31 Temmuz 2015 Cuma

Alacaklar ve Üçüncü Şahıs Elinde Haczedilen Mallar

İcra İflas Kanunu'nun (2004 Sayılı Kanun, İİK) 85'inci maddesi hükmüne göre: İcra takibinde haczin konusunu, "borçluya ait mal ve haklar" oluşturur. Ancak, haczedilebilen mal ve hakların, haciz sırasında borçlunun elinde bulunması şart değildir. Borçluya ait olan mal ve haklar, üçüncü kişinin elinde bulunsa dahi haczedilebilir. İİK m. 85 hükmünde, borçlunun üçüncü kişide bulunan taşınır malları ile alacak ve haklarının haczine açıkça cevaz vermiştir (İİK m. 85/2).


İcra takibinin tarafları alacaklı ve borçludur. Alacaklı ve borçlu dışındaki kişiler, icra takibinde üçüncü kişi konumundadırlar. İİK 89'uncu maddesinde alacaklar ve üçüncü şahıslar elinde haczedilen mallara ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeye göre: 

Hamiline ait olmıyan veya cirosu kabil bir senetle müstenit bulunmıyan alacak veya sair bir talep hakkı veya borçlunun üçüncü şahıs elindeki taşınır bir malı haczedilirse icra memuru; borçlu olan hakiki veya hükmi şahsa bundan böyle borcunu ancak icra dairesine ödiyebileceğini ve takip borçlusuna yapılan ödemenin muteber olmadığını veya malı elinde bulunduran üçüncü şahsa bundan böyle taşınır malı ancak icra dairesine teslim edebileceğini, malı takip borçlusuna vermemesini, aksi takdirde malın bedelini icra dairesine ödemek zorunda kalacağını bildirir (Haciz ihbarnamesi).Bu haciz ihbarnamesinde, ayrıca 2, 3 ve 4 üncü fıkra hükümleri de üçüncü şahsa bildirilir (İİK m. 89/1 – Değişik: 18/2/1965 - 538/49 m.).

Üçüncü şahıs; borcu olmadığı veya malın yedinde bulunmadığı veya haciz ihbarnamesinin tebliğinden önce borç ödenmiş veya mal istihlak edilmiş veya kusuru olmaksızın telef olmuş veya malın borçluya ait olmadığı veya malın kendisine rehnedilmiş olduğu veya alacak borçluya veya emrettiği yere verilmiş olduğu gibi bir iddiada ise, keyfiyeti, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra dairesine yazılı veya sözlü olarak bildirmeye mecburdur (İİK m. 89/2).

Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz etmezse, mal yedinde veya borç zimmetinde sayılır ve kendisine gönderilen haciz ihbarnamesine süresinde itiraz etmediği, bu nedenle de malın yedinde veya borcun zimmetinde sayıldığı ikinci bir ihbarname ile bildirilir. Bu ikinci ihbarnamede ayrıca, üçüncü şahsın ihbarnamenin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde ikinci fıkrada belirtilen sebeplerle itirazda bulunması, itirazda bulunmadığı takdirde zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmesi istenir. İkinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir. Bu bildirimi alan üçüncü şahıs, icra takibinin yapıldığı veya yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde süresi içinde menfi tespit davası açtığına dair belgeyi bildirimin yapıldığı tarihten itibaren yirmi gün içinde ilgili icra dairesine teslim ettiği takdirde, hakkında yürütülen cebri icra işlemleri menfi tespit davası sonunda verilen kararın kesinleşmesine kadar durur. Bu süre içinde 106 ncı maddede belirtilen süreler işlemez. Bu davada üçüncü şahıs, takip borçlusuna borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait olmadığını ispat etmeye mecburdur. Üçüncü şahıs açtığı bu davayı kaybederse, mahkemece, dava konusu şeyin yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere bir tazminata mahkûm edilir. Bu fıkraya göre açılacak menfi tespit davaları maktu harca tabidir (İİK m. 89/3 - Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2003-4949/22 md.) .

Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338 inci maddenin 1 inci fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. İcra mahkemesi, tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder (İİK m. 89/4).

Üçüncü şahıs, kusuru olmaksızın bir mani sebebiyle müddeti içinde haciz ihbarnamesine itiraz etmediği takdirde 65 inci madde hükmü uygulanır. (Değişik son cümle: 17/7/2003-4949/22 md.) Her hâlde üçüncü şahıs, borçlu ile kötü niyetli alacaklıya karşı dava açarak ödemek zorunda kaldığı paranın veya teslim ettiği malın iadesini isteyebilir (İİK m. 89/5).. 

Malın teslimi mümkün olmazsa, alacaklı icra mahkemesine müracaatla değerini üçüncü şahsa ödetmek hakkını haizdir (İİK m. 89/6).

(Değişik yedinci fıkra: 2/7/2012-6352/18 md.) Haciz ihbarnamesi, borçlunun hak ve alacaklarının bulunabileceği bir tüzel kişinin veya müessesenin şubesine veya tüm şubelerini kapsayacak şekilde merkezine tebliğ edilir. Haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği merkez, tüm şubeleri veya birimlerini kapsayacak şekilde beyanda bulunmakla yükümlüdür (İİK m. 89/7).

Üçüncü şahsın beyanı hiçbir harç ve resme tabi değildir (İİK m. 89/8).

Bu madde hükmü,memuriyeti hasebiyle hakikate muhalif beyanda bulunan memurlar hakkında da uygulanır (İİK m. 89/9).


Av. Ferman Kaya


Hukuk Genel Kurulu 2011/12-523 E. , 2011/567 K.

Özet: Dava konusu yazının açıklanan bu niteliği itibariyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 85/1.maddesinde düzenlenen haciz müzekkeresi olduğu tartışmasızdır. Haciz müzekkeresinin yukarıda açıklanan niteliği ve sonucu dikkate alındığında muhatap kişinin tüzel kişiliğinin bulunması gerekli değildir. Haciz müzekkeresine muhatap olan kurumun yapacağı işlem, yeterli miktarda alacağı varsa bunun üzerine haciz koymaktan ibarettir. Tüzel kişiliği olmadığı halde alacaklısına para ödeme yetkisi bulunan kurumların ise, haciz müzekkeresinde belirtilen miktar üzerine haciz konulması işlemini yapmasında, tüzel kişiliğin bulunmasına gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle; yerel mahkemenin aynı gerekçelerle şikayeti reddetmiş olması usul ve yasaya uygun olup; direnme kararının onanması gerekir.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İzmir 8.İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14.04.2010
NUMARASI : 2010/312 E-2010/449 K.

Taraflar arasındaki “şikayet” kanun yolundan dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 8.İcra Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 11.02.2009 gün ve 2009/170 E-2009/158 K.sayılı kararın incelenmesi şikayetçi/üçüncü kişi vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 28.12.2009 gün ve 200918266-26484 sayılı ilamı ile; (“...Hukuk davalarında olduğu gibi, icra takibinin taraflarının da taraf ehliyetine sahip olmaları gerekir. Yalnız gerçek ve tüzel kişilerin taraf ehliyeti vardır.

Somut olayda İİK’nun 85/1. maddesi uyarınca düzenlenen haciz müzekkeresinin muhatap “İzmir İl Sağlık Müdürlüğü” olarak gösterilmek suretiyle anılan müdürlüğe tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 3. şahıs olarak kendisine haciz müzekkeresi gönderilen İzmir il Sağlık Müdürlüğü Sağlık Bakanlığına bağlı bir birim olup, anılan Bakanlıktan ayrı bir tüzel kişiliği bulunmadığından taraf (pasif husumet) ehliyeti yoktur. Bu husus kamu düzenine ilişkin olup, süresiz şikayete tabidir. Mahkemece taraf (pasif husumet) ehliyeti yokluğu nedeniyle şikayetin kabulüne ve haciz müzekkeresinin iptaline karar verilmesi gerekirken istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir...”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Şikayetçi/üçüncü kişi Sağlık Bakanlığı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: İstek, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir.

Şikayetçi/üçüncü kişi Sağlık Bakanlığı vekili, birinci haciz ihbarnamesinin İzmir İl Sağlık Müdürlüğü'ne tebliğ edildiğini, tebligat yapılan birimin tüzel kişiliği olmadığını, bu sebeple haciz ihbarnamesinin tebliğinin usulsüz olduğunu, ifadeyle haciz ihbarnamesinin iptaline karar verilmesini şikayet yoluyla istemiştir.

Mahkemece, şikayete konu takipte İcra Müdürlüğünce İzmir İl Sağlık Müdürlüğüne haciz ihbarnamesi değil haciz müzekkeresi gönderildiği, haciz müzekkeresi gönderilen kurumun tüzel kişiliği haiz olması gerekmediği, dolayısıyla İcra Müdürlüğünce yapılan işlemde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiştir.

Şikayetçi/üçüncü kişi vekilinin temyiz istemi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur. Mahkemece, önceki gerekçeler yanında, İİK’nun 85/1 maddesi göz önünde tutulduğunda haciz müzekkeresi gönderilen kurumun tüzel kişiliğinin bulunmasının zorunlu olmadığı, gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize şikayetçi/üçüncü kişi vekili getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, icra müdürlüğünce üçüncü kişiye gönderilen yazının hukuki niteliğinin tespiti, varılacak sonuca göre, bu yazının muhatabı İl Sağlık Müdürlüğünün pasif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelerin ortaya konulmasında ve “haciz müzekkeresi” ile “haciz ihbarnamesi” Kanunda ayrı ayrı düzenlenmiş olmakla her ikisinin özellikleri ve hukuki niteliklerinin ortaya konulmasında ve somut olay yönüyle de icra müdürlüğünce gönderilen yazının hangi niteliği taşıdığının belirlenmesinde yarar vardır: 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun “Taşınır Ve Taşınmaz malların Haczi” başlıklı 85. maddesinde:“Borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır mallariyle taşınmazlarından ve alacak ve haklarından alacaklının ana, faiz ve masraflar da dahil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarı haczolunur. (Değişik fıkra: 09/11/1988-3494/8 md.) Borçlu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahıslar, taşınır mal üzerinde üçüncü bir şahsın mülkiyet veya rehin hakkı gibi sınırlı bir ayni hakkının bulunması veya taşınır malın üçüncü şahıs tarafından haczedilmiş olması halinde bu hususu haciz yapan memura beyan etmek ve beyanının haciz tutanağına geçirilmesini talep etmek, haczi yapan memur da borçluyu yahut borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran şahısları bu beyana davet etmek zorundadır. Bu tür mallar ile üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır. Ancak haczolunan taşınmaz artırmaya çıkarılmadan borçlu borcun itfasına yetecek taşınır mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse taşınmaz üzerinde haciz baki kalmak üzere önce gösterilen taşınır veya alacak da haczolunur. Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan taşınmazın idare ve işletmesine ve hasılat ve menfaatlerine icra dairesi müdahale etmez. Hasılatı paraya çevirme masraflarını ve icabında muhafaza ve idare masraflarını tecavüz etmeyeceği muhakkak olan şeyler haczolunmaz. Haczi koyan memur borçlu ile alacaklının menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir.”

Aynı Kanunun “Mahcuz malları Muhafaza Tedbirleri” üst başlığı altında “alacaklar Ve Üçüncü Şahıs elinde haczedilen mallar Hakkında” alt başlıklı 89.maddesinde de: “Hamiline ait olmıyan veya cirosu kabil bir senetle müstenit bulunmıyan alacak veya sair bir talep hakkı veya borçlunun üçüncü şahıselindeki taşınır bir malı haczedilirse icra memuru; borçlu olan hakiki veya hükmi şahsa bundan böyle borcunu ancak icra dairesine ödiyebileceğini ve takip borçlusuna yapılan ödemenin muteber olmadığını veya malı elinde bulunduran üçüncü şahsa bundan böyle taşınır malı ancak icra dairesine teslim edebileceğini, malı takip borçlusuna vermemesini, aksi takdirde malın bedelini icra dairesine ödemek zorunda kalacağını bildirir (Haciz ihbarnamesi).Bu haciz ihbarnamesinde, ayrıca 2,3 ve 4'üncü fıkra hükümleri de üçüncü şahsa bildirilir.

Üçüncü şahıs; borcu olmadığı veya malın yedinde bulunmadığı veya haciz ihbarnamesinin tebliğinden önce borç ödenmiş veya mal istihlak edilmiş veya kusuru olmaksızın telef olmuş veya malın borçluya ait olmadığı veya malın kendisine rehnedilmiş olduğu veya alacak borçluya veya emrettiği yere verilmiş olduğu gibi bir iddiada ise, keyfiyeti, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra dairesine yazılı veya sözlü olarak bildirmeye mecburdur.
(Değişik fıkra: 17.07.2003-4949 S.K./22. md.) Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz etmezse, mal yedinde veya borç zimmetinde sayılır ve kendisine gönderilen haciz ihbarnamesine süresinde itiraz etmediği, bu nedenle de malın yedinde veya borcun zimmetinde sayıldığı ikinci bir ihbarname ile bildirilir. Bu ikinci ihbarnamede ayrıca, üçüncü şahsın ihbarnamenin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde ikinci fıkrada belirtilen sebeplerle itirazda bulunması, itirazda bulunmadığı takdirde zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmesi istenir. İkinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir. Bu bildirimi alan üçüncü şahıs, icra takibinin yapıldığı veya yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde süresi içinde menfi tespit davası açtığına dair belgeyi bildirimin yapıldığı tarihten itibaren yirmi gün içinde ilgili icra dairesine teslim ettiği takdirde, hakkında yürütülen cebri icra işlemleri menfi tespit davası sonunda verilen kararın kesinleşmesine kadar durur. Bu süre içinde 106 ncı maddede belirtilen süreler işlemez. Bu davada üçüncü şahıs, takip borçlusuna borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait olmadığını ispat etmeye mecburdur. Üçüncü şahıs açtığı bu davayı kaybederse, mahkemece, dava konusu şeyin yüzde kırkından aşağı olmamak üzere bir tazminata mahkum edilir. Bu fıkraya göre açılacak menfi tespit davaları maktu harca tabidir.

Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338'inci maddenin 1'inci fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini istiyebilir. İcra mahkemesi, tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder.

Üçüncü şahıs, kusuru olmaksızın bir mani sebebiyle müddeti içinde haciz ihbarnamesine itiraz etmediği takdirde 65'inci madde hükmü uygulanır. (Değişik cümle: 17.07.2003-4949 S.K./22.md.) Her halde üçüncü şahıs, borçlu ile kötü niyetli alacaklıya karşı dava açarak ödemek zorunda kaldığı paranın veya teslim ettiği malın iadesini isteyebilir.

Malın teslimi mümkün olmazsa, alacaklı icra mahkemesine müracaatla değerini üçüncü şahsa ödetmek hakkını haizdir.

Haciz ihbarnamesi, bir hükmi şahsın veya müessesenin merkez ve şubelerinden hangisine tebliğ edilmiş ise, beyanda bulunma mükellefiyeti yalnız ihbarnameyi tebellüğ eden merkez veya şubeye aittir.
Üçüncü şahsın beyanı hiçbir harç ve resme tabi değildir.
Bu madde hükmü, memuriyeti hasebiyle hakikate muhalif beyanda bulunan memurlar hakkında da uygulanır.” hükümleri yer almaktadır.

Bu yasal düzenlemelerde geçen haciz, cebri icra organı tarafından yapılan, devlete ilişkin bir hakimiyet tasarrufu olup, icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda istemde bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra memuru tarafından hukuken el konulmasıdır.

Borçlu hakkında takibin kesinleşmesinden sonra alacaklının İİK’nun 78 ve müteakip maddeleri uyarınca borçlunun hak, alacak ve malları üzerine doğrudan doğruya haciz konulmasını, bu kapsamda İİK’nun 85/1 maddesi uyarınca “haciz müzekkeresi” yazılmasını isteme hakkı vardır.
Öte yandan borçluya ait taşınır ve taşınmaz mallar dışında borçlunun üçüncü şahıs nezdindeki hak ve alacağının da İİK’nun 89.maddesi gereğince haczi mümkündür. Sözü edilen haciz işlemleri İcra İflas Kanunu’nda farklı düzenlemeye bağlanmış olup, sebep ve sonuçları değişiklik arz etmektedir.Alacaklı, İİK’nun 89.maddesi gereğince borçlunun üçüncü kişide bulunan hak ve alacağın haczini icra dairesinden talep edebilir. Bu durumda ilgiliye icra dairesi tarafından İİK’nun 89.maddesinde belirtilen şartları ihtiva eden bir “haciz ihbarnamesi” gönderilir. Söz konusu ihbarname kendisine tebliğ edilen üçüncü kişi, nezdinde borcu karşılayacak miktarda hak ve alacağın mevcut olması halinde; haciz ihbarnamesinde belirtilen borç miktarı kadar, borçlunun alacak veya sair haklarına haciz şerhi konulacak ve durum ilgili icra müdürlüğüne ihbarnamenin tebliğinden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak bildirilecektir.
Üçüncü şahıs; takip borçlusuna borcu olmadığı veya malın yedinde bulunmadığı veya haciz ihbarnamesinin tebliğinden önce borç ödenmiş veya mal istihlak edilmiş veya kusuru olmaksızın telef olmuş veya malın borçluya ait olmadığı veya malın kendisine rehnedilmiş olduğu veya alacak borçluya veya emrettiği yere verilmiş olduğu iddiasında ise bu iddiayı belirterek keyfiyeti, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra müdürlüğüne yazılı veya sözlü olarak bildirecektir. İtiraz edilmesi halinde üçüncü kişiye ikinci haciz ihbarnamesi gönderilmeyecektir.
Birinci haciz ihbarnamesine hiç cevap verilmemesi veya yedi (7) günlük kanuni süre içinde cevabın ait olduğu icra dosyasına ulaşmaması halinde, yukarıda açıklandığı üzere, takip konusu olan ve birinci haciz ihbarnamesinde yazılı borç miktarı üçüncü kişinin zimmetinde sayılacak, yani borçlunun gerçekte üçüncü kişi nezdinde herhangi bir mevduat hak ve alacağı varolmamasına rağmen, alacağın varlığı kabul edilmiş sayılacaktır.
Bunun üzerine üçüncü kişiye ikinci bir ihbarname gönderilerek bu ihbarnamede, birinci haciz ihbarnamesine süresi içinde itiraz etmemiş olması nedeniyle borcun zimmetinde sayıldığı, ikinci ihbarnamenin tebliğinden itibaren yedi gün içinde borcu ilgili icra müdürlüğüne ödemesi gerektiği, aynı süre içinde takibin yapıldığı yer mahkemesinde takip alacaklısı aleyhine menfi tespit davası açabileceği, dava açmaz ya da dava açtığını belirten belgeyi yedi gün içinde icra müdürlüğüne ibraz etmez ise zimmetinde sayılan borcu icra müdürlüğüne ödemesi gerektiği aksi takdirde icra yolu ile tahsil edileceği ihtar olunacaktır.
Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse; alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek, İİK’nun 338.maddenin 1. fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. Bu yasal prosedür ile aksine hareket halinde üçüncü kişinin cezalandırılması ve tazminata mahkum edilmesine ilişkin sonuçları dikkate alındığında “haciz ihbarnamesi”nin muhatabı olan üçüncü kişinin tüzel kişiliğinin bulunmasının zorunluluğu ortadadır.

“Haciz müzekkeresi (yazısı)” ise yukarıda metni aynen aktarılan İİK’nun 85.maddesinde düzenlenmiştir. Bu hüküm ile alacaklıya borçlunun taşınır ve taşınmaz malları ile üçüncü kişiler elinde bulunan hak ve alacaklarından asıl alacak ve ferilerini karşılayacak kadar miktarın haczedilmesi imkanı tanınmaktadır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 79/1 maddesi gereğince; alacaklının haciz talebi üzerine, icra dairesinin, haciz talebinden itibaren en geç üç gün içinde haczi yapması gerekir. Aynı Kanunun 85/1.maddesi hükmüne göre de; icra müdürü, borçlunun kendi yedinde veya üçüncüşahısta olan menkul mallarıyla gayrimenkullerinden ve alacak ve haklarından alacaklının ana, faiz ve masraflarda dahil olmak üzere bütünalacaklarına yetecek miktarı haczedecektir.

Kanunun gerek 79.maddesi, gerekse de 85.maddesinde yer alan hükümlerden ortaya çıkan sonuç, icra müdürüne haciz uygulaması konusunda bir takdir yetkisi tanınmadığıdır. Gerçekten de, 79.madde kesin bir ifadeyle icra dairesinin haczi yapacağından, 85.madde ise maddede belirtilen yasal koşullar altında borçlunun mal ve haklarının haczolunacağından söz etmektedir. 85. madde sadece, “alacaklara yetecek miktarın” saptanması konusunda icra müdürüne bir takdir hakkı tanımaktadır (Hukuk Genel Kurulu’nun 31.03.2004 gün ve 2004/12-202 2004/196 sayılı kararı) Görülmektedir ki, işlem tarzı ve sonuçları itibariyle farklılık arz eden haciz müzekkeresi ile haciz ihbarnamesi arasında, amaç yönünden önemli bir fark bulunmamaktadır. Her iki işlemde de amaç, sonuçta borçlunun üçüncü kişide bulunan parasına, alacak senetlerine, hisse senetlerine, menkullerine vs. haciz koymaktır.

Haciz ihbarnamesi, belli prosedürü olan ve sonucunda bazı mükellefiyetler getiren bir işlem iken, haciz müzekkeresi ise kısa yoldan yapılan bir haciz işlemidir. Sonuçları bakımından üçüncü kişi ve alacaklı açısından farklılıkları var ise de borçlu açısından her iki işlemin herhangi bir farkı yoktur. Alacaklı da her iki işlem sonucunda hak ve alacağın varlığı halinde, bu işlemler yoluyla borca yeter kısmını haczederek, daha çabuk veya biraz daha geç amacına ulaşacaktır.

Üçüncü kişi açısından bakıldığında ise, her iki işlem arasında gerek prosedürleri, gerekse de öngörülen yaptırımlar ile sonuçları açısından farklılık bulunmaktadır. Borçlunun üçüncü kişide hak ve alacağı varsa üçüncü kişiye gönderilen haciz yazısı birinci haciz ihbarnamesindeki şartları ihtiva etmese bile geçerli ve yeterli olup, borçlunun hak ve alacağı haczedilmiş sayılacaktır. Haciz tebliğ yazısını alan üçüncü kişi, artık borçluya ödeme yapamayacaktır. Sadece İcra müdürlüğüne ödemede bulunabilecektir. Borçlunun, üçüncü kişide hak ve alacağı yok ya da borca yeterli değil ise, işte o zaman haciz yazısı ile 89/1 haciz ihbarnamesi arasındaki özellik ortaya çıkacaktır. Yani üçüncü kişide hak ve alacağı bulunmaması halinde İİK`nun 89. maddesindeki koşulları taşımayan haciz yazısı ile anılan maddedeki sonuçlar doğmayacak ve borç üçüncü kişinin zimmetinde sayılamayacaktır. Haciz yazısını alan üçüncü kişide borçlunun hak ve alacağı yoksa belirli bir süre içerisinde bunun icra müdürlüğüne bildirilmesi mükellefiyeti bulunmamaktadır. Haciz yazısını alan üçüncü kişinin yapacağı işlem hak ve alacak varsa üzerine haciz koymak ve artık borçluya ödeme yapmamaktır.

Haciz müzekkeresi (yazısı) ile haciz ihbarnamesine ilişkin bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde: Alacaklı Izrap Alkollü Alkolsüz İçecekler San Tic Ltd Şti tarafından, dava dışı gerçek kişiler aleyhine kambiyo senedine mahsus haciz yolu ile takip başlatılmıştır. Takibin kesinleşmesi üzerine, alacaklı vekili, kurum nezdindeki hak ve alacakların haczi için İzmir İl Sağlık Müdürlüğü’ne, İl Sosyal Güvenlik Müdürlüğü’ne ve Defterdarlık İl Müdürlüğü’ne müzekkere yazılmasını istemiştir.Bu istem üzerine, icra müdürlüğü tarafından İl Sağlık Müdürlüğüne müzekkere yazılmış; borçlunun kurum nezdindeki hak ve alacaklarına haciz konulması ve bu miktarın dosyaya gönderilmesi istenilmiştir. 

Dava konusu yazının açıklanan bu niteliği itibariyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 85/1.maddesinde düzenlenen haciz müzekkeresi olduğu tartışmasızdır. Haciz müzekkeresinin yukarıda açıklanan niteliği ve sonucu dikkate alındığında muhatap kişinin tüzel kişiliğinin bulunması gerekli değildir. Haciz müzekkeresine muhatap olan kurumun yapacağı işlem, yeterli miktarda alacağı varsa bunun üzerine haciz koymaktan ibarettir. Tüzel kişiliği olmadığı halde alacaklısına para ödeme yetkisi bulunan kurumların ise, haciz müzekkeresinde belirtilen miktar üzerine haciz konulması işlemini yapmasında, tüzel kişiliğin bulunmasına gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle; yerel mahkemenin aynı gerekçelerle şikayeti reddetmiş olması usul ve yasaya uygun olup; direnme kararının onanması gerekir.

S O N U Ç: Şikayetçi/üçüncü kişi vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 28.09.2011 gününde oybirliği karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet

30 Temmuz 2015 Perşembe

Tespit Davası ve Hukuki Yarar

Tespit Davası ve Hukuki Yarar Hususu

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK, 6100 sayılı Kanun) 106'ncı maddesinde tespit davasına ilişkin düzenlemeler hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenlemeye göre:
Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir (HMK m. 106/1).

Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır (HMK m. 106/2).

Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz (HMK m. 106/3).

Kural olarak, Medeni Usul Hukuku’nda davacının; mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir dava açılabilmesi için genel dava şartlarının yanında iki özel şarta daha ihtiyaç vardır. Bunlar: a- hukuki meşru bir doğrudan ve kişisel ilişki söz konusu olmalı, b- hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığının tespitinde davacının haklı bir hukuki yararı olmalıdır.

6100 Sayılı Kanun'un "belirsiz alacak ve tespit davası" kenar başlıklı 107'nci maddesinin 3 numaralı bendinde: "ayrıca, kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" düzenlemesi getirilmiştir.

Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. 

Av. Ferman Kaya

Tespit davasına ilişkin hususların tartışıldığı Yargıtay kararı aşağıda yer almaktadır.

Hukuk Genel Kurulu 2013/22-567 E. , 2013/739 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Bursa 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 18/12/2012
NUMARASI : 2012/118-2012/834

Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 2. İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 16.11.2011 gün ve 2011/607 E. 2011/639 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 27.03.2012 gün ve 2012/2603 E. 2012/5803 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarının ödenmesinde ücret garanti fonundan yararlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Tespit davası bir hukuki ilişkinin saptanmasına yönelik olmakla birlikte diğer davalarda olduğu gibi tespit davasında da hukuki yarar bulunması zorunludur. Tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğunun kabul edilebilmesi için davacının hakkı veya hukuki durumu bir tehlikeyle karşı karşıya bulunması, tehdit sebebiyle hakkının sağlanmasında duraksama meydana gelmesi, tespit isteyenin gecikmesi durumunda zarar görecek olması, tespit talebiyle bu zararın ortadan kaldırılabilmesi gerekir. Ayrıca tespit davasının açılabilmesi için diğer bir koşulda, henüz eda davasının açılabilmesi zamanı gelmemiş olmalıdır. Eğer o anda eda davası açılabilecekse tespit davası açılması için hukuki yararın bulunmadığı kabul edilir.

Somut olayda davacı, işverenin ödeme güçlüğüne düştüğünden bahisle ödenmeyen son üç aylık işçilik alacağının garanti ücret fonundan ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Davacının tespit davası açtığı sırada eda davası açmasını engelleyen bir neden bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla tespit davası açıldığı sırada eda davası açılabilecek durumdadır. eda davası açılması gereken bu durumda tespit davası açmakta davacının hukuki yararı bulunmadığından davanın usülden reddi gerekirken işin esası incelenerek yazılı biçimde karar verilmiş olması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozulup, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle iş ilişkisinden kaynaklanan ödenmeyen üç aylık ücret alacağı için Ücret Garanti Fonundan yararlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir

Davacı vekili, müvekkilinin ... Tekstil San. ve Tic. Aş. de uzun yıllar çalıştığını, ancak işveren firmanın ekonomik krize girmesi, ödemelerini yapamaması nedeni ile 28/06/2007 tarihinde işten çıkarıldığını, işverenin açmış olduğu iflasın ertelenmesi istemli dava sonucunda 26/12/2008 tarihinde işveren firmanın iflasına karar verdiğini, 4447 sayılı Kanunun Ek 1. Maddesine göre; müvekkilinin işveren firmanın ödeme güçlüğüne düştüğü tarihten önceki, üç aylık ücretinin ( Nisan, Mayıs, Haziran 2007) Ücret Garanti Fonundan temin edilebilmesi maksadı ile davalı Türkiye İş Kurumu'na yaptıkları müracaatın reddedildiğini, müvekkilinin 2007 yılı Nisan, Mayıs, Haziran aylarında ödenmeyen aylık ücretleri için garanti fonundan faydalanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir. 

Davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekili; davacının iddia ettiği gibi davanın açılış tarihi itibari ile Kuruma, Ücret Garanti Fonundan yararlanma talebiyle ilgili resmi bir başvuru olmadığı gibi Kurumdan kendisine ret cevabı verildiğine ilişkin bir cevabi yazıhıh da bulunmadığını, Ücret Garanti Fonu Yönetmeliğinin 4/d maddesinde; “ödeme güçlüğüne düşme” tarihinin açıkça tanımlandığını, ödeme güçlüğüne düşme tarihinin; iflas, iflasın ertelenmesi ve konkordato kararının verildiği tarih, veya aciz vesikası alınması durumunda belge tarihi olduğunu, ayrıca Yönetmeliğin 9/2 maddesine göre de; işçinin, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesinden önceki son bir yıl içinde aynı işyerinde çalışmış olma koşulu getirildiğini, buna göre iflas kararından bir yıl içinde işten çıkartılanların bu haktan faydalanabileceklerini, iflas kararının tarihinin 26.12.2008 olduğunu, davacının iş akdinin ise 28/06/2007 tarihinde feshedildiğini, bu nedenle davacının Ücret Garanti Fonundan faydalanamayacağını, kurum işleminin doğru olduğunu, ayrıca 22/08/2011 tarihinde açılmış davanın, zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece; her davanın açıldığı tarihteki şartlar itibariyle değerlendirileceği, hal böyle olunca davacının çalıştığı ....Tekstil A.Ş. isimli şirketin ödeme güçlüğü içine düştüğü tarihin, iflasın ertelenmesi talebiyle dava açtığı 16.07.2007 tarihi olduğunun kabulü ile bu tarihten geriye doğru bir yıl içerisinde iş akdi feshedilen davacının, 2007 yılı Nisan, Mayıs ve Haziran aylarındaki ödenmeyen aylık ücretleri yönünden Ücret Garanti Fonundan yararlanması gerektiğinden davanın kabulüne dair verilen karar, davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.Hükmü temyize davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekili getirmektedir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; davacının tespit davası açmada hukuki yararının bulunup bulunmadığı, noktasında toplanmaktadır.

İşin esasına geçilmesinden önce, yerel mahkemenin ilk kararının gerekçesinde yer almayan “…01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Kanunun 106. maddesinde ise; tespit davası açıkça düzenlenmiştir. Bu maddede tespit davası açabilmek için hukuki yarar kavramı öngörülmekle birlikte hangi hallerde hukuki yarar olacağı açıkça düzenlenmemiştir. 6100 Sayılı Kanunun 107. maddesinin 3 numaralı bendinde; "ayrıca, kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" denilmiştir. Somut olayda davacının hukuki yararının olmadığını söylemek mümkün değildir…” gerekçesiyle verilen direnme kararının yeni hüküm olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış; Mahkemece dayanılan bu ilave gerekçe ile bozma ilamı kapsamına göre gerekçenin kanuni sınırlarda genişletilmiş gerekçe niteliğinde olduğu, bu nedenle ortada yeni bir hüküm olmayıp, gerekçesi kanuni sınırlarda genişletilmiş bir direnme kararının olduğu bu nedenle ortada yeni bir hüküm olmadığı kabul edilerek, önsorun bu şekilde aşılmıştır. 

İşin esasına yönelik temyiz incelemesine gelince; Öncelikle, somut uyuşmazlığa uygulanacak hükümlerin belirlenmesine yönelik olarak uyuşmazlığa konu işlemin “tamamlanmış usul işlemi” niteliğinde olup olmadığı belirlenmelidir: Usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. 

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır. Hemen belirtilmelidir ki, dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.

Bu genel açıklamalardan sonra, zaman bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun ilgili hükmüne de değinmek gerekir: HMK'nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1.maddesi; “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. 

Bu madde hükmüne göre, usul hükümleri kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır Bir işlem tamamlanmış ise, artık bu işlem bozulamaz; aksini düşünmek gereksiz yere bu işlemin bozularak tekrarlanması gibi zaman ve emek kaybına neden olacaktır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, Ankara 2011, s. 62, 63). Aynı hususlar, Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E., 2012/93 K.; 22.02.2012 gün 2011/2-733 E., 2012/87 K., sayılı kararlarında da, benimsenmiştir. 

Açıklanan hükümler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde: davanın açıldığı 24.08.2011 tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabulü gerekir. Bu aşamada, hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları üzerinde açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır. 

Medeni Usul Hukuku’nda davacının; mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir dava açılabilmesi için, bu davayı açmakta veya hukuki korunma istemekte haklı bir yararının bulunması gerekir. Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, a.g.e., s.135). 

Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem de, öğreti ve yargısal kararlarda, hukuki yarar, "dava şartı" olarak kabul edilmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır. ( aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu'nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir). 

Dava açmaktaki hukuki yarar için; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca, açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin, hakkına ulaşmak için, mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez H., Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297). Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:Bilindiği üzere, mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır. 

eda davalarında; bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de, var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar. 

Tespit davasında, sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, Diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu hükme bağlanır. 

Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir. 

Tespit davasında; eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehditle karşıkarşıya olması gerekir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, a.g.e., s.133 vd.; aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 01.02.2012 gün ve 2011/10-642 E., 2012/38 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.).
Yukardaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle, iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarının ödenmesi istemiyle dava (eda davası) açma olanağı varken, tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığınının kabulü gerekir.

Bu konuda, Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde bir kısım üyelerce, mahkemece tespit kararı verilmesi halinde, muhatabın kamu kurumu olması nedeni ile verilen tespit kararını uygulayacağı, ayrıca eda davası açılmasına gerek kalmayacağından davacının tespit davasıaçmasının usul ekonomisine uygun düşeceğinden direnme kararının yerinde olduğu savunulmuşsa da, Kurul çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken; önceki kararda direnilmesi usul ve Kanunya aykırıdır.

Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır. 

SONUÇ: Davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.05.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Ecrimisil Davası ve Ecrimisil İsteminde Zamanaşımı

1. Ecrimisil

Ecrimisil, Eşya Hukukunda kötüniyetli zilyedin eşyayı kullanmasından kaynaklanan sorumluluğu kapsamında kendisinden istenebilecek şeye verilen isimdir. Uygulamada kötüniyetli zilyedin ödeyeceği tazminat olarak tanımlanmıştır.

Medeni Kanun'un (4721 sayılı Kanun, MK) 995'inci maddesinde "İyiniyetli Olmayan Zilyet Bakımından" kenar başlığında ecrimisil;

"İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır. İyiniyetli olmayan zilyet, yaptığı giderlerden ancak hak sahibi için de zorunlu olanların tazmin edilmesini isteyebilir. İyiniyetli olmayan zilyet, Şeyi kime geri vereceğini bilmediği sürece ancak kusuruyla verdiği zararlardan sorumlu olur."

şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Gerek öğretide, gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere ecrimisil, diğer bir deyişle işgal tazminatı: hak sahibinin kötü niyetli zilyetten isteyebileceği tazminattır. Aşağıda  tamamı verilmiş olan 1950 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında ecrimisil: “…fuzuli işgalin kiraya benzetilemeyeceği; …haksız bir eylem sayılması gerektiği, …bir zarar meydana gelirse bunun tazmin ettirileceği, …Medeni Kanunun (eski) 908 inci maddesi anlamında zilyedin faydalanmasından doğan bir istem olduğu…” kararlaştırılmıştır.


Bununla birlikte ecrimisil, haksız bir eylemden kaynaklanan, tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en az kira geliri karşılığı olması gerektiği uygulamada kabul görmüştür.

2. Ecrimisilin Kapsamı ve Zamanaşımı


Yargıtay'ın ilgili Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararlarında ecrimisilin kapsamında aşağıdaki istemlerin tartışılması ve istenebilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna göre;

a- Haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklindeki olumlu zarar,


b- Kullanmadan doğan olumlu zarar,

c- Malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar)

ecrimisilin kapsamını belirler (Hukuk Genel Kurulu 2013/1354 E. ,  2014/422 K.).


Ecrimisil talep edebilmek için bir zarara uğramış olmak gerekli değildir. Ecrimisil haksız zilyedin kullanımı karşılığı ödeyeceği bedel olduğundan, haksız zilyedin müdahalesi devam ettiği sürece ecrimisilin zamanaşımına uğraması söz konusu olmaz. 

Bu noktada belirtilmesi gereken diğer önemli bir husus da ecrimisil davasının taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılacağı ve zamanaşımının geriye doğru işleyeceği ve  Türk Borçlar Kanunu m. 147'nci maddesindeki zamanaşımı sürelerinin uygulanacağıdır.

Ecrimisil konusunda önemli bir içtihadı birleştirme kararı olan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1945/22 E, 1950/4 K. sayılı kararını aşağıda paylaşıyorum.


Av. Ferman Kaya



YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU E. 1945/22, K. 1950/4, T. 8.3.1950


 • İŞGAL ÖDENCESİ ( Başkasının Taşınmazını Haksız Olarak Zorla Alıp Kullanmış Olan Kötü Niyetli Kimse )
• HAKSIZ OLARAK TAŞINMAZI ALIP ZORLA KULLANMA ( Kötü Niyetli Kişinin O Taşınmazı Elinde Tutması Nedeniyle Oluşan Zararları Ödemekle Yükümlü Olması)
• ECRİMİSİL ( Başkasının Taşınmazını Haksız Olarak Zorla Alıp Kullanmış Olan Kötü Niyetli Kimse )
743/m. 895, 896, 908
10.6.1931 g. ve E. 1931/2 K. 1931/40 s. Yg. İçt. Bir. K.
9.12.1931 g. ve E. 1931/23 K. 1931/44 s. Yg. İçt. Bir. K.
25.5.1938 g. ve E. 1937/29 K. 1938/10 s. Yg. İçt. Bir. K.
19.10.1938 g. ve E. 1937/13 K. 1938/15 s. Yg. İçt. Bir. K.
7.6.1939 g. ve E. 1936/31 K. 1939/47 s. Yg. İçt. Bir. K.
25.10.1939 g. ve E. 1939/8 K. 1939/53 s. Yg. İçt. Bir. K.
14.2.1940 g. ve E. 1939/38 K. 1940/67 s. Yg. İçt. Bir. K.
10.7.1940 g. ve E. 1939/2 K. 1940/77 s. Yg. İçt. Bir. K.
22.11.1944 g. ve E. 1944/27 K. 1944/32 s. Yg. İçt. Bir. K.
9.10.1946 g. ve E. 1946/6 K. 1946/12 s. Yg. İçt. Bir. K.
1.3.1950 g. ve E. 1947/11 K. 1950/2 s. Yg. İçt. Bir. K.

ÖZET: Başkasının taşınmazını haksız olarak zorla alıp kullanmış olan kötü niyetli kimsenin o taşınmazı haksız olarak elinde tutmuş olmasından doğan zararları ve elde ettiği veya elde etmediği savsadığı verimleri ödemekle yükümlü olup bir zarara uğramış olan maliki veya elmeni işgal ödencesi ( ecrimisil ) adı veya başka bir ad altında herhangi bir ödence vermekle yükümlü değildir. 

DAVA: Elindeki gayrimenkulu istihkak davacısına geri vermeğe mecbur tutulan kötü niyetli zilyedin bu zilyetlikten hiç bir zarara uğramamış olan davacıya ecrimisil adı altında bir para vermesi gerekip gerekmiyeceği hususunda Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin 18.6.1945 tarihli ve 1416/3079 sayılı karariyle Dördüncü Hukuk Dairesinin 2.2.1945 tarihli ve 1958/340 sayılı kararı arasında içtihat uyuşmazlığının mevcudiyeti Adalet Bakanlığının 8.8.1945 tarih ve 44 sayılı yazısiyle bildirilmesine mebni uyuşmazlık konusunu teşkil eden ilam örnekleri çoğaltılarak dağıtılmış ve 8.3.1950 tarihine rastlayan Çarşamba günü müzakerenin başlayacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti. 

KARAR: Bugün toplanan kurula ( kırkdokuz ) zatın iştirak ettiği görülüp müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla Birinci Başkan Halil Özyörük'ün Başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar Birinci Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan; 

Üye Suat Bertan; İhtilafın konusunu teşkil eden her iki asliye mahkemesi kararını bendeniz verdim. Ben Ankarada iken yerime bakan zat ehli vukuf marifetiyle mezarlık yerine kıymet takdir ettirmiş ve dava tekemmül etmişti. Bunun üzerine belediye vekiline sual tevcih ettim, aldığım cevaplar şu idi : 

Ecrimisil talep olunan yerin mezarlığa tahsis edilip etrafının duvarla çevrildiğini defin için daha buralara sıra gelmediğini sırası gelinceye kadar da başka suretle kullanılmayacağını bildirdi. Bu suretle belediyenin zarar iddiasına mesnet olacak bütün ihtimalleri derpiş edip hiç birinin hadisede mevcut olmadığını anladıktan sonra yerin tahliyesine ve ecrimisil takdirine dair talebinin reddine karar verildi. 

Onbeş adede baliğ olan ve tamamen aynı mahiyette bulunan bu dava dosyaları hakkında bir tek karar yazdım kaleme tevdi ettim, isim farkı müstesna bütün kararlar yekdiğerine tamamiyle benzer. Bunlardan birisini kasten birinci hukuka, diğerini de dördüncü hukuk dairesine gönderdim. 

Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; Dava, haksız işgal olunan arazinin ecrimisline aittir. Zarar ve ziyan talebi değildir. Ecrimisil ise zarar ve ziyanın en az miktarıdır. Hadisede ecrimisli istenilen arazi belediyece ziraat için değil, kabristan yapmak maksadiyle satın alınmıştır. Bu kabil arazinin başkası tarafından işgaliyle ecrimisil lazım gelmemeli, fakat bu kaideyi mutlak olarak kabul etmemek icap eder. Yani ziraata salih olan arazinin yahut ikamete mahsus binanın haksız işgali ecrimisli istilzam eder, takdir yüksek heyetinizindir. 

Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı Sabir Erbil; Borçlar Kanununda ecrimisil hakkında bir hüküm mevcut değildir. Kırkbirinci maddeden altmışaltıncı maddeye kadar tedvin edilen hüküm kasıt, ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlikle haksız surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahsın zararı tazmin ile mecbur olduğu gibi haksız surette mal iktisabından mutazarrır olan tarafın istirdat hakkı derkardır. Yüksek Kurul 25.5.1938 tarihli kararında haksız surette zapt ve işgal sebebiyle hukuki menfaatleri haleldar olan gayrimenkul maliklerinin talep edebilecekleri ( ecri misil ) tazminat davaları hakkındaki zamanaşımının Borçlar Kanununun 126 ıncı maddesinde yazılı beş senelik zamanaşımına tabi olduğunu kabul eylemektedir. Bu kararla ecrimisil hususu kabul ve tabi olduğu zaman aşımı ise zarar ve ziyan hakkındaki zamanaşımı süresi olmayıp icar bedeli hakkındaki süre misili beş senelik zamanaşımı olduğunu belirtmiştir. Mülga Mecelle bu kabil fuzuli zapt ve işgal için ecrimisil kabul eylememektedir. Mecellenin nescine göre menafii masup mazmun değildir. Çünkü, ecir ve zıman birlikte içtima edemez. Ecrimislin kabul edildiği yer muadditül istiglal yani kirahaneler ve mali yetim, mali vakıf, mali beytülmal gibi istihsani ve istisnai olarak kabul eylemiştir. Mecelle menfaat madum olup ancak akit ile takavvüm edeceği ve akit mevcut olmadıkça menfaat bahis mevzuu olamayacağı reyindedir. Ecrimisil için hususi kanunlarda da ayrıca hüküm mevcuttur. Binaenaleyh misli bulunmayan bir şey için ecrimisil bahis mevzuu olamaz. Yani bedelediyenin makbere yapmak için iktisap eylediği bir gayrimenkulde başkasının fuzulen işgali için ecrimisil isteyemez. Zira, mamelekinde bir eksiklik bahis mevzuu değildir. Bu bakımdan Birinci Dairenin kararı kanunun ruhuna uygun olduğu mutalaasındayım. 

Üye İmran Öktem; Sayın arkadaşlarımız Medeni Kanun ve Borçlar Kanununun maddeleri üzerinde izahat vermekle iktifa ettiler. Bu kanunlar bizde yirmibeş seneye yakın bir mazi taşıyor. Aslı ise başka bir muhit için elli sene önce kaleme alınmıştır. Yurt ihtiyaçları kanunun dar maddeleri içine sıkıştırmak doğru değildir. Bu maddeleri aşarak realiteden kuvvet alarak kanunları tefsir ve tatbik etmekle mükellef bulunuyoruz. Burada bugünün ihtiyaçlarını göz önünde tutarak onları tatmin edecek bir içtihat yaratmak lazımdır. Hukukun menbaı yalnız kanun değildir, ihtiyaçlardan kuvvet alan mahkeme içtihatları da hukukun menbaıdır. Bugün Fıransada Kodsivili kaleme alanlar dirilseler ve tatbikata göz atsalar kendi yaptıkları kanunu tanıyamazlar. 

Orada mahkeme içtihatları bu kanuna öyle değişik istikametler vermiştir ki, bugün Fransada tatbik edilen bir çok kaidelerin Kodsivil ile münasebetini bulmak imkansızlaşmıştır. Yüksek Heyetinizden öyle kararlar çıktı ki, bunlara Medeni Kanunda veya Borçlar Kanununda mesnet aramak beyhudedir. Halbuki bu kararlar ve içtihatlar memleketin ihtiyaçlarını tatmin ettikleri için takdir edildi, alkışlandı. Şimdi tartışma konusu işte Medeni Kanunda veya Borçlar Kanununda bir istinadgah bulamıyoruz diyerek memleket ihtiyaçlarına göz yummak mı lazımdır. Kara kaplı kitabın maddelerinden ve şu bulunduğumuz dört duvardan realiteye çıkalım. Memleketin ihtiyacına nüfuz edelim. İtiraf etmek lazımdır ki, memleketimizde mal ve mülk masuniyetine karşı halk arasında bir laubalilik vardır. Yirmi milyon nüfusa karşı Yargıtayda senede yüz bini aşan ve mahkemelerde yarım milyona yakın işin bulunması bunu açıkça göstermektedir. Mal ve mülke karşı taarruzları önlemek lazımdır. Öyle içtihatlar yaratalım ki, bu içtihatlar bu taarruzları önlemeye hizmet etsin... Kötü niyetli bir adam hiç bir hakkı olmadığı halde başkasına ait mala, mülke taarruz ediyor. Onu senelerce fuzulen kullanıyor. Mal sahibine soruyoruz. Bu yüzden bir zararın oldu mu? Hayır! O halde kötü niyetli adamdan yalnız malı geri isteyebilirsin fakat o adam o malı kullanmış, ekmiş, biçmiş, istifade temin etmiş. Bundan dolayı bir şey isteyemezsin... Bu söz bu karar mal sahibini tatmin eder mi? 

Mal sahibi malına yapılmış taarruzdan dolayı maddi bir zarara duçar olmamıştır. Fakat bu taarruzdan onun içinde bir huzursuzluk, bir rahatsızlık doğmamış mıdır? Bu huzursuzluğu bu rahatsızlığı gidermek lazım değil mi? Mal sahibine kötü niyetli adamın o maldan elde ettiği menfaatle mütenasip asgari bir tatmin vasıtası tanımlayalım mı? Asgari tatmin vasıtasına istersek ecrimisil diyelim istersek medeni ceza diyelim. Her halde mal sahibini tatmin edecek bir parayı kötü niyetli adamdan alıp mal sahibine verelim. Böyle bir tedbir mal ve mülke karşı haksız taarruzları önleyecek bir tedbirdir. Eğer mal sahibi bunun üstünde bir zarara maruz kalmış ise onu da zarar ve ziyan olarak ödettirmek hakkı her halde mahfuzdur. Bir misal arzedeyim: Benim İstanbulda bir evim var. Yaz tatillerinde gidip oturuyorum. Kışın boştur. Kiraya vermiyorum Ben Ankarada iken yabancı bir adam çıkıyor. Penceresini kırıp içine giriyor. Bütün kış evde oturuyor. Ben yazın İstanbula gidince evi terkediyor. Kırdığı camı da tamir ediyor. Evi tetkik ediyorum. Ortada hiç bir noksan yok. Kırılmış dökülmüş bir şey yok. Mahkemeye gidiyorum. Bu adam benim evime girmiş, altı ay kış oturmuş, evin parasını ben verdim. Vergisini ben veriyorum. Bu adamın bu evde hiç hakkı yoktur. Evimi işgal etmekle başka bir eve vereceği kira parasından tasarruf etmiştir. Evimin emsaline göre getireceği kira bedelini kendisinden tahsil ediniz, diyorum. Mahkeme benden soruyor. Sen bu evi kiraya verecek miydin. Hayır! O adam evde bir zarar yapmış mı? Hayır! O halde sen ecrimisil, değer baha isteyemezsin. Çünkü bu yüzden bir zararın yoktur. Böyle bir karar ile bir içtihat beni tatmin eder mi? Umumi efkarı tatmin eder mi? Benim içimde doğan huzursuzluğu, kini teskin eder mi? Bu durum karşısında ben malımı, mülkümü emniyette hissedebilir miyim? Mal sahibini cezalandırmak, kötü niyetli adamı mükafatlandırmak bir kanunun şiarına yakışır mı? Kanunda bu cihet meskut ise bunu içtihatlarla kabul edemez miyiz? Böyle bir içtihadın doğmasına kanunda bir mani var mıdır? Ecrimisil, değer baha kanuna girmemiş olsa bile biz bunu içtihat ile sokmalıyız. Ancak bu suretle mal ve mülk sahiplerine asgari bir tatmin vasıtası ve kötü niyetli adamlara da asgari bir tertip vasıtası ve asgari önleyici bir tedbir vasıtası elde etmiş oluruz. Birinci Hukukun içtihadını kabul edersek kötü niyetli adama karşı mal sahibini zararını isbat ile mükellef kılmak lazım gelecektir. Zarar isbat edilmediği veya ortada bir zarar görülmediği takdirde kendisine bir şey vermiyeceğiz. Kötü niyetli adamın o maldan temin ettiği menfaatin tamamını kendisine bağışlıyacağız. Bu nasıl olur. Böyle adalet olur mu? Böyle bir içtihat kimi tatmin eder. Kanunlarımızın alındığı İsviçrede mal mülk emniyeti idari tedbirlerle temin edilmiştir. Orada mala mülke karşı taarruzlar nadirdir. Onun için oranın kanunları, şarihleri, mahkemeleri bu mesele üzerinde fazla durmaya lüzum görmemişlerdir. Daha sıkı tedbirler almaya lüzum görmemişlerdir. Halbuki, bizde butaarruz yaygın ve salgın halindedir. Köyünüzde tarlanızın başından bir sene ayrıldığınız zaman hemen orasının başkası tarafından ekildiğini görürsünüz. Toprak ihtiyacı vardır. Kabul. Boş toprak kalmasın o da kabul. Fakat benim toprağımı fuzulen alan bir adam bana değer kirasını vermesin mi? Ben istersem senelerce tarlamı sürmem. Bu keyfiyet tarlamdan gelen gidenin meccanen istifade etmesini mi icap ettirir? Böyle hallerde ben zararımın mevcudiyetini her zaman isbat edebilir miyim? Malıma karşı yapılan bir taarruzun bende uyandırdığı elem ve ıztırap benim için bir zarar değil midir. Bunu asgari bir bedel alarak tatmin etmek hakkım değil midir? Bu itibarla mal sahibi lehine hiç bir zarar mevcut olmasa dahi değer kiranın kötü niyetli şagilden tahsili lazım geleceği yolundaki Dördüncü Hukuk Dairesinin kararı doğrudur. Gasp ve tecavüz edilen şey esasen hiç kira getirmeyen bir şey ise tabiidir ki, mal sahibi bir şey alamayacaktır. Yani mal sahibinin ecrimisil isteyebilmesi için o şeyin esasen emsali kira getirir şeyler nevinden olması lazımdır. 

İkinci Hukuk Dairesi Başkanı A. Himmet Berki; Geçen bir tevhidi içtihat münakaşasında uzun uzadıya izah ettiğim veçhile ecrimisil herkesçe ve Vazukanunca kabul edilmiş bir ıstılahtır. Menfaatin istihlakinden başkaca bir zarar tevlit etmiş ise munzam zarar olarak bu da istenebilir. Böyle bir zarar yoksa veya fuzuli işgalden doğan zarar istihlak edilen menfaatin karşılığından daha az ise yalnız menfaatin zamanı lazım gelir. Bu da malın emsalinin temin eylediği menfaatla ölçülür. Mesela, oturacağım evimi biri işgal etti ayda 100 lira ücret getirecek bir evdir. Ben işgal müddeti zarfında ayda elli lira ücretle bir evde oturdum. Başka bir zarara uğramadım. Benim işgal edenden elli lira değil 100 lira talep etmek hakkımdır. Muhalif düşünen arkadaşlarımız ancak elli lira isteyebilirsin mi diyecekler. Böyle bir mütalaa zarar mefhumuna ve hukukun kabul eylediği esaslara tamamen muhalif olur hak ve adalete de. Bizim vazifemiz ıstılahları hukuk lisanından tart ederek lisanı fakirleştirmek, iptidaileştirmek değil her mefhum için tabirler bularak zenginleştirmek ona inkişaf vermektir. 

Fakat ecrimisil lazım gelmek için menfaatin haddi zatında bir kıymeti olmak ve mal sahibi zarar görmüş olmak lazımdır. Binaenaleyh hadisede kabristan işgal edilmiş olmasından belediye mutazarrır olmamıştır. Şu halde ecrimisil isteyemez. Çünkü kıymet ve eşyaca bir menfaat yoktur. Menkullerde de bunun benzerleri vardır. A, B nin seccadesini gasp etti -B seccadesi gasp olunmasından ecrimisil namiyle bir şey isteyemez. Amma ücretle şuna, buna vermekte olduğu romanını gasp edenden zararının tazminini ister bu zarar romanın kiraya verilmek suretiyle temin edeceği ücrettir. 

Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; Yeni kanunumuzda da, ecrimisilin kabul edildiği görülüyor. Borçlar Kanunu 323 maddede hizmet aktinde ecrimisli kabul etmiştir. Bu maddeye göre iş sahibi mukavele edilen yahut adet olan yahut kendisinin bağlı bulunduğu umumi mukavelede tesbit olunan ücreti tediye ile mükelleftir. Bu maddedeki ( yahut adet olan ücret ) demek tam ecrimisildir. Ticaret Kanununda da ecrimisil tabiri kabul olunmuştur. Bu ihtiyaçtan doğmuştur, müsamaha etmemek icap eder; Gayrimenkule karşı laubaliliği sayın İmran Öktem alimane bir surette izah ettiler, noktai nazarlarına tamamiyle iştirak ediyorum.

Üye Suat Bertan; Halli icap eden cihet malın iadesini isteyen kimsenin bu malın iadesini temin ettikten sonra kötü niyetli zilyedinden daha ne isteyebileceği hususudur. Hak sahibi malın elinde bulunmamasından dolayı duçar olduğu zararın tazminini ister. Kanunda haksız fiilden dolayı tazmin ve bir de haksız iktisap dolayisiyle tazmin müessesesi vardır. Bunlar ayrı, ayrı hukuki müesseselerdir. Suiniyetle zilyetlikte kanun 108 inci madde mucibince zararın tazmin edileceği kaidesini koyuyor. Bu aynın iadesini tanzime matuf hususi bir hükümdür. Bu halde haksız fiil yerine suiniyetle zilyetlik ikame olunmuştur. Tazmin hususu Borçlar Kanunu kırkbir ve müteakip maddeleri mucibince vazedilmiş olan tazmin maddelerine kıyasen yapılır. M.K. 908 inci madde mucibince bir tazmin talebi kabul edilebilmek için bir zararın mevcut olması şarttır. Ecrimisil ıstılahı ancak asgari tazmin şeklini gösterebilir. Bir kimsenin evi haksız olarak işgal olunur ve zilyedi de suiniyet sahibi ise mal sahibinin zararını ecrimisile hasrettirmek katiyyen caiz değildir. Mesela İstanbula yerleşmek üzere giden bir adamın bir evi mevcut olsa, evini biri işgal etse o adamın zararı ecrimisile inhisar etmez. Bilakis otel masrafı; eşyasının muhafaza masrafı, hatta lokantada yemek yemek dolayisiyle yemek bedel farkı ister, diğer misal adamın biri yorulmuş ağacın dibinde bir kaç saat oturmuş işgal vaki olmuştur. Bu şekilde ağaç altında oturmak mal sahibi için ne zararı mucip olmuştur. Bu misaller tazmin için zararın şart olduğunu gösterir. Burada kıstas zarar keyfiyetidir. Haksız iktisap müessesesinin burada alakası yoktur. Eğer buyurdukları gibi haksız iktisaba esas ittihaz edersek ağaç altında oturmasaydı kahveye gidecekti, kahve içecekti, on kuruş karı oldu denilebilir mi? Verdikleri diğer misala gelince; Yani Adadaki eve girmekten hasıl olan vaziyette ise zarar varsa tazmin ettirilir. Zarar yoksa tahliye ettirmekle iktifa olunur. Bu misalde de haksız iktisap sebebiyle bir şey tazmin ettirilemez. Çünkü, mal sabibinin mamelekinde bir tenakkuz husule gelmemiş haksız iktisap tazmin şartı tahakkuk etmemiştir. Belediyece mezarlık yeri olarak tahsis olunan mahalle davalılar vaktiyle oturmuşlar defin sırası gelinceye kadar başka suretle kullanılmayacağını belediye vekilinin mahkemede söylediğini arz etmiştim. Zarar yok ki, tazmin edilecek bir husus teammül olunabilsin. Toprağın kuvvei intibatiyesinin de azalmasınında hadisede tesiri olamaz. Çünkü, müteveffa ister münbit yerde yatsın, ister gayri münbit yere defnedilmiş olsun, belediyenin bundan dolayı bir zarara duçar olmasına bittabi imkan yoktur. 

Üye İmran Öktem; Muhterem arkadaşımız Suat Bertan ağaç gölgesinde istirahat eden adamdan bahsettiler. Benim bir bahçem var. Bir kaç ağacım var. Bir yolcu yorulmuş. Ağacımın altına oturup istirahat etmiş gölgelenmiş. Bundan da ecrimisil alalım mı buyurdular. Bu hale örfen, adeten meccanen faydalanması tecaviz edilen bir meseledir. Olayımızla alakalı değildir. Ağaç gölgesinde oturmak hiç bir zaman ücrete tabi değildir. Bunun bir ecrimisli yoktur. Tartışma konusu olabilirse başkadır. Belediye mezarlık yapmak için bir yer almıştır. Bugün tarla halindedir. Henüz mezarlık yapmaya sıra gelmemiştir. Fakat bir adam bu tarlayı senelerdenberi ekmekte ve mahsul almaktadır, faydalanmaktadır. O adamın kötü niyetli olduğu kabul ediliyor. Fakat bu yüzden davacı belediyenin bir zararı olmadığından ecrimisil isteği reddedilsin deniyor. Birinci Hukuk Dairesi böyle bir fuzuli müdahalelerde davacının para ile takdir edilecek bir zararı yoksa ecrimisil isteyemez diyor. Hadiselerde ehlivukuflar bu tarlaların emsali kira ile kullanılıyor diyor. Emsaline göre kira takdir etmişlerdir. Mesele hadise meselesi değildir, prensip meselesidir. Fuzulen müdahale eden kötü niyetli adam karşısında mal sahibi bir para almak için zarar vukuunu ispat etmeli mi, etmemeli mi? Bunu tayin edeceğiz. Bir hadiseden bahsedeyim. Ankarada yan yana iki arsa vardır. Başka başka adamlara aittir. Kanalizasyon inşaatını taahhüt eden şahıs inşaat malzemelerini bu arsalara koymak istiyor. Arsalardan birinin sahibi acar bir adamdır. Olmaz diyor. Müteahhit ona ( sana kira veririm müsaade et ) diyor. Mukavele yapıyorlar. Ayda ( X ) liradan kiralıyor. Diğer arsanın sahibi ise yavaş bir adamdır. Müteahhidi menedemiyor. Müteahhit her iki arsaya inşaat malzemesi koyuyor. Birinci arsa sahibine her ay ( X ) lira ödüyor. Aradan beş altı ay geçiyor, ikinci arsa sahibi de müteahhitten kira istiyor. Müteahhit buna yanaşmıyor. Adam dava açıyor. Her iki arsa apartman inşası için alınmıştır. Boş durmaktadır. Daha bu sene, gelecek sene apartman yaptırmaya mal sahipleri niyet etmiş değillerdir. Her iki arsa sahibi için de müteahhidin taarruzundan dolayı bir zarar yoktur. Fakat birinci arsa sahibi her ay ( X ) lirayı alıyor. Çünkü o acar eli sopalı, bizzat ihkakı hakka muktedir bir adamdır, ikinci arsa sahibi kira alamayacaktır. Çünkü, onun bu taarruzdan dolayı bir zararı yoktur. Çünkü, o sessiz ve mazlum bir adamdır. Bizzat ihkakı hakka muktedir değildir. O hakkını yalnız mahkeme vasıtasiyle almak istiyor. Fakat mahkeme Birinci Hukuk Dairesinin kararına uyarsa onu tatmin edemeyecektir. Bu adalet olur mu? Gönül ister ki, birinci arsa sahibinin elindeki sopa yerine ikinci arsa sahibinin elinde de adalet cihazı olsun. Bizzat ihkakı hakka mani olmayan, kötü niyetli mutaarazın elde ettiği menfaatleri ona bırakan, sahibini tatmin etmeyen, mal ve mülk masuniyetini temin etmeyen malı taarruza uğrayan kimsenin huzursuzluğunu gidermeyen bir içtihat adil değildir, ihtiyaca uygun değildir. Kanunlarımızda ise kötü niyetli mutaarazın mal sahibine asgari bir tatmin vasıtası olarak ecrimisil ödemesini menedecek bir hüküm yoktur. Tekrar edeyim ki, mal sahibi daha fazla bir zarara maruz kalmış ise ve bunu ispat edebilirse o da ayrıca ödenebilir. Bir de Medeni Kanunun zaruretler dolayisiyle mal ve mülke taarruzu -tazminat mukabilindetevciz ettiği yerler vardır. Tabii oralarda mal sahibi zararını ispat etmedikçe ecrimisil isteyemez. Ancak zarar ve ziyan isteyebilir. Medeni Kanun 675, 670 ve 677 inci maddelerinde olduğu gibi. 

Üye Asım Tuncay; Haksız olarak gayrimenkulu işgal eden kimsenin işgali sebebiyle haksız olarak elde ettiği menfaatin; haksız iktisabın iadesi lazımdır. 

Üye Sunuhi Arsan; Sayın Asım Tuncay'ın işaret ettiği noktaya cevap vereyim. Sayın Fevzi Bozer de aynı şekilde şagilin haksız bir iktisapta bulunup iade ile mükellef olduğunu söylediler. Kanaatımca olayda haksız iktisap bahse konu olamaz. Çünkü, haksız iktisabın mevcut olabilmesi için bir takım şartların tahakkuku gerektir. Evvela bir iktisap olacak, saniyen bu iktisap haklı ve meşru bir sebebe dayanmayacak, salisen iktisap edenin mamelekinde bir zayüt vukubulacak ve rabian iktisap edenin mamelekinde vakı tezayüde mütenazır olarak diğer tarafın mamelekinde bir noksanlık vücuda gelecektir. İşte bu dört şartın içtimai halindedir ki, ancak haksız iktisap vardır, deniliyor. Ve haksız alınan şeyin iadesi vecibesi doğar. Halbuki hadisemizde bu dördüncü şart mevcut değildir. Gerçi iktisap edenin yani şagilin mamelekinde bir tezayüt vardır. Fakat aleyhine iktisap olunanın yani belediyenin mamelekinde bu tezayüdün sebep olduğu bir eksiklik hasıl olmamıştır. Bu itibarla olayda haksız iktisap kaidesine dayanılarak şagili sorumlu tutmaya imkan yoktur. 

O halde hangi esasa dayanacağız? Filhakika bir kimsenin hukukan sorumlu olabilmesi için onun durumunun kanunun kabul ettiği hukuki mesuliyet esaslarından birine uyması icap eder. Sayın Suat Bertan'ın da söyledikleri gibi olayda şagilin sorumluluğunu Medeni Kanunun 906 ıncı ve müteakip maddelerinde derpiş edilen kaidelere tevfikan mülahaza etmek mümkündür. Kötü niyetle bir şeye el koyan kimse onu iade ile mükellef olduğu zaman bu yüzden mütevellit zararları tazmine mecburdur. Şu halde tazmin borcu ne şartlar altında tevellüt edebilir? 

Bunun da bir takım unsurları ve şartları mevcuttur. Evvela kusur olması, saniyen kusurlar zararlı fiil arasında illiyet rabıtası bulunması, salisen zarar doğması şarttır. Bunların mevcudiyeti halinde tazmin borcu tevellüt eder. Bunlardan en mühimmi zarar unsurudur. Kanunumuz bu esası gerek akti münasebetlerde ve gerekse haksız fiil sebebiyle zıman lazım gelen hallerde kabul etmiştir. Zarar tevlit etmemiş olan kusurlu bir hareket tazmin borcunu doğurmaz. Çünkü, hususi hukuk zararın hudusüne mani olacak hallerden ziyade eski halin iadesiyle uğraşır. Eğer zarar yoksa eski halin iadesi de bahse konu olamaz. O halde zarar nedir? Zarar, mamelekte husule gelen bir eksilmedir. Mamelek üzerinde tesirini göstermedikçe şahsi menfaatlere yapılan bir tecavüz hukuki manada bir zarar teşkil etmez. Bazı hallerde şahsi menfaatlere tecavüz dolayisiyle edası lazım gelen para teknik bakımdan bir tazminat değil, belki manevi zıman vesilesidir. Esasen kanunlarımız buna manevi tazminat demektedir. 

Arzedilen sebeplere binaen ve ecrimislin, zımanı menfaat olduğu kabul edilse dahi, tazminat mefhumuna dahil ve tazminatın ednası bulunması ve davacı belediyenin mamelekinde ise bir eksiklik hasıl olmaması bakımından olayda şagil için bir tazmin borcu mülahaza edilemez. Birinci Hukuk Dairesinin kararı yerindedir, isabetlidir. Demeleriyle: 

Sonuçta; 

İstanbul Belediyesinin mezarlık olarak kullanılmak üzere mülkiyetini iktisap etmiş olduğu bir gayrimenkulun bir parçasına Yakup bir parçasına da Hüsnü adındaki şahıslar gasp suretiyle el koymuşlardır. Belediye bunlardan her birine karşı ayrı, ayrı istihkak davası açmış, bunların tahliyelerine ve onar senelik ecrimisilin kendilerinden tahsiline karar verilmesini istemiştir. 

Belediye bu toprak parçalarını herhangi bir şekilde kullanmak istediği halde zilyetliğinin gasp edilmiş olması yüzünden kullanamadığını ve zarara uğradığını iddia etmemiştir. 

Belediyenin iddiası kendisi zarar görmüş olsun, olmasın dava edilenlerin, arsaları kullanmaları ve ondan istifade etmiş bulunmaları dolayisiyle bir ücret vermekle mükellef oldukları düşüncesine dayanmaktadır. 

Mahkeme taraflar arasında bir bağıt münasebeti bulunmadığını ve Belediyenin bu kullanma dolayisiyle bir zarara uğramadığını gözönüne alarak davayı reddetmiştir. 

Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi Hüsnü hakkındaki kararı onamış Dördüncü Hukuk Dairesi ise, Yakup hakkındaki kararı "başkasının mülkünü haksız olarak zaptedenlerin ve kullananların ecrmisil ile mükellef olacakları" gerekçesiyle bozmuştur. 

Dördüncü Hukuk Dairesinin kararından mülk sahibinin, zarara uğramış olduğunu ve zararın miktarını ispata muhtaç olmaksızın gayrimenkulun mislinin getirebileceği bir kira karşılığı istemeğe hakka olduğu neticesi çıkmaktadır. 

Taraflar arasında bir bağıt bulunmadığı için belediyenin kira karşılığı isteyebileceği tasavvur olunamaz. 

Borçlar Kanununda gasıbın kiracı sayılarak kira karşılığı ile mükellef tutulacağına dair bir hüküm mevcut olmadığı gibi adi ve hasılat icrarına dair maddelerden ve borçlara ait bütün kaidelerden böyle bir çıkarmak da mümkün değildir. 

Zira, başkasının malını haksız olarak kullanmak bağıt hükümlerine tabi bir hukuki muamele olmayıp Borçlar Kanununun haksız fiillerden doğan borçlara müteallik hükümlerine tabi haksız fiildir. 

Haksız fiillerin borç doğurması ise haksızlığa uğrayan kimsenin bu yüzden zarar görmüş zarara uğramış olması şartına bağlıdır. 

Zarar mamelekte bir eksilme husule gelmesiyle vücut bulacağı gibi zararın tazmini borcu da ancak kanunda yazılı olan hallerde doğup tazmin borcunu doğuracağı kanunda yazılı olmıyan fiillerin sebebiyet verdiği zararlar bir tazmin davasına konu olamazlar. Böyle bir zarara uğrayanlar ona katlanmaya mecburdurlar. 

Kanun koyan haksız fiil ile sebepsiz iktisabı birbirinden ayırmış olduğu için başkasının malını haksız olarak kullanmanın bir sebepsiz iktisap teşkil edeceği, bundan sebepsiz iktisap borcu doğacağı da düşünülemez. Çünkü, burada bir iktisap yoktur. İktisap ancak hukuki bir muamele ile olur. Gasıpta ise, ne bir taraflı, ne de iki taraflı bir hukuki muamele vardır. 

Gasp onu işleyenin haksız bir fiilidir ki, bununla gasp eden hem kanunun yasağına karşı hareket etmiş hem de malını gasp ettiği kimsenin kanunun koruduğu zilyetlik hakkını ihlal eylemiş olur. 

Başkasının elinde bulunan şeyi gasp eden veya ona tecavüz eyleyen kimse gasp ve tecavüzden ileri gelen zararı tazmin edeceği Medeni Kanunun 895, 896 ıncı maddelerinde yazılı olduğu gibi bunun şümulü de 908 inci maddede açıkça gösterilmiştir. 

Belediyenin "ecrimisil" adı altındaki isteğini toplanmış ve toplanması ihmal edilmiş semerelerin tazmini isteği şeklinde anlamak iddiayı bu şekilde yorumlamak da mümkün değildir. 

Belediyenin böyle bir istekte bulunabilmesi semere toplamak ve şeyi semerelendirmek niyetinde bulunmuş olmasına bağlıdır. Belediye böyle bir iddiada bulunmamıştır. 

Semere toplamayı ve şeyi semerelendirmeyi kurmamış ve böyle bir niyette bulunmamış olan kimsenin ne toplanan semerelerin ne de toplanması ihmal edilen semerelerin tazminini istemeye hakkı vardır. Çünkü, bu halde semerenin toplanması veya toplanmasının ihmal edilmesiyle şeyin malikinin mamelekinden bir eksilme vukua gelmemektedir. Malik bir zarara uğramamaktadır. 

Malikini bu yerdeki durumu mülkiyet hakkını terkeden kimsenin durumu gibidir. Terkolunan şeye el koyan kimse iade ile mükellef olmayacağı gibi mesela buhran sebebiyle toplama masrafını korutmayacağı dolayısiyle malikin tarlada veya ağaçların başında bıraktığı mahsulü ve semereleri toplayanlar da iade ile ve tanzim ile mükellef tutulamazlar. 

Yukarıda yazılı düşünce ve sebeplerden dolayı başkasının gayrimenkulünü haksız olarak zapt edip kullanmış olan kötü niyetli kimsenin o gayrimenkulu haksız olarak elinde tutmuş olmasından doğan zararları ve elde ettiği veya elde etmeği ihmal eylediği semereleri tazmin ile mükellef olup bir zarara uğramamış olan malik veya zilyede ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir tazminat vermekle mükellef olmadığına 8.3.1950 tarihinde çoklukla karar verildi.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

İhtiyari Garanti ve Garanti Belgesinin Tüketiciye Sunduğu Haklar

Hukukumuzda Garanti Belgesi ve İhtiyari Garanti

1- Garanti Belgesi

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un (6502 sayılı Kanun, TKHK) 56'ncı maddesinde garanti belgesine, 57'nci maddesinde ise ihtiyari garanti belgesine ilişkin düzenlemeler hüküm altına alınmıştır.

Avrupa Birliği’nin (AB) tüketiciyi koruma politikasına ilişkin yayımlanmış olan olan AB yönergelerini de dikkate alarak yapılmış olan düzenlemelerle garanti ile ilgili tüketici lehine birtakım yeni düzenlemeler getirilmiştir. 4077 Sayılı Kanun döneminde dağınık olan garanti hükümleri 6502 Sayılı Kanunda daha sistematik olarak hüküm altına alınmıştır.

TKHK  m. 56'da garanti belgesi şu şekilde hükümleştirilmiştir:

Üretici ve ithalatçılar, tüketiciye yönelik üretilen veya ithal edilen mallar için içeriği yönetmelikle belirlenen bir garanti belgesi düzenlemek zorundadır. Bu belgenin tekemmül ettirilerek tüketiciye verilmesi sorumluluğu satıcıya aittir (TKHK m. 56/1).

Garanti süresi malın teslim tarihinden itibaren başlamak üzere asgari iki yıldır. Ancak, özelliği nedeniyle bazı malların garanti şartları Bakanlıkça başka bir ölçü birimi ile belirlenebilir (TKHK m. 56/2).

Tüketici bu Kanunun 11'inci maddesinde belirtilen seçimlik haklarından onarım hakkını kullanmışsa, malın garanti süresi içinde tekrar arızalanması veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya tamirinin mümkün bulunmadığının anlaşılması hâllerinde 11 inci maddede yer alan diğer seçimlik haklarını kullanabilir. Satıcı tüketicinin talebini reddedemez. Bu talebin yerine getirilmemesi durumunda satıcı, üretici ve ithalatçı müteselsilen sorumludur (TKHK m. 56/3).

Hangi malların garanti belgesi ile satılmak zorunda olduğu ile diğer uygulama usul ve esasları yönetmelikle belirlenir (TKHK m. 56/4).

TKHK'nın 56/4'üncü maddesine uygun olarak garanti belgesine ilişkin olarak Garanti Belgesi Yönetmeliği hazırlanmış ve Resmi Gazete'nin 13.06.2014 tarih ve 29029 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

2- İhtiyari Garanti

TKHK'da ihtiyari garanti 57'nci maddede hüküm altına alınmıştır. TKHK m. 57/1'de ihtiyari garantinin tanımı: "İhtiyari garanti, tüketicinin yasal hakları saklı kalmak kaydıyla mal veya hizmetle ilgili; değişim, onarım, bakım, bedel iadesi ve benzeri hususlarda satıcı, sağlayıcı, üretici veya ithalatçı tarafından verilen ilave taahhüdü ifade eder." şeklinde yapılmıştır.

İhtiyari garanti taahhüdü süresince, taahhüt edilen hakların kullanılması nedeniyle tüketiciden masraf talep edilemez (TKHK m. 57/2).

Taahhütte bulunan, taahhüdünün yanı sıra ilgili reklam ve ilanlarında yer alan ifadelerle de bağlıdır. Bu taahhütte, tüketicinin yasal haklarının saklı olduğu, garantiden faydalanma koşulları, süresi, garanti verenin adı ile iletişim bilgileri yer almak zorundadır (TKHK m. 57/3).

İhtiyari garanti taahhüdünün tüketiciye yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile verilmesi zorunludur (TKHK m. 57/4).

İhtiyari garanti taahhüdü, bu maddede öngörülen özellikleri taşımasa bile taahhütte bulunanı bağlar (TKHK m. 57/5).

Av. Ferman Kaya


Garanti Belgesine ilişkin hususların tartışıldığı aşağıdaki Yargıtay kararlarını inceleyebilirsiniz.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi
Esas:  2011/3897
Karar: 2011/11562

Karar Tarihi: 12.07.2011

(4077 S. K. m. 4, 13) (Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmelik m. 14)

Özet: satın alınan bilgisayarın garanti süresi içinde 3 kez ekranının açılmaması arızası sebebiyle yetkili servise götürüldüğü, garanti süresi içerisinde sık arızalanması sebebiyle bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kıldığı, bilgisayarın halen serviste olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, mahkemece az yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri gereğince bedel iadesi şartlarının oluştuğu dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

Dava: Taraflar arasındaki ayıplı mal sebebiyle bedel iadesi davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı, davalıdan satın aldığı bilgisayarın garanti süresi içinde üç kez ekran açılmama arızası verdiğini, yetkili servise götürmesine rağmen arızanın giderilmediğini, TSHH'ne başvurduğunu ve bedel iadesine karar verildiğini ancak davalının satış bedelini ödemediğini ileri sürerek, 1.578,86-TL'nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, bilgisayarda üretimden kaynaklı bir ayıp bulunmadığını, Yönetmelikteki şartların gerçekleşmediğini savunarak, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davaya konu bilgisayardaki arızanın 30 işgünü içinde onarım yapılarak giderildiği, arızanın ikiden fazla tekrarlanmadığı, üründen yararlanamamanın süreklilik arzetmediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, 8.12.2007 tarihinde davalıdan satın aldığı bilgisayarın ayıplı olduğunu ileri sürerek, ödenen bedelin iadesini istemiş, davalı ise bilgisayarda ayıp olmadığını savunmuştur. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 4822 Sayılı yasa ile değişik 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 4. maddesi hükmü gereğince; tüketici, satın aldığı malın ayıplı olduğunun anlaşılması halinde satıcıdan, verdiği bedelin iadesini, ayıp nispetinde bedelin tenzilini, ayıbın giderilmesi için gerekli onarımın yapılmasını, son olarak da malın yenisi ile değiştirilmesini isteyebilir. Tüketici, bu dört talep hakkından herhangi birisini tercihte serbesttir.

Talep haklarından birini tercih edip kullanan tüketici, dönüp bir başka tercih hakkının kullanamaz. Aynı Kanunun 13. maddesinin 3. fıkrasında da "Tüketici onarım hakkını kullanmışsa, garanti süresi içerisinde sık arızalanması sebebiyle maldan yaralanmasının süreklilik arz etmesi veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya tamirin mümkün bulunmadığının anlaşılması halinde, 4. maddede yer alan diğer seçimlik haklarını kullanabilir" hükmü bulunmaktadır. Öte yandan 14.6.2003 gün ve 25138 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesinde de <Tüketicinin onarım hakkını kullanmasına rağmen, malın tüketiciye teslim edildiği tarihten itibaren, belirlenen garanti süresi içerisinde kalmak kaydıyla bir yıl içerisinde; aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla meydana gelmesi veya belirlenen garanti süresi içerisinde farklı arızaların toplamının 6'dan fazla olması unsurlarının yanı sıra bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kılması durumunda tüketicinin malın ücretsiz değiştirilmesini, bedel iadesini veya ayıp oranında bedel indirimini talep edebileceği> hükmü mevcuttur.

Açıklanan bu Kanun ve Yönetmelik hükümleri ışığında davaya konu olaya bakılacak olursa; davacı tarafından 8.12.2007 tarihinde satın alınan bilgisayarın garanti süresi içinde 3 kez ekranının açılmaması arızası sebebiyle yetkili servise götürüldüğü, garanti süresi içerisinde sık arızalanması sebebiyle bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kıldığı, bilgisayarın halen serviste olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, mahkemece az yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri gereğince bedel iadesi şartlarının oluştuğu dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.


Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün davacı yararına BOZULMASINA, 12.07.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu 2009/4-291 E., 2009/318 K.
  • AYIPLI MAL 
  • BEDEL İADESİ DAVASI 
  • GARANTİ BELGESİ 
  • 4077 S.TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [ Madde 13 ] 
  • 4077 S.TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [ Madde 15 ] 
  • 4077 S.TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [ Madde 4 ]



"İçtihat Metni"

Taraflar arasındaki “tüketici-bedel iadesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.01.2007 gün ve 2006/196-2007/13 sayılı kararın incelenmesi Davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 23.06.2008 gün ve 2007/13379-8569 sayılı ilamı ile;

(....Dava, davalı şirketçe üretilerek dağıtım ve pazarlaması yapılan mobilyadaki ayıp nedeniyle bedelinin iade edilmesi isteğine ilişkindir, Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, dava konusu mobilyayı 13.8.2003 tarihinde satın almış, kendi beyanına göre 4–5 ay sonra suni deri olan kumaştaki bozulmalar üzerine başvurduğunda davalı kumaşı ücretsiz olarak yenilemiştir. Bundan sonra 2006 yılı içinde kumaşta ortaya çıkan bozulmalar nedeniyle yeniden başvurduğunu ancak bu kez davalının garanti süresinin dolduğu ve imalat hatası bulunmadığı gerekçesiyle ilgilenmediğini bildirerek ödediği bedeli istemektedir. Davacının bu anlatımı itibarıyla dava konusu mobilyanın alımından itibaren üç yıl geçmiştir. Başlangıçta ortaya çıkan kumaş hatası davalı tarafından giderilmiştir. Bundan sonraki kullanım süresi içinde öngörülen garanti süresi geçtiği gibi, mobilyanın kumaş özelliği ve kullanım amacı gözetildiğinde ortaya çıkan durumun üretim hatasından kaynaklandığı söylenemez. Mahkemece alınmış olan bilirkişi raporu kullanım süresi gözetilmeden hazırlandığından dosya içeriğine uygun olmayıp hükme esas alınacak yeterlikte değildir. Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulü yönünde hüküm kurulması doğru olmamış; bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 4077 sayılı kanuna dayanılarak, tüketici tarafından üreticiye karşı açılmış olup; mobilyadaki ayıp nedeniyle bedel iadesi istemine ilişkindir.

İlkin, uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemeler üzerinde durmakta yarar vardır;

4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4822 sayılı Kanunla değişik “

“Ayıplı Mal”

” başlıklı 4.maddesinin 1.fıkrasında; “

“Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.”

” tanımlaması yapılmış; devamında 2.fıkrasında ayıp ihbarına ve kullanılacak yasal haklara ilişkin olmak üzere; “

“Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.”

” düzenlemesine yer verilmiştir.

Aynı maddenin 5582 sayılı Kanunla değişik 3.fıkrasında da; “

“İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve …

…., ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. …

…Ayıplı malın neden olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde bunlar müteselsilen sorumludurlar. Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.”

” denilmektedir.

Ayıba ilişkin zamanaşımı süreleri ise, maddenin 4.fıkrasında düzenlenmiş; “

“Bu madde ile ayıba karşı sorumlu tutulanlar, ayıba karşı daha uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemişlerse, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallarda beş yıldır. Ayıplı malın neden olduğu her türlü zararlardan dolayı yapılacak talepler ise üç yıllık zamanaşımına tabidir. Bu talepler zarara sebep olan malın piyasaya sürüldüğü günden başlayarak on yıl sonra ortadan kalkar. Ancak, satılan malın ayıbı, tüketiciden satıcının ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamaz.”

”hükmü öngörülmüştür.

Maddenin son fıkrası gereğince; bu hükümler, mal satışına ilişkin her türlü tüketici işleminde de uygulanacaktır.

Aynı Kanunun “

"garanti belgesi"

” başlıklı 13.maddesinde aynen:

“İmalatçı veya ithalatçılar ithal ettikleri veya ürettikleri sanayi malları için Bakanlıkça onaylı garanti belgesi düzenlemek zorundadır. Mala ilişkin faturanın tarih ve sayısını içeren garanti belgesinin tekemmül ettirilerek tüketiciye verilmesi sorumluluğu satıcı, bayi veya acenteye aittir. Garanti süresi malın teslim tarihinden itibaren başlar ve asgari iki yıldır. Ancak, özelliği nedeniyle bazı malların garanti şartları, Bakanlıkça başka bir ölçü birimi ile belirlenebilir.

Satıcı; garanti belgesi kapsamındaki malların, garanti süresi içerisinde arızalanması halinde malı işçilik masrafı, değiştirilen parça bedeli ya da başka herhangi bir ad altında hiçbir ücret talep etmeksizin tamir ile yükümlüdür.

Tüketici onarım hakkını kullanmışsa, garanti süresi içerisinde sık arızalanması nedeniyle maldan yararlanamamanın süreklilik arz etmesi veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya tamirinin mümkün bulunmadığının anlaşılması hallerinde, 4 üncü maddede yer alan diğer seçimlik haklarını kullanabilir. Satıcı bu talebi reddedemez. Tüketicinin bu talebinin yerine getirilmemesi durumunda satıcı, bayi, acente, imalatçı-üretici ve ithalatçı müteselsilen sorumludur.

Tüketicinin malı kullanım kılavuzunda yer alan hususlara aykırı kullanmasından kaynaklanan arızalar, iki ve üçüncü fıkra hükümleri kapsamı dışındadır.

Bakanlık, hangi sanayi mallarının garanti belgesi ile satılmak zorunda bulunduğunu ve bu malların arızalarının tamiri için gereken azami süreleri Türk Standartları Enstitüsünün görüşünü alarak tespit ve ilanla görevlidir.”

” Düzenlemesi yer almaktadır.

Yine, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “

“Satış Sonrası Hizmetler”

” başlıklı, 4822 sayılı Kanunla değişik 15. maddesinde;

“İmalatçı veya ithalatçılar, sattıkları, ürettikleri veya ithal ettikleri sanayi malları için o malın Bakanlıkça tespit ve ilân edilen kullanım ömrü süresince, yeterli teknik personel ve yedek parça stoku bulundurmak suretiyle bakım ve onarım hizmetlerini sunmak zorundadırlar.

İmalatçı veya ithalatçıların bulundurmaları gereken yedek parça stok miktarı Bakanlıkça belirlenir.

İthalatçının herhangi bir şekilde ticari faaliyetinin sona ermesi halinde, kullanım ömrü süresince bakım ve onarım hizmetlerini, o malın yeni ithalatçısı sunmak zorundadır.

Bakanlık, hangi mallar için servis istasyonları kurulmasının zorunlu olduğu ile servis istasyonlarının kuruluş ve işleyişine dair usul ve esasları Türk Standartları Enstitüsünün görüşünü alarak tespit ve ilânla görevlidir.

garanti belgesiyle satılmak zorunda olan bir sanayi malının garanti süresi sonrasında arızalanması durumunda, o malın Bakanlıkça belirlenen azami tamir süresi içerisinde onarımı zorunludur.”

” Hükmüne yer verilmiştir.

Sanayi Mallarının Satış Sonrası Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğin 11.maddesinde de ; “

“Servis istasyonları, kendilerine intikal ettirilen arızalı mallar ile ilgili olarak aşağıda belirtilen hususları içeren servis fişini tekemmül ettirmek ve tüketicilere vermek zorundadırlar…

…” hükmü bulunmakta, aynı Yönetmelik’in 10/3. maddesinde de bu hükme atıf yapılmak suretiyle, “

“Servis istasyonları, 11.maddede belirtilen hususları içeren servis fişini düzenlemek ve bir nüshasını tüketicilere vermek zorundadır.”

” denilmektedir.

Diğer taraftan, garanti belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 6.maddesinde, garanti süresinin malın tesliminden başlayacağı ve en az iki yıl olduğu, bu süre içinde malın arızalanması (ayıplı olduğunun anlaşılması) halinde tamirde geçen sürenin, garanti süresine ekleneceği, belirtilmiş; Yine aynı Yönetmeliğin 15.maddesinde, imalatçı-üretici veya ithalatçıların garanti belgesi ile sattıkları malların bakım, onarım ve kullanımına ilişkin satış sonrası hizmetlerini yeterli olarak vermek ve bunun için gerekli tedbirleri almak zorunda oldukları, ifade edilmiştir.

Sınai mallarında (eldeki örnekte mobilyada ) her satıcı, yetkili servisleri eliyle satış sonrası hizmet vermek zorundadır. Yetkili servise yapılan başvuru tarihinden itibaren yapılan ya da yapılmayan işlemler satıcının sorumluluğundadır.

Görülmektedir ki; üretici-imalatçı, ithalatçı ve satıcılar malın ayıplı olmasından birlikte sorumlu oldukları gibi, garanti süresi içinde veya dışında malın arızalanması halinde gerekli servis hizmetini vermekle de yükümlüdürler. Tüketicinin yasadan kaynaklanan haklarını kullanma şekilleri de yine yasaca belirlenmiştir.

Yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; malın ayıplı olması halinde taraflara ait hak ve yükümlülüklerin nelerden ibaret olduğu, 4822 sayılı Kanunla değişik Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4.maddesinde düzenlenmiş; ayıbın gizli ya da açık olması halleri için ayrı başvuru süreleri getirilmiş; hatta ayıbın ağır kusur veya hile ile gizlenmesi halinde zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmiştir.

Buna göre; satılan maldaki ayıp açık ayıp niteliğinde ise, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4.maddesi uyarınca malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde; gizli ayıp niteliğinde ise, dava zamanaşımı süresi içinde ve ayıp ortaya çıktıktan sonra derhal (dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede), ihbar edilmesi ;ayıbın açık mı, yoksa gizli mi olduğunun tayininde ise,ortalama (vasat) bir tüketicinin bilgisi dikkate alınması, gerekmektedir. Eğer, ayıp ağır kusur veya hile ile gizlenmişse, zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağından, açılan davanın süresinde olduğunun kabulü ile sonuca varılacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında;

Davacı, davalı firmanın ürettiği Bellona-Oscar marka koltuk takımını 13.08.2003 tarihinde dava dışı yetkili satıcı firmadan satın almıştır.

İbraz edilen garanti belgesine göre, kumaş cinsi “

“Chenillie”

” olup, ürün için teslim tarihinden itibaren –

–yasadaki sürenin altında- bir yıllık garanti süresi tanınmıştır.

Davacının, davalı yanca da kabul edilen beyanına göre, satın alma tarihinden bir süre sonra, garanti müddeti içinde koltuk kumaşlarında yırtılma ve aşınmalar oluşması nedeniyle davacının müracaatı üzerine, davalı firma tarafından koltukların kumaşları yenilenmiştir.

Ancak, garanti müddeti dolduktan sonra aynı sorun tekrarlamış; bu kez davalı firma şikayetler ile ilgilenmediği için; tüketici, eldeki davayı 02.08.2006 tarihinde açmıştır.

Mahkemece, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda, raporda yer alan “

“kumaştaki yıpranmanın alttaki döşemede varolan imalat hatasından kaynaklandığı”

” görüşüne itibar edilerek, davacının bedel iadesi talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalının temyizi üzerine Özel Dairece karar yukarıda başlık bölümüne aynen alınan gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü, davalı üretici firma vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mobilyada ortaya çıkan ve garanti müddeti içinde değiştirilmiş olmasına karşın yinelenen kumaş hatasının üretimden mi kullanımdan mı kaynaklandığı; ayıbın niteliğinin ne olduğu ve davacının yasal sürede başvuruda bulunup bulunmadığının tespitine yönelik olarak, mahkemece yapılan inceleme ve araştırma ile hükme esas alınan bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.

Eldeki uyuşmazlığın konusunu mobilyanın döşemesi ve kumaşında ortaya çıkan ayıp nedeniyle bedelin iadesi oluşturmaktadır.

Malın tesliminden sonra garanti süresi içinde kumaşın ayıplı olduğunun ortaya çıkması ve tüketicinin imalatçıya yaptığı ayıp ihbarı üzerine kumaş değişikliği yapıldığı; tarafların kabulündedir.

Ancak bu tamirata rağmen garanti süresi geçtikten sonra kumaşta yeniden aynı tür ayıbın ortaya çıkması üzerine, tüketicinin davalıya yaptığı başvurular sonuçsuz kalınca, eldeki dava açılmış; ayıp nedeniyle akdin feshi ile bedelinin iadesini istenmiştir.

Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesine dayanılarak yargılama sonlandırılmış; davanın kısmen kabulüne, karar verilmiştir.

Özel Dairece; inceleme eksiğine işaret edilmiş; ne var ki, bu belirlemeye aykırılık oluşturacak şekilde, davanın satış tarihinden itibaren üç yıl sonra açılmış olması, gerekçe gösterilerek davanın tümden reddi gereğine işaret edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bozma ilamında yer alan bu açık çelişki karşısında, kesin bozma görüşüne çoğunlukça iştirak edilmemiş; dosyada yapılan araştırmanın yetersiz olduğu, bu şekliyle sonuca varılamayacağı oyçokluğu ile kararlaştırılarak, hüküm değişik gerekçeyle araştırmaya yönelik olarak bozulmuştur.

Hemen belirtilmelidir ki, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler de nazara alındığında, dosyada yapılan inceleme ve araştırma hükme varmaya yeterli değildir.

Şöyle ki;

Davacının yasal haklarını, yine yasada belirlenen koşullara uygun biçimde ve süresinde kullanıp kullanmadığı, ayıbın niteliği, davacıdan ağır kusur veya hile ile gizlenip gizlenmediği, ayıbın imalattan mı yoksa tüketicinin hatalı kullanımından mı kaynaklandığı, hususunda uzmanınca yapılmış bir belirleme ve bunun hukuk alanındaki etkisi konusunda herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, davalı üretici tarafından düzenlenerek tüketiciye verilen garanti belgesi
nde, yasada öngörülen iki yıllık sürenin altında olmak üzere bir yıllık garanti süresi yer almaktadır. Oysa garanti sürelerinin yasada yer alan süreden aşağıya çekilmesi olanaklı değildir. Bu nedenle, anılan belge tüketiciyi yanıltacak niteliktedir ve getirdiği sınırlamaların kabulü mümkün değildir. Mahkemece; bu husus üzerinde durulmadığı gibi; taraflar ilk önce ortaya çıkan ayıp nedeniyle kumaş değişikliği yapıldığını belirtmişlerse de buna ilişkin belgeler getirilmemiş ve yine buna bağlı olarak davalı firmanın ayıba ilişkin tespitinin ne olduğu, tamirin ne kadar sürede gerçekleştiği –

–bu sürenin garanti süresine ekleneceği de gözetilerek- tespit edilmemiştir.

Bu nedenledir ki, sorunun sağlıklı biçimde çözümlenebilmesi için öncelikle açıklanan bu hususlar da göz önüne alınarak yeterli şekilde inceleme ve araştırma yapılması, konusunda uzman bilirkişiden alınacak rapor ile; maldaki ayıbın niteliğinin, ağır kusur veya hile ile gizlenip gizlenmediğinin, varılacak sonuca göre de, ayıp ihbarı için kısıtlayıcı bir yasal süre söz konusu olup olmadığı, garanti müddetinin belirlenmesinde ölçünün ne olacağı ve ilk ayıbın ortaya çıkış süresi, tamiri için harcanan süre ve tamir biçimi, ayıbın yeniden ortaya çıkma nedenlerinin imalat hatasına mı kullanım hatasına mı bağlı olduğunun, belirlenmesi gerekmektedir.

Kabul şekline göre de, dava konusu koltuk takımının davalı tarafa değil davacı tarafa iadesine karar verilmiş olması da doğru bulunmamıştır.

Tüm bu gereklere uyulmaksızın eksik inceleme ile karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup; direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçelerle bozulması gerekir.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.07.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet