tarihli bozma kararında “davalı borçluların 31.3.2005 tarihinde davanın görüldüğü mahkemeye gönderilmek üzere Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla 4822 sayılı Yasanın geçici 1 maddesi hükmünden yararlanmak istediklerini bildirir dilekçe verdikleri gözetilerek mahkemece yasal sürede usulüne uygun başvuru olduğu kabul edilerek bilirkişiden geçici yasadan yararlanır şekilde yöntemine uygun rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği” belirtilmiştir.

Bozma ilamına uyulmakla araştırma ve incelemenin ne şekilde yapılacağı konusunda davalı taraf lehine usûli kazanılmış hak oluşmuştur. Mahkemece bozma ilamında açıklanan araştırma ve inceleme yöntemi ile ilgili kazanılmış hak olgusu gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN :Davalılar
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre uyuşmazlık somut olayda davalılar lehine usûli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. 

4822 sayılı Kanunla 4077 sayılı Kanuna eklenen geçici 1.maddeye göre; “Bu Kanun’un yayımından önce borçlunun temerrüdü nedeniyle ödenmeyerek icra takibi aşamasına gelen veya icra takibine konu edilen kredi kartı borçları, temerrüt tarihindeki anaparaya, yıllık yüzde elliyi geçmemek üzere gecikme faizi uygulanmak suretiyle oniki eşit taksitle ödenir."

Aynı maddenin 2.fıkrasında ise; “Kredi kartı borçları nedeniyle gerçekleştirilen her türlü takibin, birinci fıkrada yer alan hükme göre ilk taksidin ödenmesiyle duracağı ve son taksidin ödenmesiyle birlikte tüm sonuçlarıyla ortadan kalkacağı” öngörülmüştür.

Hükmüne uyulan Yüksek 13. Hukuk Dairesi’nin önceki bozma kararında, davalıların anılan yasaya uygun biçimde başvuruda bulundukları kabul edilerek, bilirkişiden davalıların geçici yasadan yararlandırılmak suretiyle yeni bir rapor alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gereğine değinilmiştir. Mahkemece anılan bozma kararına uyulmakla, 4822 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinde öngörülen biçimde saptanacak şekilde, borcun taksitle ödenmesi konusunda, davalılar yararına usûli kazanılmış hak oluştuğunun kabulü gerekir.
Her ne kadar, yargılama sırasında yürürlüğe giren 5464 sayılı Yasanın geçici 4.maddesiyle kredi kartı hamilinin lehine bir takım hükümler getirilmiş ise de, dosyadaki bilgi ve belgelerden, davalıların yeni yasa hükmünden yararlanmak için başvuruda bulunmadıkları anlaşılmaktadır. Esasen bu hususta bir uyuşmazlık ta bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca, 5464 sayılı Yasa’nın geçici 4.maddesinin kendisi lehine uygulanması yönünde hiçbir aşamada bir talebi olmayan davalı kart hamili yönünden, bu kanunun uygulama yeri bulunmadığından, somut olayda usûli kazanılmış hakkın bir istisnasının bulunduğundan da söz edilemeyeceği açıktır.

Nitekim, bu husus benzer bir olay nedeniyle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.03.2006 tarih 2006/13-77 E, 2006/65 K. sayılı kararında da açıkça vurgulanarak, 5464 sayılı Yasanın geçici 4.maddesi uyarınca başvuruda bulunulmadığının saptanması durumunda 4822 sayılı Yasa çerçevesinde uyuşmazlığın çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Mahkemece, yukarıdaki açıklamalara aykırı olarak usûli kazanılmış hak ile ilgili değerlendirmelerde yanılgıya düşülüp eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK. nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 6.5.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet?dokumanTurleriString=YARGITAYKARARI,&aranan=borcun%20taksitle%20%C3%B6denmesi&aramaG=sdsorRxP&baslangic=40&son=60&dokumanTuruAdi=YARGITAYKARARI&fromSonucSayfasindan=TRUE&sonucSayfasi=yeniTasarim/aramaSonuc.jsp&sirala=3&mevzuatAdi=null&mevzuatNo=null&mevzuatMadde=null