25 Kasım 2017 Cumartesi

Riskli Yapı Tespiti İtiraz ve Dava Yolu

Riskli Yapı Tespiti İtiraz ve Dava Yolu

1. Genel Olarak

Halk arasında genellikle "Deprem Kanunu" olarak bilinen, "Deprem Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" (Kanun, 6306 sayılı Kanun) ile  afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek amaçlanmıştır.

Riskli Yapı ise, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun'un m. 2/d bendinde tanımlanmıştır. Buna göre; “Riskli yapı, Riskli alan içinde veya dışında olup, ekonomik ömrünü tamamlamış olan, ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmi ve teknik verilere dayalı olarak tespit edilen yapıyı ifade etmektedir.”

Riskili yapının tespiti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca hazırlanmış olan ve Resmi Gazete'nin 15.12.2012 tarih ve 28498 sayılı nüshasında yayımlanan "6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği"ne göre yapılmaktadır. Buna göre: masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır.

Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir.

2. Riskli Yapının Tespiti

Yönetmeliğin 5. maddesine göre riskli yapının tespiti:

(1) Riskli alan;
a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,
b) (Mülga:RG-28/7/2017-30137)
c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,
ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,
d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,
e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,
f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,
ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur.
(2) (Değişik:RG-27/10/2016-29870) Bakanlıkça;
a) Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yerlerde;
1) Planlama veya altyapı hizmetlerinin yetersiz olması,
2) İmar mevzuatına aykırı yapılaşmanın bulunması,
3) Altyapı veya üstyapıda hasar meydana gelmiş olması,
sebeplerinden birinin veya bir kaçının bir arada bulunması halinde,
b) Üzerindeki toplam yapı sayısının en az % 65’i imar mevzuatına aykırı olan veya yapı ruhsatı alınmaksızın inşa edilmiş olmakla birlikte sonradan yapı ve iskân ruhsatı alan yapılardan oluşan alanlarda,
uygulama bütünlüğü gözetilerek belirlenen alanlar, riskli alan olarak belirlenmek üzere teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur.
(3) (Değişik:RG-27/10/2016-29870) TOKİ veya İdare, riskli alan belirlenmesine ilişkin bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosyaya istinaden Bakanlıktan riskli alan tespit talebinde bulunabilir. Bakanlıkça, uygun görülen talepler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak, teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur.
(4) (Değişik:RG-27/10/2016-29870) Riskli alan belirlenmesi için alanda taşınmaz maliki olan gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri, riskli alan belirlenmesine ilişkin bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosya ile birlikte Bakanlık veya İdareden riskli alan tespit talebinde bulunabilir. İdareye yapılacak talepler Bakanlığa iletilir. Bakanlıkça uygun görülen talepler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak, teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur.

usulüne uyularak gerçekleştirilir. Buna göre süreci şemalandırmak gerekirse aşağdaki gibi bir süreç işleyecektir. 


Riskli yapının ne şekilde ve kimlerce tespit edileceği uygulama yönetmeliğinin 6. maddesinde açıklanmıştır. Riskli yapıyı tespit etme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Belediyeler, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Bakanlık tarafından yetkilendirilen Üniversiteler ve Bakanlık tarafından lisanslandırılan Özel Firma ve Kuruluşlara aittir.

Riskli yapı gözleme dayalı bir tespitle değil Yönetmelikteki usullere göre tespit edilir. 


3. İtiraz Süreci ve Dava

Uygulama Yönetmeliğinin 7. maddesine göre: tiraz veya yargı kararı üzerine yeniden rapor tanzim edilmesinin gerekmesi, raporun gerçeğe aykırı düzenlendiğinin tespit edilmiş olması ve yapının risk durumunu etkileyebilecek kasdi bir müdahale dışında somut bir hadisenin gerçekleşmiş olması halleri hariç olmak üzere, her yapı için sadece bir adet riskli yapı tespiti raporu düzenlenebilir. Lisanslandırılmış kurum ve kuruluşlar riskli yapı tespit talebi üzerine, o yapı hakkında daha önce riskli yapı tespit raporu düzenlenip düzenlenmediğini elektronik yazılım sistemi üzerinden kontrol eder. Elektronik yazılım sistemi üzerinden yapı kaydı oluşturulduktan sonra iki ay içerisinde riskli yapı tespitinin yapılmaması halinde tespit başvurusunda bulunan malikin talebi üzerine oluşturulan yapı kaydı elektronik yazılım sisteminden silinir. Riskli yapı tespit raporunda, tespite konu binanın Ulusal Adres Veri Tabanında belirtilen adresinin ve bina kodunun yer alması zorunludur.

Riskli yapı tespitine ilişkin raporların bir örneği, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde, tespiti yapan İdarece veya lisanslandırılmış kurum veya kuruluşça, tespite konu yapının bulunduğu ildeki Müdürlüğe veya Bakanlıkça yetki devri yapılması durumunda İdareye gönderilir. Raporlar Bakanlıkça belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde incelenir ve herhangi bir eksiklik tespit edilmesi halinde gerekli düzeltmeler yapılmak üzere raporu düzenleyen kurum veya kuruluşa iade edilir. Yapılan incelemede raporlarda herhangi bir eksiklik yok ise, riskli yapılar, Müdürlükçe en geç on iş günü içinde, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, ilgili tapu müdürlüğüne bildirir. Müdürlükçe veya riskli yapı tespitine karşı yapılan itirazı inceleyen teknik heyetçe, riskli yapı tespit raporunda tespit edilen teknik inceleme eksikliklerinin tamamının, raporu düzenleyen kurum veya kuruluşa bildirildiği tarihten itibaren otuz gün içinde düzeltilmesi ve raporun Müdürlüğe sunulması zorunludur. Lisanslı kurum veya kuruluşun otuz günlük süre içerisinde gerekçeli talebi üzerine eksikliklerin giderilmesi için ek süre verilebilir.

İlgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne işlenen belirtmeler, riskli yapı tespitine karşı tebligat tarihinden itibaren onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe itiraz edilebileceği, aksi takdirde İdarece verilecek süre içinde riskli yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre tebliğ edilir ve yapılan bu tebligat yazılı olarak veya elektronik ortamda Müdürlüğe bildirilir. Arsa paylı tapularda, arsa üzerindeki riskli yapının arsa malikleri dışındaki bir başkasına ait olması durumunda Müdürlükçe tapu müdürlüğüne bildirilecek yapı sahibine; arsa üzerinde birden fazla yapı olması ve riskli yapının arsa maliklerinden sadece bazılarına ait olması durumunda ise sadece riskli yapının sahibi olan arsa hissedarlarına ve ilgili aynî ve şahsî hak sahiplerine tebligat yapılır. Tapuda kayıtlı malikin ölmüş olması hâlinde, Bakanlık, Müdürlük veya İdare tebligat işlemleri için 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre mirasçılık belgesi çıkartmaya, kayyım tayin ettirmeye veya tapuda kayıtlı son malike göre işlem yapmaya yetkilidir.

Riskli yapı tespitine karşı yapı malikleri veya kanunî temsilcilerince on beş gün içinde yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe verilecek bir dilekçe ile itiraz edilebilir. İtirazın süresi içerisinde ve yapı malikince yapılıp yapılmadığı Müdürlükçe kontrol edilir. Süresi içinde yapılmayan itirazlar ile yapı malikince veya malikin vefat etmiş olması halinde mirasçılarınca yapılmayan itirazlar işleme alınmaz.

Riskli yapı tespiti yapılan yapının bulunduğu ilde itirazı değerlendirecek teknik heyetin teşkil edilmemiş olması halinde, itiraz dilekçeleri ile itiraz edilen tespite ilişkin raporlar, yapının bulunduğu yerdeki Müdürlükçe, o il için yetkilendirilmiş teknik heyetin bulunduğu ildeki Müdürlüğe gönderilir.

Riskli yapı tespit raporuna itirazın sonuçsuz kalması halinde, tebliğ tarihinden itibaren, 30 gün içerisinde, İdare Mahkemesi’ne dava açılarak, riskli yapı tespit raporunun iptali istenebilir. Fakat, yargı sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesi için, riskli yapı tespit raporuna karşı, delil niteliğinde, çok ciddi belge ve argümanların bulunması gerekmektedir. Riskli yapı tespit raporlarına karşı yürütülecek dava ve itirazlarda, binanın yapılış tarihinin önemli olduğunu yukarıda belirtmiştik. Normal şartlarda, idari işlemlere karşı dava açma süresi, “60” gün iken, 6306 sayılı yasa uygulamalarında dava açma süresi, “30” gündür.

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nu 27. maddesine göre, idari işleme karşı dava açılması, işlemin yürütmesini durdurmaz. Bu sebeple, riskli yapı kararına karşı açılacak iptal davası, kararın uygulanmasını durdurmayacaktır. Dava açılmış olsa dahi, yasada tanımlanan, 60 + 30 günlük sürelerden sonra, binanın yıkılması söz konusu olabilir. Bu sebeple, açılan davanın bir anlam ifade edebilmesi için, İdare Mahkemesi’nin, davada ileri sürülen delilleri esas alarak, “Yürütmenin Durdurulması Kararı” vermesi gerekmektedir.

Av. Ferman Kaya


Konuya ilişkin aşağıdaki BAM ve Danıştay kararları incelenebilir.

Danıştay 14. D., E. 2014/10762 K. 2016/950 T. 16.2.2016

İstemin Özeti : İzmir 4. İdare Mahkemesinin 19.06.2014 günlü, E:2013/1485, K:2014/811 sayılı kararının; usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : K1

Düşüncesi :Temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava; İzmir İli, A1, 6027 ada, 3 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan yapının, 6306 sayılı Kanun uyarınca riskli yapı olarak tespit edildiğinden bahisle anılan yapının 07.11.2013 tarihine kadar boşaltılıp yıktırılması gerektiğine ilişkin Buca Belediye Başkanlığının 23.10.2013 günlü, 7067 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince; Birlik Apartmanı'nın riskli yapı olarak belirlenmesinden sonra bu işleme yapılan itirazın 25.07.2013 tarihinde reddedilmesi ve bu işleme karşı dava açılmaması sonucu, taşınmazın riskli yapı olarak belirlenmesine ilişkin işlemin kesinlik kazandığı, ayrıca Buca Tapu Müdürlüğünün 26.06.2013 tarihindeki tebligatından sonra mevzuat gereği yapı maliklerine riskli yapının yıkılması için verilen altmış gün içinde yapının yıkılmadığı dikkate alındığında, yıkılması gereken riskli yapının boşaltılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin (d) bendinde; "Riskli yapı: Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı ifade eder", 3. maddesinde; "Riskli yapıların tespiti, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılır ve sonuç Bakanlığa veya İdareye bildirilir. Bakanlık, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebilir. Verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitler Bakanlıkça veya İdarece yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek İdareden de isteyebilir. Bakanlıkça veya İdarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebilir. Bu itirazlar, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanır. Bakanlık veya İdare tarafından yapılan tespit işleminin masrafı ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu müdürlüğü, binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine, masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya İdareye ve binanın ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verir. Riskli yapılar, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde belirtilmek üzere, tespit tarihinden itibaren en geç on iş günü içinde Bakanlık veya İdare tarafından ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu kütüğüne işlenen belirtmeler hakkında, ilgili tapu müdürlüğünce ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verilir.", 5. maddesinde, riskli yapıların tahliye ve yıkımına ilişkin düzenleme yapılmış, 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin 3. maddesinde; "İdare: Belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini, Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini", "Müdürlük: Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü olan illerde bu Müdürlüğü, diğer illerde ise Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünü" ifade etmekte olup, 8. maddesinin 1. fıkrasında "Riskli yapı tespitine karşı yapılan itirazın reddedilmesi veya riskli yapı tespitine itiraz edilmemesi suretiyle, riskli yapı tespitinin kesinleşmesi halinde Müdürlük, gerekli tebligatların yapılmasını ve riskli yapının yıktırılmasını İdareden ister." hükmü ile 2. fıkrasının (a) bendinde "İdarece; Altmış günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların yıktırılması yapı maliklerinden istenilir. Maliklere yapılacak tebligatta, riskli yapıyı kiracı veya sınırlı ayni hak sahibi kullananlara tahliye için malik tarafından bildirim yapılması gerektiği belirtilir." ve (c) bendinde "(a) bendinde verilen bu süre içerisinde riskli yapıların yıktırılıp yıktırılmadığı mahallinde kontrol edilir ve riskli yapılar, malikleri tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulur." hükümlerine yer verilmiştir.

Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden, riskli yapı tespitine karşı yapılan itirazın reddedilmesi veya itiraz edilmemesi suretiyle kesinleşmesi durumunda Müdürlükçe, gerekli tebligatların yapılması, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeden, bu sınırlar dışında kalan yerlerde il özel idaresinden, büyükşehirlerde büyükşehir belediyesinden, bakanlığın yetkilendirmesi hâlinde büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyesinden, riskli yapıların yıkımı için yapı maliklerine 60 günden az olmamak üzere süre verilmesi istenileceği, verilen süre içerisinde riskli yapılar, malikleri tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulacağı anlaşılmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, İzmir İli, A1, 6027 ada, 3 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan yapının, 6306 sayılı Kanun uyarınca riskli yapı olarak tespit edildiği, davalı idarece; Buca Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünce 26.06.2013 tarihinde tebligat yapıldığının ve bu tarihten itibaren 60 günü geçtiği halde yapının tamamen boşaltılmadığının görüldüğü belirtilerek, en geç 07.11. 2013 tarihine kadar yapının boşaltılarak yıktırılması gerektiğine ilişkin dava konusu 23.10.2013 günlü, 7067 sayılı işlemin tesis edildiği, anılan işlemin iptali istemiyle de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda; her ne kadar İdare Mahkemesince; riskli yapı kararının kesinlik kazanması üzerine Buca Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 26.06.2013 tarihli tebligatı üzerine 60 günlük süre geçtiği halde yapının yıkılmadığı görüldüğünden dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, yukarıda yer verilen mevzuat gereği yapının 60 günden az olmamak üzere verilecek süre içerisinde yıkılması gerektiğine ilişkin yapı maliklerine belediyelerce veya il özel idaresince tebligat yapılacağı açık olup, Buca Belediye Başkanlığınca, usulüne uygun şekilde 60 günden az olmamak üzere vereceği süre ile yapının yıkımı noktasında yapı maliklerine tebligat yapılmayıp, içeriği belli olmayan Buca Kaymakamlığı Tapu Müdürlüğünün 26.06.2013 tarihli tebligatına atıfta bulunmak suretiyle bu tarihten itibaren 60 gün geçmesine rağmen yapının yıkılmadığının görüldüğü gerekçesiyle, kanunda öngörülen sürelerden daha az bir süre verilerek 07.11.2013 tarihine kadar yapının boşaltılarak yıkılması gerektiğine ilişkin 23.10.2013 tarihli dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta olup aksi yöndeki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamıştır.


Açıklanan nedenlerle, İzmir 4. İdare Mahkemesinin 19.06.2014 günlü, E:2013/1485, K:2014/811 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 16.02.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


Ankara BİM, 5. İDD, E. 2017/428 K. 2017/1263 T. 30.5.2017

İSTEMİN ÖZETİ: Kastamonu İdare Mahkemesi'nce verilen 28/09/2016 günlü, E:2016/175, K:2016/934 sayılı kararın; hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılması ve işin esası hakkında yeniden karar verilmesi istenilmektedir.

SAVUNMALARININ ÖZETİ: İstinaf yoluna başvurulan kararda kaldırma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, usul ve kanuna uygun olan karara karşı yapılan başvurunun reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesince dava dosyası incelenerek gereği görüşüldü:

Dava, Karabük İli, A1 İlçesi, 604 ada, 71 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki yapının riskli yapı olduğunun tespitine ilişkin Karabük Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü işleminin, bu karara istinaden belediye encümenince verilen 24/03/2015 günlü, 363 sayılı yıkım kararının, işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptaline ilişkin işlem ve mühürleme işleminin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davacının, Karabük ili A1 ilçesi, A2 Caddesinde bulunan, 604 ada 71 parsel sayılı yerde bulunan binanın kiracısı olarak kahvehane işlettiği, yapı hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılmış F1 Yapı Malzemeleri Laboratuar Hizmetleri Limited Şirketi tarafından düzenlenen riskli yapı tespit raporunun incelenmesi sonucunda, söz konusu yapının riskli yapı olduğunun tespit edildiği, bina maliki tarafından riskli yapı tespitine karşı yasal süresi içerisinde herhangi bir itiraz yapılmaması üzerine riskli yapı tespitinin kesinleştiği, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 5.maddesinin 3.fıkrası ve 6306 sayılı kanunun uygulama yönetmeliğinin 8.maddesi gereğince riskli yapının malikine yıkım için 60 günden az olmamak üzere süre verilmesi, malik tarafından tahliye işlemleri için kiracı veya sınırlı ayni hak sahiplerine bildirim yapılması gerektiğine ilişkin 25.03.2015 tarih ve 363 sayılı işlem ile yıkım tebligatı yapılması ve bunun üzerine 18.01.2016 tarihinde 2011/44 sayılı kahvehane vasıflı işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edilmesiyle kiracı konumunda olan davacı tarafından söz konusu işlemlerin iptali istemiyle bu davanın açıldığı her ne kadar kiracı sıfatıyla menfaat ilişkisine dayanılarak bazı durumlarda kiracının dava ehliyetinin bulunduğu ve dava açabileceği kabul edilebilse de, dava konusu olayda, hazırlanan riskli yapı tespit raporu ve bu tespite yönelik taşınmaz malikinin herhangi bir itirazının bulunmadığı dikkate alındığında, binanın riskli yapı olduğu, yıkımının binada oturanların can güvenliği bakımından zorunlu olduğu gerekçesiyle yıkımı için taşınmazın maliki adına işlem tesis edildiği, bu işlemlerin iptali istemiyle uyuşmazlık konusu yapı ile mülkiyet ilişkisi bulunmayan kiracı konumundaki davacının bakılan davayı açtığı, taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkına dayalı olarak en geniş şekilde tasarrufta bulunma yetkisi olan kişinin taşınmaz maliki olması gerektiği açık bulunduğu bu nedenle; telafisi olmayan ve taşınmazın esaslı unsurlarını ilgilendiren bir konu, bu konuda karar alma yetkisi bulunmayan ve kira ilişkisi sona erdiğinde taşınmazı yasal olarak boşaltması gerekecek olan kiracının iradesine bırakılamayacağından,malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin ve iradesinin hilafına olacak şekildeki bir taleple kiracının dava açma ehliyetinin bulunduğu da kabul edilemeyeceğinden kiracı tarafından açılan bu davada riskli yapı tespitine ilişkin işlem, 25.03.2015 tarih ve 363 sayılı yıkım kararı ve 09.02.2016 tarihli mühürleme işlemi açısından davanın ehliyet yönünden reddi ve yıkım kararı verilen yapıda kahvehane işletmenin mümkün olmayacağı açık olduğundan işletme ruhsatının iptalinde hukuka aykırılık görülmeyerek anılan işlem yönünden davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

Davanın kısmen ehliyet kısmen esastan reddi yolunda Kastamonu İdare Mahkemesi'nce verilen 28/09/2016 günlü, E:2016/175, K:2016/934 sayılı karar usul ve hukuka uygun olup kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, istinaf başvurusunun REDDİNE, istinaf yargılama giderlerinin başvuranın üzerinde bırakılmasına, posta gideri avansından artan miktarın başvurana iadesine, 2577 sayılı Yasanın 45. maddesinin 6. fıkrasına göre kesin olarak 30/05/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


15 Kasım 2017 Çarşamba

Mobbinge Maruz Kalan Çalışanın Hakları ve Tazminat Talebi

1. Hukukumuzda Mobbing

6098 sayılı Borçlar Kanununun 417'nci maddesinde işçinin hem kişiliğinin hem de yaşam ve vücut bütünlüğünün korunmasına ilişkin düzenleme yapılarak mobbing (bezdiri) hukukumuzda ilk kez hüküm altına alınmıştır.

Bu hükümden önce hukukumuzda mobbinge ilişkin açık bir düzenleme bulunmuyordu. Bu nedenle İş Kanununun 77/1'inci maddesindeki: “işverenler, işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak… ile yükümlüdür.” hükmü ile İş Kanununun 24/2'nci maddesindeki: “işveren işçinin, veya ailesi üyelerinden birisinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa" işçi iş sözleşmesini derhal feshedebilir. düzenlemeleri bu tür olaylara uygulanıyordu.

Hukukumuzda psikolojik taciz (mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir (Tınaz, Pınar/Bayram, Fuat/Ergin, Hediye: Çalışma Psikolojisi ve Hukuki Boyutlarıyla İşyerinde Psikolojik Taciz (mobbing), Beta Yayınları, İstanbul 2008, s.7, s.53-58, aktaran K. Ahmet Sevimli, agm., s.116).

Bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını sağlamaktır.(1)

2. İş Yaşamında Mobbing Birçok Farklı Şekilde Görülebilmektedir

Bunlar kısaca: 
  • Çalışanların şerefi, doğruluğu, güvenilirliği ve mesleki yeterliliğine saldırı şeklinde olabilir (Mesleki yeterlilik sorgulandığı zaman bu, o kişiye güvenilemeyeceği anlamına da gelir. Eğer kişiye güvenilmiyorsa yaptığı iş de değersizdir, kendisi de).
  • Olumsuz, küçük düşürücü, yıldırıcı, taciz edici, kontrol edici iletişim kurulur (Verilen süre içinde başarılması zor görevler vermek, izole edilmek, bilginin saklanması, kuralların tutarsız gösterilir, görmezden gelinir, yetkileri azaltılır).
  • Bir veya birkaç kişi tarafından mobbing yapılması mümkündür (Bu duruma bazen yöneticiler ve çalışanlar da katılır).
  • Sürekli, çoklu ve sistemli bir biçimde zamana yayılarak yapılır (Mobbingin sıklığı ve süresi zararı büyütür).
  • Devamlı hatalı olanın çalışanmış gibi gösterilir (Aniden yetersizmiş gibi gösterilen kişiyle ilgili, önceden şikayet konusu olmayan bazı hatalar sorun yaratmaya başlar).
  • Çalışanın itibarını kaybetmeye, kafasını karıştırmaya, yıldırmaya, yalıtmaya yönelik olması ve teslim olmaya zorlaması (Utandırma eylemleri yapılır).
  • Kişiyi dışlama niyetiyle yapılması.
  • Çalaşının işyerinin, görevinin sık sık değiştirilmesi, işyerinden ayrılmaya zorlanılması.
  • Örgüt yönetimi tarafından hoş görülmesi, kışkırtılması, teşvik edilmesi (Çare aramak için başvurulan merciler kişiyi reddeder).
şeklinde özetlenebilir.(2) 

3. Mobbinge Maruz Kalanın Tazminat Talebi ve Hakları

Mobbinge maruz kalan işçi, hizmet sözleşmesini haklı nedenle feshedip yasal hakları ile manevi tazminat talebinde bulunabileceği gibi, işe devam etmek suretiyle diğer yasal haklarını kullanma konusunda seçimlik hakka sahiptir (Örneğin; maddi ve manevi tazminat davası açması gibi). 

Her türlü küçük düşürücü, incitici davranıştan doğan, manevi tacizin bir şekli olan mobbingin varlığı için yeteri kadar emare varsa kişiye mobbing uygulandığı nın kabul edilmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay kararları bulunmaktadır.

Mobbing davası manevi tazminat amacı ile açılmak isteniyorsa davayı açmadan önce birkaç önemli husus dikkate alınmalıdır. Her şeyden önce iş yerinde mobbinge maruz kalan kişi, bu durumu haklı nedenle fesih sürecinde kullanabilmektedir. İşverenin işçinin ruh ve vücut dokunulmazlığını koruma altına alma yükümlülüğü bulunmaktadır, bu nedenle de iş yerinde mobbing mağduru olan kişiler bu durumu işverene iletmeli ve işveren de gerekli önemleri almak durumundadır. Aksi halde mobbing davası açmak isteyen çalışan açısından iş sözleşmesi haklı nedenle fesih edilebileceği gibi haklı nedenle iş sözleşmesi feshi sonrasında kıdem tazminatı da alınabilmektedir. Diğer bir ifade ile mobbing davası kıdem tazminatı sonucunu beraberinde getirebilen bir dava süreci olarak karşımıza çıkmaktadır.

Mobbing davası açma sürecine başlama kararı veren çalışanların doğal olarak ilk aklına gelen soru, "Mobbing davası hangi mahkemeye açılır?" olmaktadır. Mobbing davası açmak isteyen kişi, mobbing uyguladığını iddia ettiği işverenin ikametgahının bulunduğu mahkemeye ya da ilgili iş yerinin bağlı olduğu iş mahkemesine dava açabilmektedir. Bununla birlikte mobbing davası işyeri ne karşı açılabileceği gibi doğrudan mobbing uygulanan kişiye karşı da açılabilir.

Av. Ferman Kaya

Konuya ilişkin aşağıdaki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı incelenebilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/1925 E. , 2013/1407 K.

MOBBİNG
İŞYERİNDE PSİKOLOJİK TACİZ
MANEVİ TAZMİNAT
İŞÇİNİN SÜREKLİ OLARAK FARKLI İLLERDEKİ İŞYERLERİNDE ÇALIŞTIRILMASI
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 41
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 49
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 332

"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 4.İş Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 07.05.2009 gün ve E:2008/655, K:2009/255 sayılı kararın incelenmesi davacı A.. B.. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi'nin 28.02.2012 gün ve 2009/30916-2012/6093 sayılı ilamı ile; 

(...A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı işçi, 11.01.1993-31.10.2007 tarihleri arasında P.. T.A.Ş hukuk bölümü (Türkiye Halk Bankası A.Ş Risk Tasfiye ve Tahsil- 1/2 daire başkanlığı)'nda belirsiz süreli hizmet sözleşmesi ile avukat olarak çalıştığını, uzunca bir süre psikolojik tacize (mobbing) uğradığını, beyanla davalarının kabulüyle 30.000,00TL manevi tazminatın ve 06.05.2009 havale tarihli dilekçesinde açıklamasını yaptığı 10.000,00TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı işveren, davanın zaman aşımına uğradığını, derdestlik itirazlarının bulunduğunu, ayrıca psikolojik taciz iddiasının doğru olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. 

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davacının manevi tazminat talebine dayanak olarak gösterdiği uygulamaların psikolojik taciz yani mobbing oluşturmadığı, bir an için öyle olduğu kabul edilse bile kişilik haklarına saldırı oluşturacak şekilde Borçlar Kanunu’nun 41. veya 49. maddeleri anlamında manevi tazminat talep edilmesine imkan verecek uygulamalar olarak kabul edilemeyeceği belirtilerek manevi tazminat isteği reddedilmiştir. 

Maddi tazminat talebi yönünden de davacının tayinen gittiği ve 9 ay süreyle çalıştığı görev yerinde bulunduğu sırada yapmak durumunda kaldığını iddia ettiği gerek şehir içi ve gerekse şehirler arası, görevi ile ilgili olmayan ancak İstanbul'da bulunsaydı yapmak durumunda kalmayacağını iddia ettiği, ulaşım, iletişim, yatma ve yemek giderlerinden oluştuğu, bu tür masraflarının işverence karşılanacağının taahhüt edildiğine dair yazılı belge veya hizmet sözleşmesi bulunmadığı, aile bağlarının devam ettirilebilmesi gerekçesiyle olsa bile özel ulaşım ve iletişim masraflarının da aynı gerekçelerle talep edilmesi mümkün görülmediği gerekçesiyle isteğin reddine dair karar verilmiştir. 

D) Temyiz:
Kararı yasal süresi içinde davacı vekili temyiz etmiştir. 
E) Gerekçe:
Davacının işyerinde psikolojik tacize maruz kalıp kalmadığı ve bu durumun maddi manevi tazminatı gerektirip gerektirmediği konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. 

Çağdaş iş hukuku bir taraftan uluslararası sözleşmeler, diğer taraftan Avrupa normları işçinin huzur içerisinde işini görmesi, emeğinin karşılığını alması, çalışma ilişkisinin, karşılıklı güvene dayanan tam bir uyum içerisinde olmasını amaçlamıştır.

İşyerinde psikolojik taciz (mobbing) çağdaş hukukun son zamanlarda mahkeme kararlarında ve öğretide dile getirdiği bir hukuki kurumdur. Örneğin Alman Federal İş Mahkemesi bir kararında işçilerin birbirine sistematik olarak düşmanlık beslemesi, kasten güçlük çıkarması, eziyet etmesi veya bu eylemlerin işçinin başta işveren olmak üzere amirleri tarafından gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. (BAG, 15.01.1997, NZA. 1997) Görüleceği üzere işçi bir taraftan diğer işçiye, diğer taraftan işverene karşı korunmaktadır. İşçinin anlattığı mobbing teşkil eden olayların tutarlık teşkil etmesi, kuvvetli bir emarenin bulunması gerekmektedir. Kişilik hakları ve sağlığın ağır saldırıya uğraması mobbingin varlığını tartışmasız ortaya koyar.

Öte yandan ispat kurallarının zorlanan sınırları usul hukukunda yeni arayışlara yol açmıştır. Emare bu anlayışın bir sonucudur. Olayların tipik akışı, tecrübe kuralları göz önüne alındığında varılacak sonuçla ispat gerçekleşir. Başka bir anlatımla bu ilk görünüş ispatıdır. (Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku B.6, İstanbul 1997 ;sh.622).

Somut olayda, 56 yaşında evli bir kadın olan davacının, 14 yıl aralıksız olarak davalı bankanın İstanbul işyerinde avukat olarak çalışmasının ardından Adana ve farklı illerde kısa sürelerle 9 ay boyunca ve 30 kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirildiği dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Davalı işveren yapılan görevlendirmenin olağan bir uygulama olduğu ve diğer benzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunma getirmemiştir. Davacının risk tasfiye ekibi içinde tek avukat olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bankanın diğer avukatlarının aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildikleri ileri sürülmüş ve kanıtlanmış da değildir. Davacının iş sözleşmesinin feshi öncesinde 9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı somut biçimde ortaya konulmamıştır. 

Dosyadaki delil durumuna göre davacı işçinin uzun süre İstanbul’da sabit bir görevde avukat olarak çalışmasının ardından Adana ilinde görevlendirildiği, ardından sürekli olarak değişik illerde kısa sürelerle çalışmasının istendiği, işverenin bu uygulamalarının davacıyı yıldırma, bezdirme amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. 

Mahkemece psikolojik tacizin varlığı kabul edilse dahi Borçlar Kanunu’nun 41. ve 49. Maddelerine göre manevi tazminatın koşullarının oluşmadığı yönündeki kabulü de doğru değildir. 

Psikolojik taciz (mobbing) olarak değerlendirilen uygulamaların oluş şekli ve süresi dikkate alındığında manevi tazminatın kabulüne karar verilmelidir. Mahkemece uygun bir miktar manevi tazminat taktir edilerek bu yönde hüküm kurulmalıdır. Öte yandan, davacının yer değiştirmelere bağlı olarak ulaşım, iletişim, konaklama ve yemek giderleri adı altında talep ettiği maddi tazminat yönünden dosya ekindeki klasör içindeki belgeler değerlendirilmeli, psikolojik taciz uygulamalarının doğrudan bir sonucu olan ve varsayıma dayanmayan gerçek zarar belirlenmeli, davacının görevlendirmelerle ilgili olarak harcırah alıp almadığı da tespit olunarak bu doğrultuda maddi tazminat yönünden de bir karar verilmelidir. 

Mahkemece psikolojik tacizin bulunmadığı ve delillerin toplamasına gerek görülmediğinden söz edilerek karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI 
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın reddine dair verdiği karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü davacı vekili, temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı yararına somut olayda psikolojik taciz (mobbing) nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği; ayrıca davacının maddi tazminat talebi bakımından yer değiştirmeye bağlı olarak yaptığı giderlere ilişkin dosyaya sunulan belgelerin yerel mahkemece değerlendirilmesi gerekip gerekmediği, noktalarında toplanmaktadır. 

Bu noktada, psikolojik taciz (mobbing) hakkında genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır:

Türk Hukukunda psikolojik taciz (mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir (Tınaz, Pınar/Bayram, Fuat/Ergin, Hediye: Çalışma Psikolojisi ve Hukuki Boyutlarıyla İşyerinde Psikolojik Taciz (mobbing), Beta Yayınları, İstanbul 2008, s.7, s.53-58, aktaran K. Ahmet Sevimli, agm., s.116). 

Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını sağlamaktır.

Önceleri özel bir düzenleme olmamasına rağmen, çalışanların maruz kaldıkları psikolojik taciz, hizmet sözleşmesinin taraflara yükledikleri borçlar ve ödevler kapsamında değerlendirilmiştir. Buna göre, psikolojik taciz eylemi, işverenin işçiyi koruma (gözetme) ve eşit davranma borçlarına aykırılık oluşturmaktadır. Bunun yanında, psikolojik taciz aynı zamanda, işçinin kişilik haklarına da müdahale niteliği taşıması dolayısıyla, buna ilişkin hukuki yolların da kullanılması gündeme gelebilir. 

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 332.maddesi kapsamında işçinin, iş görme yükümlülüğü çerçevesinde maruz kalacakları tehlikelere karşı işverenin gerekli tedbiri alması gerektiği düzenlenmişti. Bu düzenleme ise, işverenin işçiyi koruma (gözetme) borcunun temelini oluşturuyordu. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ise, bunun yerine “İşçinin Kişiliğinin Korunması” başlıklı 417 ve devamı maddelerini getirmiştir. Bu maddenin getirdiği yenilik, psikolojik taciz terimine açıkça yer vermiş olması ve işçinin kişiliğinin korunmasını yoruma yer vermeyecek biçimde özel olarak düzenlemesidir. Buna göre; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. 

İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür. İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir."

Somut olaya gelince; 56 yaşında evli bir kadın olan davacının, 14 yıl aralıksız olarak davalı bankanın İstanbul işyerinde avukat olarak çalışmasının ardından Adana iline atamasının yapılarak, akabinde Kahramanmaraş, Gaziantep ve Mardin illerinde kısa sürelerle 9 ay boyunca ve 30 kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. 

Davalı işveren, yapılan görevlendirmenin olağan bir uygulama olduğu ve diğer benzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunma getirmediği gibi, davacının risk tasfiye ekibi içinde tek avukat olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bankanın diğer avukatlarının aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildikleri ileri sürülmüş ise de bu husus kanıtlanmış değildir. Davacının iş sözleşmesinin feshi öncesinde 9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı da somut biçimde ortaya konulmamıştır. 

Ayrıca davalı işverenin kurum içi yazışmalarından, davacı avukatın emekli olmayı düşünmediği kanısıyla, en uygun çözüm yolunun sözleşmesinin feshedilmesi; bunun mümkün olmaması halinde ise, daha önce gündeme geldiği belirtilen Bursa iline atama yapılmasının uygun olacağına dair değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır.

Görüldüğü üzere, davalı avukatın maruz kaldığı bu durum, psikolojik taciz mahiyetinde olup, bu yolla davacı avukatın istifa ya da emekliliği tercih etmesi sağlanarak, işyerinden ayrılması amaçlanmaktadır. Davacı işçi, davalı işverenden maruz kaldığı psikolojik taciz nedeniyle, hizmet sözleşmesini haklı nedenle feshedebileceği gibi, işe devam etmek suretiyle diğer yasal haklarını kullanma konusunda seçimlik hakka sahiptir (Örneğin; eldeki maddi ve manevi tazminat davası açması gibi). Şu durumda, psikolojik taciz olgusunun somut olayda gerçekleştiğinin kabulü ile davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, davacının yer değiştirmelere bağlı olarak ulaşım, iletişim, konaklama ve yemek giderleri adı altında talep ettiği maddi tazminat yönünden dosya ekindeki klasör içindeki belgeler değerlendirilmeli, psikolojik taciz uygulamalarının doğrudan bir sonucu olan ve varsayıma dayanmayan gerçek bir zarar olup olmadığı belirlenmeli, davacının görevlendirmelerle ilgili olarak harcırah alıp almadığı da tespit olunarak, bu doğrultuda maddi tazminat yönünden de bir karar verilmelidir. 

O itibarla mahkemece, psikolojik tacizin bulunmadığı ve delillerin toplamasına gerek görülmediğinden söz edilerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ:Davacı A.. B.. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8/son maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.09.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bu görüş uyarınca yazar, hakimiyetin hukuka aykırı kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken MK m. 2 ve BK m. 41 hükümlerinin uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. 

Yargıtay 22.HD, Esas:  2013/693 Karar: 2013/30811 Tarih: 27.12.2013 



“…Mobbingin varlığı için kişilik haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağı; davacı işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, işyerinde mobbing gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğü; tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporu, kamera kayıtları ve diğer tüm deliller değerlendirildiğinde mobbing iddiasının yeterli delillerle ispat edildiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…”


(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mobbing
(2) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/1925 E. , 2013/1407 K.