30 Temmuz 2015 Perşembe

Tespit Davası ve Hukuki Yarar

Tespit Davası ve Hukuki Yarar Hususu

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK, 6100 sayılı Kanun) 106'ncı maddesinde tespit davasına ilişkin düzenlemeler hüküm altına alınmıştır. Söz konusu düzenlemeye göre:
Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir (HMK m. 106/1).

Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır (HMK m. 106/2).

Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz (HMK m. 106/3).

Kural olarak, Medeni Usul Hukuku’nda davacının; mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir dava açılabilmesi için genel dava şartlarının yanında iki özel şarta daha ihtiyaç vardır. Bunlar: a- hukuki meşru bir doğrudan ve kişisel ilişki söz konusu olmalı, b- hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığının tespitinde davacının haklı bir hukuki yararı olmalıdır.

6100 Sayılı Kanun'un "belirsiz alacak ve tespit davası" kenar başlıklı 107'nci maddesinin 3 numaralı bendinde: "ayrıca, kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" düzenlemesi getirilmiştir.

Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. 

Av. Ferman Kaya

Tespit davasına ilişkin hususların tartışıldığı Yargıtay kararı aşağıda yer almaktadır.

Hukuk Genel Kurulu 2013/22-567 E. , 2013/739 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Bursa 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 18/12/2012
NUMARASI : 2012/118-2012/834

Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 2. İş Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 16.11.2011 gün ve 2011/607 E. 2011/639 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 27.03.2012 gün ve 2012/2603 E. 2012/5803 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarının ödenmesinde ücret garanti fonundan yararlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Tespit davası bir hukuki ilişkinin saptanmasına yönelik olmakla birlikte diğer davalarda olduğu gibi tespit davasında da hukuki yarar bulunması zorunludur. Tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğunun kabul edilebilmesi için davacının hakkı veya hukuki durumu bir tehlikeyle karşı karşıya bulunması, tehdit sebebiyle hakkının sağlanmasında duraksama meydana gelmesi, tespit isteyenin gecikmesi durumunda zarar görecek olması, tespit talebiyle bu zararın ortadan kaldırılabilmesi gerekir. Ayrıca tespit davasının açılabilmesi için diğer bir koşulda, henüz eda davasının açılabilmesi zamanı gelmemiş olmalıdır. Eğer o anda eda davası açılabilecekse tespit davası açılması için hukuki yararın bulunmadığı kabul edilir.

Somut olayda davacı, işverenin ödeme güçlüğüne düştüğünden bahisle ödenmeyen son üç aylık işçilik alacağının garanti ücret fonundan ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Davacının tespit davası açtığı sırada eda davası açmasını engelleyen bir neden bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla tespit davası açıldığı sırada eda davası açılabilecek durumdadır. eda davası açılması gereken bu durumda tespit davası açmakta davacının hukuki yararı bulunmadığından davanın usülden reddi gerekirken işin esası incelenerek yazılı biçimde karar verilmiş olması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozulup, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle iş ilişkisinden kaynaklanan ödenmeyen üç aylık ücret alacağı için Ücret Garanti Fonundan yararlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir

Davacı vekili, müvekkilinin ... Tekstil San. ve Tic. Aş. de uzun yıllar çalıştığını, ancak işveren firmanın ekonomik krize girmesi, ödemelerini yapamaması nedeni ile 28/06/2007 tarihinde işten çıkarıldığını, işverenin açmış olduğu iflasın ertelenmesi istemli dava sonucunda 26/12/2008 tarihinde işveren firmanın iflasına karar verdiğini, 4447 sayılı Kanunun Ek 1. Maddesine göre; müvekkilinin işveren firmanın ödeme güçlüğüne düştüğü tarihten önceki, üç aylık ücretinin ( Nisan, Mayıs, Haziran 2007) Ücret Garanti Fonundan temin edilebilmesi maksadı ile davalı Türkiye İş Kurumu'na yaptıkları müracaatın reddedildiğini, müvekkilinin 2007 yılı Nisan, Mayıs, Haziran aylarında ödenmeyen aylık ücretleri için garanti fonundan faydalanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir. 

Davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekili; davacının iddia ettiği gibi davanın açılış tarihi itibari ile Kuruma, Ücret Garanti Fonundan yararlanma talebiyle ilgili resmi bir başvuru olmadığı gibi Kurumdan kendisine ret cevabı verildiğine ilişkin bir cevabi yazıhıh da bulunmadığını, Ücret Garanti Fonu Yönetmeliğinin 4/d maddesinde; “ödeme güçlüğüne düşme” tarihinin açıkça tanımlandığını, ödeme güçlüğüne düşme tarihinin; iflas, iflasın ertelenmesi ve konkordato kararının verildiği tarih, veya aciz vesikası alınması durumunda belge tarihi olduğunu, ayrıca Yönetmeliğin 9/2 maddesine göre de; işçinin, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesinden önceki son bir yıl içinde aynı işyerinde çalışmış olma koşulu getirildiğini, buna göre iflas kararından bir yıl içinde işten çıkartılanların bu haktan faydalanabileceklerini, iflas kararının tarihinin 26.12.2008 olduğunu, davacının iş akdinin ise 28/06/2007 tarihinde feshedildiğini, bu nedenle davacının Ücret Garanti Fonundan faydalanamayacağını, kurum işleminin doğru olduğunu, ayrıca 22/08/2011 tarihinde açılmış davanın, zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece; her davanın açıldığı tarihteki şartlar itibariyle değerlendirileceği, hal böyle olunca davacının çalıştığı ....Tekstil A.Ş. isimli şirketin ödeme güçlüğü içine düştüğü tarihin, iflasın ertelenmesi talebiyle dava açtığı 16.07.2007 tarihi olduğunun kabulü ile bu tarihten geriye doğru bir yıl içerisinde iş akdi feshedilen davacının, 2007 yılı Nisan, Mayıs ve Haziran aylarındaki ödenmeyen aylık ücretleri yönünden Ücret Garanti Fonundan yararlanması gerektiğinden davanın kabulüne dair verilen karar, davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.Hükmü temyize davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekili getirmektedir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık; davacının tespit davası açmada hukuki yararının bulunup bulunmadığı, noktasında toplanmaktadır.

İşin esasına geçilmesinden önce, yerel mahkemenin ilk kararının gerekçesinde yer almayan “…01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Kanunun 106. maddesinde ise; tespit davası açıkça düzenlenmiştir. Bu maddede tespit davası açabilmek için hukuki yarar kavramı öngörülmekle birlikte hangi hallerde hukuki yarar olacağı açıkça düzenlenmemiştir. 6100 Sayılı Kanunun 107. maddesinin 3 numaralı bendinde; "ayrıca, kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" denilmiştir. Somut olayda davacının hukuki yararının olmadığını söylemek mümkün değildir…” gerekçesiyle verilen direnme kararının yeni hüküm olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış; Mahkemece dayanılan bu ilave gerekçe ile bozma ilamı kapsamına göre gerekçenin kanuni sınırlarda genişletilmiş gerekçe niteliğinde olduğu, bu nedenle ortada yeni bir hüküm olmayıp, gerekçesi kanuni sınırlarda genişletilmiş bir direnme kararının olduğu bu nedenle ortada yeni bir hüküm olmadığı kabul edilerek, önsorun bu şekilde aşılmıştır. 

İşin esasına yönelik temyiz incelemesine gelince; Öncelikle, somut uyuşmazlığa uygulanacak hükümlerin belirlenmesine yönelik olarak uyuşmazlığa konu işlemin “tamamlanmış usul işlemi” niteliğinde olup olmadığı belirlenmelidir: Usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. 

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır. Hemen belirtilmelidir ki, dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.

Bu genel açıklamalardan sonra, zaman bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun ilgili hükmüne de değinmek gerekir: HMK'nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1.maddesi; “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. 

Bu madde hükmüne göre, usul hükümleri kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır Bir işlem tamamlanmış ise, artık bu işlem bozulamaz; aksini düşünmek gereksiz yere bu işlemin bozularak tekrarlanması gibi zaman ve emek kaybına neden olacaktır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, Ankara 2011, s. 62, 63). Aynı hususlar, Hukuk Genel Kurulu'nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E., 2012/93 K.; 22.02.2012 gün 2011/2-733 E., 2012/87 K., sayılı kararlarında da, benimsenmiştir. 

Açıklanan hükümler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde: davanın açıldığı 24.08.2011 tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabulü gerekir. Bu aşamada, hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları üzerinde açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır. 

Medeni Usul Hukuku’nda davacının; mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir dava açılabilmesi için, bu davayı açmakta veya hukuki korunma istemekte haklı bir yararının bulunması gerekir. Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, a.g.e., s.135). 

Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem de, öğreti ve yargısal kararlarda, hukuki yarar, "dava şartı" olarak kabul edilmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır. ( aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu'nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir). 

Dava açmaktaki hukuki yarar için; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca, açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin, hakkına ulaşmak için, mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez H., Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297). Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:Bilindiği üzere, mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır. 

eda davalarında; bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de, var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar. 

Tespit davasında, sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, Diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu hükme bağlanır. 

Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir. 

Tespit davasında; eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın, ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehditle karşıkarşıya olması gerekir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, a.g.e., s.133 vd.; aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 01.02.2012 gün ve 2011/10-642 E., 2012/38 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.).
Yukardaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının işverenin ödeme güçlüğüne düşmesi nedeniyle, iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarının ödenmesi istemiyle dava (eda davası) açma olanağı varken, tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığınının kabulü gerekir.

Bu konuda, Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde bir kısım üyelerce, mahkemece tespit kararı verilmesi halinde, muhatabın kamu kurumu olması nedeni ile verilen tespit kararını uygulayacağı, ayrıca eda davası açılmasına gerek kalmayacağından davacının tespit davasıaçmasının usul ekonomisine uygun düşeceğinden direnme kararının yerinde olduğu savunulmuşsa da, Kurul çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken; önceki kararda direnilmesi usul ve Kanunya aykırıdır.

Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır. 

SONUÇ: Davalı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.05.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder