11 Ağustos 2015 Salı

Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylemler ve Kararlar İle Muafiyet Hususu

1- Genel Olarak Rekabet Kavramı

Rekabet terimi; hukuk, işletme, iktisat, spor ve sanat dallarını da içine alan birçok alanda sıkça kullanılmaktadır. Rekabet kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda rekabetin sözlüklerde genel olarak: "aynı amacı güden kimseler arasındaki çekişme, yarışma ve yarış" tanımlamasıyla açıklandığını görmekteyiz.(1)

Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un (RKHK, 4054 Sayılı Kanun) genel gerekçesinde rekabete ilişkin hukuki düzenlemelerin gerekçesi ve rekabet hukuku: "devletin piyasalara veya ekonominin kendi doğal seyri içinde yönlendirilmesine müdahalesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu konudaki hukuki düzenlemeler, rekabet özgürlüğü alanlarının belirlenerek teşebbüslere eşit ve serbest bir şekilde rekabet edebilme fırsatını vermek amacıyla vazedilmektedir." şeklinde tarif edilmiştir.

Rekabet hakkının kötüye kullanılması, bazen iktisadi rekabetin dürüstlük kurallarına aykırı olan aldatıcı davranış ve başka araçlarla kötüye kullanılması biçiminde olabileceği gibi; belirli bir mal veya hizmetler açısından, bunların sağlanması, üretimi, dağıtımı veya fiyatlarını etkilemek amacıyla rekabetin kısıtlanmasına yönelik anlaşma veya kararlarla ya da pazardaki hakim durumun kötüye kullanılması suretiyle de söz konusu olabilir.

Rekabetin dürüstlük kurallarına aykırı olarak veya aldatıcı davranışlarla bozulmasına genel olarak "haksız rekabet "denilmekte ve buna ilişkin hukuki düzenlemeler Türk Ticaret Kanunu ile Borçlar Kanununda yer almaktadır.

Mal ve hizmetler açısından piyasaları etkilemeye ve rekabeti kısıtlamaya yönelik teşebbüsler arası anlaşma veya kararlar ile pazardaki hakim durumun kötüye kullanılması ve tekelleşmeye yol açacak veya rekabeti bozacak şekilde yoğunlaşmaların önlenmesine ilişkin düzenleyici ve yasaklayıcı hukuki düzenlemelerin tümüne 'rekabet sınırlamaları hukuku' veya 'kartel hukuku' ya da kısaca 'rekabet hukuku'denilmektedir.(2)


Rekabet hukuku "mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını" amaçlamaktadır (RKHK m: 1).

Rekabet hukukuyla amaçlanan, piyasaların doğal şartları içinde gelişmesini temindir ki bu da devletin toplumda önemli boyutta iktisadi kıymetleri elinde tutan piyasaları kontrole yönelik faaliyetlerini sona erdirmesinin yanı sıra devlet yönetimini ele geçirmiş olanların da ekonomik hayatı etkilemek yetkisinden vazgeçmeleri ile gerçekleşebilir.(3)

Rekabet kanunları devletin ekonomiye, serbest rekabeti kurma ve koruma amacıyla müdahale aracıdır. Rekabet kanunlarında işletmelerin anlaşmalarla, birleşme ve devirlerle veya pazar gücünü kötüye kullanmak suretiyle rekabeti sınırlamaları yasaklanır. Böylece, her şeyden önce, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin bir parçası olan fırsat eşitliği ve girişim özgürlüğü sağlanmış olur.(4)

Rekabet kanunlarından yararlanan en önemli kesimlerden bir tanesi de tüketicilerdir. Rekabetin en önemli sonucu olan fiyatlarda marjinal maliyete yaklaşma, kalitenin ve satış sonrası hizmetlerin artması hususları tüketicinin lehine olan sonuçlardır.

2- Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma ve Uyumlu Eylem

4054 Sayılı Kanun’da 'anlaşma' kavramı tanımlanmamış olmakla birlikte Yargıtay uygulamasında anlaşma "tarafların karşılıklı iradelerinin bilinçli olarak ortak bir amaca yönelmesi" olarak tanımlanmaktadır. Nitekim, işletmeler aralarında yapacakları gizli veya açık anlaşmalarla uyumlu davranışlarla rekabeti sınırlayabilirler. 

İşletmeler arasındaki anlaşmalar genellikle yatay ve dikey anlaşmalar olarak iki kategoride incelenmektedir.


Yatay anlaşmalar; üretimden tüketime kadar uzanan zincirin aynı seviyesindeki işletmeler arasında (rakipler) yapılan anlaşmalara denir. Dikey anlaşmalar ise farklı seviyelerdeki işletmeler arasında yapılan anlaşmalardır. Teşebbüsler arasındaki dikey ilişkiler, “piyasadaki ekonomik sürecin farklı aşamalarında faaliyet gösterilmesi” durumunda söz konusu olmaktadır. Burada teşebbüsler arası yatay ilişkilerden farklı olarak, rekabet konusu olan malın üretimi ile tüketimi arasında yer almakta olan teşebbüsler bulunmaktadır. Kısacası dikey anlaşmalar endüstrinin, ticaretin, iktisadi faaliyetin farklı aşamalarında faaliyet gösteren işletmeler arasında yapılan anlaşmalardır. Örneğin; bir malı üreten ile dağıtan, dağıtan ile satan arasındaki durum böyledir.(5)



RKHK'nın 4'üncü maddesinde "rekabeti sınırlayıcı ve uyumlu eylemler" şu şekilde belirtilmiştir:

Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.

Bu haller, özellikle şunlardır:

a) Mal veya hizmetlerin alım ya da satım fiyatının, fiyatı oluşturan maliyet, kâr gibi unsurlar ile her türlü alım yahut satım şartlarının tespit edilmesi,
b) Mal veya hizmet piyasalarının bölüşülmesi ile her türlü piyasa kaynaklarının veya unsurlarının paylaşılması ya da kontrolü,
c) Mal veya hizmetin arz ya da talep miktarının kontrolü veya bunların piyasa dışında belirlenmesi,
d) Rakip teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması, kısıtlanması veya piyasada faaliyet gösteren teşebbüslerin boykot ya da diğer davranışlarla piyasa dışına çıkartılması yahut piyasaya yeni gireceklerin engellenmesi,
e) Münhasır bayilik hariç olmak üzere, eşit hak, yükümlülük ve edimler için eşit durumdaki kişilere farklı şartların uygulanması,
f) Anlaşmanın niteliği veya ticarî teamüllere aykırı olarak, bir mal veya hizmet ile birlikte diğer mal veya hizmetin satın alınmasının zorunlu kılınması veya aracı teşebbüs durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın ya da hizmetin diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da arz edilen bir mal veya hizmetin tekrar arzına ilişkin şartların ileri sürülmesi,
Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil eder.

Ekonomik ve rasyonel gerçeklere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.

RKHK m.4/1 hükmü incelendiğinde kanunda rekabeti sınırlandırıcı: a- işletmeler arasındaki anlaşmalar, b- işletmeler arası uyumlu davranışlar, c- işletme birlikleri kararların yasaklandığını görmekteyiz. 

3- Hakim Durumun Kötüye Kullanılması

RKHK'nın 6'ncı maddesinde hakim durumun kötüye kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeye göre: 

Bir veya birden fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hâkim durumunu tek başına yahut başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasaktır (RKHK m. 6/1).

Kötüye kullanma halleri özellikle şunlardır:
a) Ticarî faaliyet alanına başka bir teşebbüsün girmesine doğrudan veya dolaylı olarak engel olunması ya da rakiplerin piyasadaki faaliyetlerinin zorlaştırılmasını amaçlayan eylemler,
b) Eşit durumdaki alıcılara aynı ve eşit hak, yükümlülük ve edimler için farklı şartlar ileri sürerek, doğrudan veya dolaylı olarak ayırımcılık yapılması,
c) Bir mal veya hizmetle birlikte, diğer mal veya hizmetin satın alınmasını veya aracı teşebbüsler durumundaki alıcıların talep ettiği bir malın veya hizmetin, diğer bir mal veya hizmetin de alıcı tarafından teşhiri şartına bağlanması ya da satın alınan bir malın belirli bir fiyatın altında satılmaması gibi tekrar satış halinde alım satım şartlarına ilişkin sınırlamalar getirilmesi,
d) Belirli bir piyasadaki hâkimiyetin yaratmış olduğu finansal, teknolojik ve ticarî avantajlardan yararlanarak başka bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabet koşullarını bozmayı amaçlayan eylemler,
e) Tüketicinin zararına olarak üretimin, pazarlamanın ya da teknik gelişmenin kısıtlanması.

Hakim durum bir ekonomik gücün ifadesidir. Doktrine göre; hakim durum bir firmanın tek yanlı davranışlarıyla rekabeti bozma, engelleme veya sınırlama gücüne sahip olmasıdır (6). Tanımdan da anlaşılacağı üzere hakim güçten bahsedebilmek için a- ekonomik güç, b- bağımsızlık ve c- devamlılık olmalıdır.

4 - Muafiyetler ve Uygulanacak İdari Yaptırımlar

RKHK'nın 5'inci maddesinde muafiyet uygulanacak durumlar düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre: 

Kurul, aşağıda belirtilen şartların tamamının varlığı halinde (Mülga ibare: 02.07.2005-5388/1.Md) (...) teşebbüsler arası anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birlikleri kararlarının 4 üncü madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulmasına karar verebilir:
a) Malların üretim veya dağıtımı ile hizmetlerin sunulmasında yeni gelişme ve iyileşmelerin ya da ekonomik veya teknik gelişmenin sağlanması,
b) Tüketicinin bundan yarar sağlaması,
c) İlgili piyasanın önemli bir bölümünde rekabetin ortadan kalkmaması,
d) Rekabetin (a) ve (b) bentlerindeki amaçların elde edilmesi için zorunlu olandan fazla sınırlanmaması,
(Değişik: 02.07.2005-5388/1.Md) Muafiyet belirli bir süre için verilebileceği gibi, muafiyetin verilmesi belirli şartların ve/veya belirli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlanabilir. Muafiyet kararları anlaşmanın ya da uyumlu eylemin yapıldığı veya teşebbüs birliği kararının alındığı yahut bir koşula bağlanmışsa koşulun yerine getirildiği tarihten itibaren geçerlidir.

Kurul, birinci fıkrada gösterilen şartların gerçekleşmesi halinde, belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını sağlayan ve bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkarabilir.

Rekabeti engelleyici, kısıtlayıcı ve hakim durumun kötüye kullanılmasını yasaklayan RKHK'nın 4 ve 6'ncı maddelerine aykırı eylemlerde bulunan teşebbüs ile teşebbüs birlikleri veya bu birliklerin üyeleri ile bunların yönetici ve çalışanlarına hangi idari yaptırımların uygulanacağı RKHK'nın 16'ncı ve 27'nci maddelerine dayanılarak hazırlanmış olan Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararla ile Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Halinde Verilecek Para Cezalarına İlişkin Yönetmelik hükümlerine göre belirlenmektedir.

Rekabeti engelleyici, kısıtlayıcı ve hakim durumun kötüye kullanılması halinde Kanunun 16'ncı maddesi ve Yönetmelikle belirlenmiş idari yaptırımlar uygulanacaktır.

Av. Ferman Kaya


(1)http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.55c9b14b45c288.65443132

(2) http://www.rekabet.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Kanunun-Genel-Gerekcesi

(3) Akıncı, A. : “Rekabet Kurulu Teşkilatı”, AT Rekabet Politikaları, Hukuk Düzeni ve Türk Rekabet Kanun Tasarısı, Uluslararası Sempozyum, İstanbul 1993, s: 60. 

(4) Aslan, Y.İ. : "Rekabet Hukuku", Ekin Kitapevi Ankara, 2005, s: 4.

(5) A.g.e: s: 125.

(6) A.ge. s: 372.


Konuyla ilgili uygulamadan üç örnek Yargıtay kararı aşağıdadır.



14. Hukuk Dairesi 2012/12348 E., 2012/12945 K.

  • İNTİFA HAKKINA ELATMANIN ÖNLENMESİ
  • İNTİFA HAKKININ TERKİNİ
  • REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN (4054) Madde 4
  • REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN (4054) Madde 56
  • REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN (4054) Madde 5
  • TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 794

"İçtihat Metni"



Davacı, 10987 ada 2 parsel sayılı taşınmazda 21.03.1997 tarihinden başlamak üzere 20 yıl süre ile intifa hakkı sahibi olduğunu, bu hakkını davalı şirket ile yapılan 10.06.2004 tarihli akaryakıt bayilik sözleşmesi uyarınca kullandıklarını, bayilik sözleşmesinin davalı şirket tarafından 07.09.2010 tarihinde feshedilmesine rağmen davalının taşınmazı kullanmaya devam ettiğini ileri sürerek intifa hakkına konu taşınmaza elatmanın önlenmesini istemiştir.

Davalı şirket, davanın reddini savunmuştur. Birleştirilen davada ise, 10987 ada 2 parsel sayılı taşınmazın malikleri, Rekabet Kurumunun 2002/2- 2003/3 sayılı Tebliğleri uyarınca Rekabet Kanunundan kaynaklanan rekabet etmeme yükümlülüğü uyarınca intifa hakkı süresinin 5 yılı aşamayacağı gerekçesi ile intifa hakkının terkinini talep etmişlerdir. 

Mahkemece, elatmanın önlenmesi davasının tapu kayıt malikleri aleyhine açılması gerektiği, davalı K... Petrol Ürünleri Ltd. Şti.nin tapu kayıt maliki olmadığı, Rekabet Kurulu Tebliğleri uyarınca intifa hakkının 18.09.2010 tarihi itibarıyla kaldırılması gerektiği gerekçesi ile davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davacı-davalı T...O...Türkiye A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiş, Dairemizce temyiz itirazları reddedilerek hüküm onanmıştır.

Şimdi davacı-davalı T...l O... Türkiye A.Ş. vekili kararın bozulması istemiyle karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 sayılı Kanunun 4. maddesinde “rekabeti sınırlayıcı anlaşma, Uyumlu eylem ve Kararlar” başlığı altında, belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmaların, uyumlu eylemlerin ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemlerinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Yasanın 56. maddesinde ise “bu kanunun 4. maddesine aykırı olan her türlüanlaşma ile teşebbüs birlikleri kararı geçersizdir. Bu anlaşmalardan ve kararlardan doğan edimlerin ifası istenemez. Daha önce yerine getirilmiş edimlerin geçersizliği nedeni ile geri istenmesi halinde tarafların iade borcu Borçlar Kanununun 63. ve 64. maddelerine tabidir. Borçlar Kanununun 65. maddesi hükmü bu kanundan doğan ihtilaflara uygulanmaz” hükmü bulunmaktadır.

Aynı Kanunun 5. maddesinde de, Rekabet Kurumunun, maddede belirtilen şartların tamamının varlığı halinde, teşebbüsler arası anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birlikleri kararlarının 4. maddesi hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulmasına karar verilebileceği hükme bağlanmış ve muafiyetin belirli bir süre için verilebileceği gibi, muafiyet verilmesinin belirli şartların veya belirli yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlanabileceği de öngörülmüştür. Ayrıca, yasanın son fıkrası kurula (Rekabet Kuruluna) 1.fıkrada gösterilen şartların gerçekleşmesi halinde belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını sağlayan ve bu bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkartabilme yetkisi tanımıştır.

Bu düzenlemeler, dikey anlaşma olarak nitelenen, üretim veya dağıtım zincirinin farklı seviyelerde faaliyet gösteren iki ya da daha fazla teşebbüs arasında belirli mal veya hizmetlerin alımı, satımı veya yeniden satımı amacıyla yapılan anlaşmaların rekabeti engelleyici ve kısıtlayıcı mahiyette olmaları halinde hukuka aykırı olacaklarını, ancak bazı şartların varlığı halinde hukuka aykırılıktan bireysel veya grup olarak muaf tutulabileceklerini ifade etmektedir.

Bu konuda Rekabet Kurumu çıkardığı 2002/2 - 2003/3 sayılı Tebliğleri ile yasak kapsamında bulunan anlaşmaların kanunda öngörülen koşullara uyumlu hale getirilmesi için 18.09.2005 tarihine kadar muafiyet tanımıştır. Rekabet Kurulunun muafiyet süresi olarak belirlediği 18.09.2005 tarihinden sonra 4054 sayılı rekabetin Korunması Hakkındaki Yasanın 5. maddesine göre 5 yıldan uzun süreli veya belirsiz süreli sözleşmeler hüküm ifade etmeyecektir. 18.09.2005 tarihinden önce yapılan sözleşmeler ise Rekabet Kurulunca benimsenen “asgari hadde indirilmesi” ilkesi uyarınca 18.09.2010 tarihinden sonra hüküm ifade etmeyecektir.

Türk Medeni Kanununun 794 ve devamı maddelerinde düzenlenen intifa hakkı, sahibine başkasına ait bir eşya, hak veya mal varlığı üzerinde tam bir yararlanma hakkı sağlar. Bu yetki kapsamında da taşınmazın kullanımını engelleyen kişi ya da kişilerin elatmasının önlenmesi istenebilir.

Somut olayda, dava konusu 10987 ada 2 parsel sayılı taşınmazda 21.03.1997 tarihinde davacı yararına 20 yıl süre ile intifa hakkı tesis edilmiştir. İntifa hakkı sahibi taşınmazda kullanımı engelleyen ve halen taşınmazı kullanan davalı K... Petrol Ürünleri Tic. Ltd. Şti.ne elatmanın önlenmesi istemiyle husumet yöneltmesi yerinde olup, mahkemenin tapu kayıt maliki aleyhine elatmanın önlenmesi istemiyle dava açılması ve husumetin ona yöneltilmesi gerektiği yönündeki gerekçesi doğru değildir. Ne var ki, intifa hakkı 18.09.2005 tarihinden önce tesis edildiğinden yukarıda açıklanan Rekabet Kurulunun tebliğleri uyarınca 18.09.2010 tarihinden sonra hüküm ifade etmeyeceğinden, birleşen davanın kabulü ile intifa hakkının kaldırılmasına, elatmanın önlenmesi istemiyle açılan asıl davanın reddine karar verilmesi isabetli olup Dairemizin onama ilamında düzeltilmesi gereken bir neden bulunmadığından, HUMK’nun 440. maddesindeki nedenlerden hiçbirisine uymayan davacı-davalı T...l O... Türkiye A.Ş.nin karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle, HUMK’nun 440. maddesinde öngörülen hususlardan hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin REDDİNE, aynı yasanın 442/son ve 4421 sayılı Kanunun 2 ve 4/b-1 maddeleri delaleti ile takdiren, 203,00 TL para cezası ile 43,90 TL karar düzeltme ret harcının düzeltme isteyenden tahsiline, 08.11.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.




19. Hukuk Dairesi 2004/9634 E., 2005/4463 K.

REKABETİN KORUNMASI

4054 S. REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA kanun [ Madde 5 ]

4054 S. REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA kanun [ Madde 4 ]



"İçtihat Metni"



Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süesi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında Y.......Kaynak suyunun satılması hususunda (3) yıllık bayilik anlaşması imzalandığını, ancak davalının 28.2.2003 tarihli ihtarname ile sözleşmeyi tek yanlı olarak fesh ettiğini, bunun üzerine davalıya karşı ihtar keşide edildiğini, ancak tebliğin yapılmadığını, davalının işyerinde mahkeme kanalı ile yapılan tesbit sırasında davalının başka marka su sattığının tesbit edildiğini, sözleşmenin 10. maddesi uyarınca müvekkilinin cezai şart talep etme hakkı doğduğunu belirterek 12.000.000.000 TL.nın ticari faizi ile davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, taraflar arasında imzalanan sözleşme uyarınca müvekkilinin davacının ürettiği suyun dağıtımı ve satımını üstlendiğini ancak gerek suyun Pazar payının düşük olması, gerekse sözleşme maddeleri uyarınca ayrıca suyun bulanık olması ve içinden yabancı maddeler çıkması nedeniyle müvekkilinin zarara uğradığını ve müvekkilinin sözleşmenin 22/a maddesi uyarınca akti fesih ettiğini davacının yaptırdığı tesbit tarihinde taraflar arasında akdin son bulmuş olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 15. maddesinin 4054 sayılı rekabetin korunması hakkındaki kanunun 4. maddesine aykırı olduğu, bu nedenle sözleşmenin anılan kanunun 56. maddesine göre geçersiz bulunduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece açılan dava 4054 sayılı rekabetin korunması hakkındaki kanunun 4 ve 56. maddeleri uyarınca reddedilmiştir. Rekabetin korunması hakkında kanunun 4. maddesine göre belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır. 


Aynı kanunun 5. maddesinde muafiyet hali düzenlenmiş Rekabet Kurulunun birinci fıkrada gösterilen şartların gerçekleşmesi halinde belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını ve bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkarabileceği hükme bağlanmıştır. Rekabet Kurulu da 2002/2 sayılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğini yayınlamıştır. Tebliğin 4. maddesinde rekabeti doğrudan veya dolaylı olarak engelleme amacı taşıyan sınırlamaları içeren dikey anlaşmaların tebliği ile tanınan muafiyetten yararlanamayacağı hükme bağlanmıştır. 

Tebliğin 4/a maddesinde alıcının kendi satış fiyatını belirleme serbestisinin engellenmesinin muafiyetten yararlanamayacağı, ancak sağlayıcının azami satış fiyatını belirleme veya satış fiyatını tavsiye etmesinin mümkün olduğu kabul edilmiştir. 

Alt yada üst piyasalardaki teşebbüslerle yapılan anlaşmalar genel olarak dikey anlaşmalar olarak bilinir. Dikey anlaşmaların taraflar arasındaki rekabet kısıtlamaları dikey kısıtlama niteliğindedir. 

Sağlayıcı (üretici), distribütörün satış fiyatını yeniden belirleyebilir veya tavsiyede bulunabilir. Yeni satış fiyatına ilişkin belirlemeleri tavsiye niteliğini aşması halinde bu belirleme dikey kısıtlama getirdiğinden tebliğ ile tanınan muafiyetten faydalanamaz. Taraflar arasındaki sözleşmenin 15. maddesinde bayinin (davalının) ürünü en iyi şekilde tanıtacağı, pazarlamasını en iyi şekilde yapacağı o ilde satılan 19 litrelik polikarbon damacana suların ortalama fiyatından çok daha yüksek veya çok düşük fiyatla satış yapmayacağı hükme bağlanmıştır. 

Anılan hüküm fiyat konusunda tavsiye niteliğini aşıp da üretici tarafından distribütörüne baskı niteliğini taşımadığından sözleşme hükmü geçerlidir. Mahkemece bu yönler gözetilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddinde isabet görülmemiştir. 

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 21.4.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

Hukuk Genel Kurulu 2013/19-332 E. , 2013/1563 K.


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul 27.Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 05/12/2012
NUMARASI : 2012/265 E-2012/300 K.

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.06.2010 gün ve 2010/194 E-2010/328 K. Sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 19.09.2011 gün ve 2011/1931 E-2011/11014 K. sayılı ilamı ile; (...Davacı vekili, davalılar ile taşınmazları üzerinde kurulu bulunan akaryakıt satış ve servis istasyonunun 15 yıl süre ile kiralanması hususunda anlaşma yapıldığını , kira bedelinin peşin olarak ödendiğini, taraflar arasında bayilik sözleşmesi imzalandığını ve müvekkilinin davalılara ait işyerine çeşitli yatırımlar yaptığını ancak Rekabet Kurulunun aldığı kararlar doğrultusunda, 18.09.2005 tarihinden önce yapılmış ve süresi 5 yılı aşan sözleşmelerin 18.09.2010 tarihine kadar muafiyetten yararlanabileceği, bu tarihten sonra muafiyet koşullarının ortadan kalkacağının düzenlendiğini, 4054 Sayılı rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 56.maddesi uyarınca aynı Kanun'un 4.maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle Rekabet Kurulu tarafından geçersiz sayılan anlaşmalar nedeni ile tarafların birbirine verdikleri şeyin BK'nun 63.64.maddeleri uyarınca iadesi gerektiğini belirterek müvekkili tarafından peşin ödemenin, bedelsiz kalan kira parası ile müvekkilinin yaptığı yatırımlar ve bayiye ödenen primlerin denkleştirici adalet ilkesine göre alacağının davalılardan sorumlulukları nispetinde tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, taraflar arasında akdedilen 05.04.2005 tarihli bayilik sözleşmesinin feshedilmediğini, halen yürürlükte olduğunu, feshedilmeyen bir sözleşmeye dayalı davacının talepte bulunamayacağını bildirerek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki kira ve bayilik sözleşmesinin henüz ayakta iken, sözleşmelerin geçersiz hale geleceğinden bahisle sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı olarak alacak davası açılamayacağı, dava tarihi itibariyle ve halen de taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkinin devam ettiği, henüz iddia edilen sebepsiz zenginleşme olgusunun işlemeye başlamadığı dava ön koşulunun henüz oluşmadığı ve davanın zamansız açıldığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin itirazlarının reddi gerekmiştir. 

2-Davalı vekilinin temyizi, lehlerine eksik vekalet ücreti taktir edilmesine ilişkindir.

Mahkemece, taraflar arasındaki akdin feshedilmediği ve geçerli olduğu gerekçesiyle verilen red kararı esasa ilişkin nihai karar olup, buna göre davalı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmına göre hesaplanacak nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması isabetsizdir...) gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalılar ile taşınmazları üzerinde kurulu bulunan akaryakıt satış ve servis istasyonunun 15 yıl süre ile kiralanması hususunda anlaşma yapıldığını, kira bedelinin peşin olarak ödendiğini, taraflar arasında bayilik sözleşmesi imzalandığını ve müvekkilinin davalılara ait işyerine çeşitli yatırımlar yaptığını ancak Rekabet Kurulunun aldığı kararlar doğrultusunda, 18.09.2005 tarihinden önce yapılmış ve süresi 5 yılı aşan sözleşmelerin 18.09.2010 tarihine kadar muafiyetten yararlanabileceği, bu tarihten sonra muafiyet koşullarının ortadan kalkacağının düzenlendiğini, 4054 Sayılı rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 56.maddesi uyarınca aynı Kanun'un 4.maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle Rekabet Kurulu tarafından geçersiz sayılan anlaşmalar nedeni ile tarafların birbirine verdikleri şeyin BK'nun 63.64.maddeleri uyarınca iadesi gerektiğini belirterek müvekkili tarafından peşin ödemenin, bedelsiz kalan kira parası ile müvekkilinin yaptığı yatırımlar ve bayiye ödenen primlerin denkleştirici adalet ilkesine göre alacağının davalılardan sorumlulukları nispetinde tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, taraflar arasında akdedilen 05.04.2005 tarihli bayilik sözleşmesinin feshedilmediğini, halen yürürlükte olduğunu, feshedilmeyen bir sözleşmeye dayalı davacının talepte bulunamayacağını bildirerek davanın reddini istemiştir. 

Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, tekrar dava ikamesini engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurumdur. Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır. Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartları’dır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi). Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/h maddesinde, hukuki yarar açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7.maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2.fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.
Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2.maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez. 

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalılar arasında 05.04.2005 tarihinde 5 yıl süreli ‘Bayilikanlaşması’ ve aynı tarihli 15 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiği, kira sözleşmesinin tapuya şerh edilip bedelinin peşin olarak ödendiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasında düzenlenen bu sözleşmenin içeriği irdelenmiş, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir. Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

S O N U Ç: Davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşinharcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440.maddesi uyarınca 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.11.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 

KARŞI OY

Yüksek 19.Hukuk Dairesi ile mahkame arasındaki uyuşmazlık davanın esasdan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddedildiği ve burada varılacak sonuca göre davalı lehine maktu mu nispi mi vekalet ücreti verileceği noktalarında toplanmaktadır.
Mahkemece, 22.06.2010 tarihli karar gerekçesinde, öncelikle davanın zamansız açılmış olup olmadığının belirlenmesi gerektiği belirtilerek, Rekabet Kurulu kararı ile intifa sözleşmesi ve bayilik sözleşmesinin geçersiz hale gelmediği ve sona ermediği, dava tarihinde ilişkinin halen devam ettiği ve yeni bir anlaşma yapabilecekleri 18.09.2010 tarihinde yeni bir anlaşma yapmadıkları takdirde aralarındaki rekabet etmeme yükümlülüğünün kalkacağı ve o zaman bu davanın açılabileceği, henüz sözleşme ilişkisi devam ettiğinden, sebepsiz zenginleşmeye dayalı böyle bir davanın açılamayacağı, zamansız açılan davanın reddi gerektiği gerekçesiyle hüküm kısmında "erken açılan davanın bu nedenle reddine" karar verilmiştir. Direnme kararında da erken açılan davanın reddine dair kararın kesinleştiği, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2.maddesine göre vekalet ücretinin tayin ve takdiri gerektiği, dava tarihinde muaccel olan bir alacak bulunmadığından, dava ön koşulu olan hukuki yarar şartı da gerçekleşmediğinden verilen ret kararının esasa ilişkin bir karar olmadığı gerekçesiyle vekalet ücretine ilişkin hükümde ısrar edilmiştir. Yüksek Özel Daire, verilen ret kararının esasa ilişkin bir karar olduğundan bahisle nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle vekalet ücreti bakımından kararı bozmuştur. Oysa mahkemenin davayı ret gerekçesi, davanın esasına ilişkin değildir. Dava esastan reddedilmiş olsa, davacı aynı vakıaya dayalı aynı netice-i taleple bir dava daha açamaz, ikinci dava kesin hükümden reddedilir. Bu dava ise esastan reddedilmemiş, dava tarihinde alacağın henüz muaccel olmadığı, dava açma zamanı gelmediği, ancak belirli bir tarihten sonra bu davanın açılabileceği, hukuki yarar yokluğu nedenleriyle reddedilmiştir. Yani, davacı aynı nitelikte davayı mahkemenin belirlediği zaman geldiğinde, alacak muaccel olduğunda açabilecektir. Yargıtay 11.Hukuk Dairesi'nin 2011/7152 Esas, 2012/6038 Karar sayılı ilamında da aynı nitelikte davada vekalet ücretine ilişkin gerekçede açıklandığı gibi, hukuki yarar dava şartı niteliğinde olup, dava tarihinde alacağın muaccel olmaması halinde hukuki yararın varlığından söz edilemez ve bu nedenle davanın reddi halinde Tarife'nin 7/2.maddesine göre vekalet ücreti takdir edilir, davanın erken açıldığı, dava açma zamanı gelmediğine dair kararlar da davanın esastan değil, usulden ve dava şartı yokluğundan reddine dair kararlardır. Davanın ilk ön şartı alacağın dava tarihinde muaccel olmasıdır. Mahkemenin, hukuki yarar, muacceliyet, dava zamanı gibi hususları değerlendirmek için işbu davada sözleşmeyi, Kurul kararını incelemesi, irdelemesi, davanın esasdan reddedildiği anlamına da gelmez. Bu nedenlerle, karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2.maddesine göre vekalet ücretine hükmedilen direnme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.

Kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/GelismisDokumanAraServlet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder