7 Ağustos 2015 Cuma

Tehlike Sorumluluğu

Hukukumuzda Tehlike Sorumluluğu

Tehlike sorumluluğu, kusursuz sorumluluğun bir türü olup kusura dayalı sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı, teknolojinin son derece geliştiği modern toplum hayatının ihtiyaçlarına uygun olarak ortaya çıkmıştır.

Tehlike Sorumluluğu, Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK, 6098 Sayılı Kanun) 71'inci maddesinde tehlike sorumluluğu ve denkleştirme kenar başlığında:

Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur.

Bir işletmenin, mahiyeti veya faaliyette kullanılan malzeme, araçlar ya da güçler göz önünde tutulduğunda, bu işlerde uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi durumunda bile sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli olduğu sonucuna varılırsa, bunun önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletme olduğu kabul edilir. Özellikle, herhangi bir kanunda benzeri tehlikeler arzeden işletmeler için özel bir tehlike sorumluluğu öngörülmüşse, bu işletme de önemli ölçüde tehlike arzeden işletme sayılır.

Belirli bir tehlike hâli için öngörülen özel sorumluluk hükümleri saklıdır.

Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin bu tür faaliyetine hukuk düzenince izin verilmiş olsa bile, zarargörenler, bu işletmenin faaliyetinin sebep olduğu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesini isteyebilirler.

şeklinde hüküm altına alınmıştır.


Kanun maddesinde anlaşılacağı üzere tehlike sorumluluğu için öncelikli olarak tehlike yaratan bir işletmenin varlığı ve yarattığı tehlikenin önemli ölçüde olması gereklidir. Önemli ölçüde tehlike arz eden işletme kıstası da yine maddede yer almaktadır. Kullanılan malzeme, araç-gereçler göz önünde bulunduğunda, uzman bir kişiden beklenen tüm özenin gösterilmesi halinde dahi sıkça veya ağır zararlar doğurmaya elverişli ise, o işletme önemli ölçüde tehlikeli işletme sayılır.

Teknolojik gelişmeler doğrultusunda hukuk düzeninde tehlikeli işler yapan işletmelere faaliyette bulunma izni verilmiş olabilir. Hukuk sınırları içinde tehlikeli iş yapan işletmelerin yaptıkları iş hukuk düzeni kapsamında olsa dahi tehlikeli faaliyetten zarar görenler olacaktır. İşte modern hukukta bu zararlarının uygun bir bedelle denkleştirilmesi gerektiği kabul görmüştür.

Yargıtay uygulamasında da bu husus şu şekilde tartışılmaktadır: işyerlerinde kullanılan teknik ve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle de alınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayan tehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarının büyük artışlar göstermesi karşısında kusura dayanan sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı modern toplum hayatının ihtiyaçlarına cevap vermediği görülmüştür. İşte son zamanlarda kendisini yoğun bir biçimde hissettiren teknik ve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler, kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu kavramına ortaya çıkarmıştır. tehlike sorumluluğunu savunanlar işverenin özen borcunu ideal ölçüler içinde yerine getirmesi halinde dahi, meydana gelen zarardan yine de sorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadır.

İlk kararlarda işverenin iş kazalarından doğan sorumluluğunun haksız fiile dayandığını kabul etmişken, zamanla işçinin daha yararına olan, akdi sorumluluk esasını benimsemiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel alanda meydana gelen gelişmeler nedeniyle akdi sorumluluğun da yetersiz kalması üzerine Yargıtay uygulamalarında istikrarlı şekilde tehlike sorumluluğu görüşünü kabul etmektedir.

Tehlike sorumluluğu, en ağır kusursuz sorumluluk halini oluşturmaktadır. Tehlikeli işle iştigal eden kişi tüm önlemleri alsa dahi meydana gelen kazadan dolayı sorumluluktan kurtulma olanağı yoktur. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlak bir sorumluluk olarak nitelendirilebilir. Bununla beraber belirtmek gerekir ki tehlike sorumluluğu bir "sonuç sorumluluğu" da değildir. Gerçekten zarar işletmeye özgü bir tehlikeden doğmamış, yani araya giren bir başka nedenden dolayı meydana gelmişse, işverenin bu zarardan sorumlu tutulmaması gerekir. 

Av. Ferman Kaya

Tehlike sorumluluğuna ilişkin hususların tartışıldığı iki adet Yargıtay kararı aşağıda yer almaktadır.


Hukuk Genel Kurulu 2013/21-102 E. , 2013/1456 K.
UÇAK KAZASI İLE İŞVERENİN FİİLİ ARASINDA İLLİYET BAĞI VE KUSUR İNCELEMESİ
İŞVERENİN İŞCİSİNİ YETERSİZ UÇAK İLE GÖNDERMESİ
İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU (6331) Madde 37
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU (6331) Madde 5
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU (6331) Madde 4
İŞ KANUNU (4857) Madde 77

"İçtihat Metni"

Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 1. İş Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.01.2012 gün ve 2007/908 E. 2012/12 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 05.04.2012 gün ve 2012/4197 E. 2012/5290 K. sayılı ilamı ile;

(…Dava 09.01.2007 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölüm nedenine dayalı olarak hak sahibinin maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece davacının maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile davalı K. İnş Taah Tic San İth İhr AŞ’den tahsiline karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı K. İnş Taah Tic San İth İhr AŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yerel mahkemenin davalı K. İnşaat AŞ’nin hüküm altına alınan tazminatlardan sorumlu olduğuna ilişkin kararı aşağıda açıklanan nedenlerle isabetli değildir.

Davacı murisinin davalı K.İnşaatın Irak’taki şantiyesinde çalışmak üzere işyerinde olay tarihinde işveren tarafından temin edilen uçakla toplu olarak Adana’dan Bağdat’a gidişi sırasında içinde bulunduğu uçağın Bağdat’ın kuzeyindeki Balad hava alanına inişi sırasında tespit edilemeyen bir nedenle düşmesi sonucu öldüğü, ölüm olayı nedeniyle davalı işverenliğin ve ölen işçinin bir kusurun bulunmadığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık kusuru bulunmasa bile işverenin tazminattan sorumlu tutulmasının mümkün olup olmadığına ilişkindir.

İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği sorunu, öğretide ve uygulamada zaman içerisinde farklı görüş ve uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Yargıtay'ın önceki kararlarında da benimsediği bir görüşe göre, işverenin bu açıdan sorumluluğu kusura dayanmaktadır. Çünkü İsviçre ve Türk Hukuk Sisteminde özel bir düzenleme söz konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur.

Sanayiinin gelişmesi ve yurt düzeyine yayılması sonucunda işyerlerinde kullanılan teknik ve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle de alınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayan tehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarının büyük artışlar göstermesi karşısında kusura dayanan sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı modern toplum hayatının ihtiyaçlarına cevap vermediği görülmüştür. İşte son zamanlarda kendisini yoğun bir biçimde hissettiren teknik ve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler, kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu kavramına ortaya çıkarmıştır. tehlike sorumluluğunu savunanlar işverenin özen borcunu ideal ölçüler içinde yerine getirmesi halinde dahi, meydana gelen zarardan yine de sorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadır.

Yargıtay uygulamasında, ilk kararlarda işverenin iş kazalarından doğan sorumluluğunun haksız fiile dayandığını kabul etmişken, zamanla işçinin daha yararına olan, akdi sorumluluk esasını benimsemiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel alanda meydana gelen gelişmeler nedeniyle akdi sorumluluğun da yetersiz kalması üzerine Yargıtay uygulamalarında istikrarlı şekilde tehlike sorumluluğu görüşünü kabul etmektedir.

tehlike sorumluluğu, en ağır kusursuz sorumluluk halini oluşturmaktadır. Az öncede değinildiği gibi, işveren her türlü özen borcunu yerine getirmiş olsa dahi, meydana gelen kazadan dolayı sorumluluktan kurtulma olanağı yoktur. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlak bir sorumluluk olarak nitelendirilebilir. Bununla beraber belirtmek gerekir ki tehlike sorumluluğu bir "sonuç sorumluluğu" da değildir. Gerçekten zarar işletmeye özgü bir tehlikeden doğmamış, yani araya giren bir başka nedenden dolayı meydana gelmişse, işverenin bu zarardan sorumlu tutulmaması gerekir. Başka bir deyişle işyerinin işletilmesi veya bundan doğan tehlikeler ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı bulunmuyorsa, işverenin sorumluluğundan söz edilemez.

Öteki sorumluluk hallerinde olduğu gibi, tehlike sorumluluğunda da üç halde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusurudur. Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk halleri ve bu arada tehlike sorumluluğu içinde geçerli olduğu vurgulanmaktadır. Yargıtay uygulamasında illiyet bağının sadece kusura bağlı sorumluluktan değil, sebep ve özellikle tehlikesorumluluğunun kurulabilmesi için zorunlu olduğu kabul edilmektedir. İlliyet bağının kesilmesine neden olan bu çeşitli durumların öncelikletehlike sorumluluğu içerisinde kabul edilmesi gerekir. Çünkü kusurlu olmadığı gibi, kendisinden beklenen özeni gereği gibi yerine getirmiş olan bir işvereni, işyeri ya da işletmeyle uzaktan, yakından ilgili bulunmayan mücbir nedenlerden sorumlu tutmak adalet ve hakkaniyet duygularını incitir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.3.1987 tarih ve 1986/9 – 722 Esas, 203 karar sayılı kararı da aynı doğrultudadır.

Somut olaya gelince: Davacı murisinin içinde bulunduğu uçakta önceden var olan bir arızanın tespit edilemediği, her hangi bir uçuş yapı hatasına veya çalışma eksikliğine rastlanılmadığı, kazanın başka bir kalkış denemesi yapılmadan alana zamanından önce inilmek istenmesinden kaynaklandığı, pilotların uçağı riske atabilecek durumlardan kurtulmak için eğitilmeleri gerektiği Irak Sivil Havacılık Dairesi Uçuş Güvenliği Departmanının dosya içerisinde bulunan kaza sonrası nihai raporlarından anlaşılmaktadır. Nitekim hükme esas alınan kusur bilirkişi raporunda da uçağın hava şartları ve pilotaj hatasından düşmüş olabileceği vurgulanmıştır. Hal böyle olunca işverenin kusurunun bulunmadığı, kendisinden beklenen özeni gereği gibi yerine getirdiği, kazanın meydana gelmemesi için alacağı bir önlemin bulunmadığı, pilotaj hatasının da kusursuz sorumluluğun tüm halleri için gerekli illiyet bağını keseceği göz ardı edilerek davanın reddi yerine yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle işverenin alacağı bir önlemin bulunmadığı gibi işveren açısından illiyetin kesildiği göz ardı edilerek davanın reddi yerine yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı K. İnş Taah Tic San İth İhr AŞ vekilinin temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, iş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahibinin işverenden maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı Kadriye Ö. vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilin oğlu Özcan Ö.'ın davalı yanında jeneratör kullanıcısı olarak çalışmakta iken, şirketin işi için yine davalı şirket tarafından kiralanan uçakla Irak'a giderken, uçağın düşmesi ile 09.01.2007 tarihinde hayatını kaybettiğini, davalının maliyeti düşürmek için daha önce birçok kez arıza yapmış ve uçması sakıncalı bir uçağı kiraladığını ve üstelik uçmanın tehlikeli olduğu, savaş bulunan Bağdat'a gönderdiğini, buna göre şirketin uçağın düşmesinde davacıya karşı ağır kusuru bulunduğunu, oğlunu kaybetmesi nedeniyle davacının ağır ve derin acılara düştüğü ve ciddi ruhsal ve bedensel sorunlar nedeniyle sürekli tedaviye başlandığını belirterek, maddi ve manevi tazminatın faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı K. İnşaat Tic. Ve San. A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; dava iş kazasına dayalı olarak açıldığından iş mahkemelerinin görevli olduğunu, ayrıca kaza yeri Irak olup, uçak ve mürettebatı yabancı uyruklu olduğundan ve MÖHUK 25. madde uyarınca Türk Mahkemelerinin davaya bakmaya yetkili olmadığını, uçak kazasında işverenin kusuru ve eylemi ile sigortalının ölümü arasındaki illiyet bağının ve ölenin kendisine bakıp yardımda bulunduğunun davacı tarafından kanıtlaması gerektiğini, sırf işçiler için daha güvenli olması nedeniyle havayolu ile taşıma olanağının sağlandığını beyanla, ölüm ile şirket arasında illiyet bağı olmaması, şirketlerinin olayda kusur veya ihmalinin bulunmaması, ölenin yüksek riskli bölgede çalışacağını bilerek ve kabul ederek gitmesi nedenleriyle, davanın reddini savunmuştur.

Davanın açıldığı Asliye Hukuk Mahkemesinin; ölen ile davalı arasında hizmet sözleşmesinin bulunması nedeniyle iş mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin kararı temyiz edilmeksizin kesinleşmiş, dosyanın gönderildiği İş Mahkemesince “davalı işverenin risk nazariyesi kapsamında sorumlu olduğu ve olayda mücbir sebep, üçüncü kişinin veya zarara uğrayanın ağır kusurları gibi illiyet bağını kesen nedenlerin davalı tarafından kanıtlanamadığı” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, sigortalının ölümü ile sonuçlanan olayda illiyet bağının kesilip kesilmediği, dolayısıyla işvereninsorumluluğu bulunup bulunmadığının yöntemince kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle konuya ilişkin yasal mevzuatta meydana gelen değişikliklere kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.

Bilindiği üzere, insan yaşamının kutsallığı çevresinde işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğu iken, 4857 sayılı Kanun'un 77. ve devamı bir kısım maddeleri 30.06.2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 37. maddesiyle, 01.01.2013 tarihinde yürürlüğe girmek üzere yürürlükten kaldırılmış olup, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümünü daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.

Buna göre, 6331 sayılı Kanun’un "İşverenin Genel Yükümlülüğü" kenar başlıklı 4. maddesinde:

"İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;

a)Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.

b)İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.

c)Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.

ç)Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu gözönüne alır.

d)Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışında ki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır." hükmü düzenlenmiştir.

Aynı Kanun’un 5. maddesinde de risklerden korunma ilkeleri düzenlenmiştir. Buna göre maddede, "İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:

a)Risklerden kaçınmak,

b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek,

c)Risklerle kaynağında mücadele etmek,

ç)İşin kişilere uygun hale getirilmesi için iş yerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek,

d)Teknik gelişmelere uyum sağlamak,

e)tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek,

f)Teknoloji, iş organizasyonu çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek,

g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine öncelik vermek,

ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek." hükmü yer almaktadır.

Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümünün genel çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, “çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü” olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı birtakım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede, işverenin anılan yükümlülükle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise, işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir (Prof. Dr. Tankut Centel, İşverenin İşyerinde Sağlık ve Güvenliği Sağlama Yükümü, Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası, cilt: 27 sayı: 3 Mayıs 2013).

Anılan düzenlemeler uyarınca davanın yasal dayanağı; 6331 sayılı Kanun'un 37’nci maddesi uyarınca yürürlükten kaldırılan ancak zararlandırıcı sigorta olayının meydana geldiği 09.01.2007 tarihinde yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77’nci maddesidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, 4857 sayılı Kanun'un 77. maddesi uyarınca, işverenler iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenler alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumluluklar konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Anılan madde ile, işverenlere, işçi sağlığı ve iş güvenliği kavramından kapsamlı olarak, her türlü önlemi almak yanında, bir anlamda objektif özen yükümlülüğü de öngörülmektedir. Bu itibarla işverenin, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçinin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı takdirde gerekmeyeceği gibi bir düşünce ile almaktan sarfınazar etmesi kabul edilemez. 

Diğer taraftan, işçilerin beden ve ruh sağlığının korunmasında önemli olan yön, iş güvenliği tedbirlerinin alınmasının hakkaniyet ölçüleri içinde işverenlerden istenip istenemeyeceği değil, aklın, ilmin, fen ve tekniğin, tedbirlerin alınmasını gerekli görüp görmediği hususlarıdır. Bu itibarla işverenler, mevzuatın kendisine yüklediği tedbirleri, işçilerin tecrübeli oluşu veya dikkatli çalıştığı taktirde gerekmeyeceği gibi düşünceler ile almaktan çekinemeyeceklerdir. Çalışma hayatında süre gelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı da, işverenlerin önlem alma ödevini etkilemez. İşverenler, çalıştırdığı sigortalıların bedeni ve ruh bütünlüğünü korumak için yararlı her önlemi, amaca uygun biçimde almak, uygulamak ve uygulatmakla yükümlüdürler

Tazminat davalarının özelliği gereği İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşullar gözönünde tutularak ve özellikle zararlandırıcı olayın niteliğine göre, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, zararlandırıcı sigorta olayı yönünden alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle işveren ve işçi yönünden kusurun aidiyeti ve oranı, olayın meydana gelmesinde üçüncü kişinin eyleminin bulunup bulunmadığı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmalıdır.

Belirtilmelidir ki, hükme esas alınacak kusur raporlarının da 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. ve işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatı hükümlerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.

77. maddede anılan düzenleme, işçiyi gözetim ödevi ve insan yaşamının üstün değer olarak korunması gereğinden hareketle; salt mevzuatta öngörülen önlemlerle yetinilmeyip, bilimsel ve teknolojik gelişimin ulaştığı aşama uyarınca alınması gereken önlemlerin de işveren tarafından alınmasını zorunlu kılmaktadır. İş kazasının oluşumuna etken kusur oranlarının saptanmasına yönelik incelemede; ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip, kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.

Öte yandan, Hukuk Genel Kurulu’nun 20.03.2013 gün 2012/21-1121 E. 2013/386 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, illiyet bağının mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilmesi halinde işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir.

Somut olayda, davalı şirkette çalışan sigortalının Irak’da bulunan işyerine giderken meydana gelen uçak kazasında öldüğü, uçağın işveren tarafından temin edildiği, Irak Sivil Havacılık Dairesi Uçuş Güvenliği Departmanının raporunda; uçakta önceden var olan bir arızanın tespit edilemediği, her hangi bir uçuş yapı hatasına veya çalışma eksikliğine rastlanılmadığı, kazanın başka bir kalkış denemesi yapılmadan alana zamanından önce inilmek istenmesinden kaynaklandığı, pilotların uçağı riske atabilecek durumlardan kurtulmak için eğitilmeleri gerektiğinin belirtildiği anlaşılmaktadır.

Hükme esas alınan kusur bilirkişi raporunda, uçağın hava şartları ve pilotaj hatasından düşmüş olabileceği, olayın meydana gelmesinde işverenin veya işçinin kusurunun bulunmadığı belirtilmiş ise de, anılan raporu düzenleyen bilirkişiler olayın niteliğine göre yeterli olmadığı gibi, tahmine dayalı olarak düzenlenen raporda; olayın meydana gelmesini önleme yönünden işverenin alması gerekli veya alabileceği önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı ile özellikle olayın meydana gelmesinde üçüncü kişi pilotun ağır kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmadığı anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanunu’nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği ve hükme dayanak alınabilecek nitelikte olduğu söylenemez. Bu nedenle, yetersiz rapora itibar edilerek, davalı işveren şirketin sorumlu tutulmaması usul ve yasaya aykırıdır.

Somut uyuşmazlıkta, pilotun üçüncü kişi olduğu ve pilotaj hatasının da sorumluluğun tüm halleri için gerekli illiyet bağını keseceği gözetilmek suretiyle Mahkemece, öncelikle maddi olguya ilişkin tüm deliller toplanarak, dinlenen tanık beyanları da gözetilmek suretiyle uçak kazasının oluşumuna ilişkin maddi olguların eksiksiz biçimde saptanması, sorumluluğu gerektiren her koşulun, kendi özelliği çerçevesinde araştırılıp irdelenmesi ve sonrasında, zararlandırıcı olayın uçak kazası sonucu meydana geldiği gözetilmek suretiyle özellikle havacılık ve uçak mühendisliği, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzmanlarından oluşturulacak üç kişilik bilirkişi heyetinden, İş Kanunu'nun 77.maddesinin öngördüğü koşullar da gözetilerek olayın niteliğine göre işverenin alması gerekli veya alabileceği önlemlerin olup olmadığı, varsa bunlardan hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar belirtilerek, işverene atfedilebilecek bir kusur veya üçüncü kişi olarak pilot hatasının bulunup bulunmadığı hususları ile, olayda mevcut ise kusurun aidiyeti ve oranının hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirleneceği bir rapor alınıp irdelenerek, sonucuna göre karar verilmelidir.

O halde, yetersiz kusur raporuna dayalı olarak olayda illiyet bağının kesildiğinin yöntemince kanıtlanamadığı gerekçesiyle davalı işvereninsorumluluğuna dair kararda direnilmesi isabetsizdir.

Direnme kararı açıklanan değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 09.10.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu 2012/4-107 E. , 2012/326 K.
ARAÇ İŞLETENİN SORUMLULUĞU
BUZDA KAYAN ARACIN OLUŞTURDUĞU ZARARLAR
TAZMİNAT DAVASI
KUSUR
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU (2918) Madde 85
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU (2918) Madde 86
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU (2918) Madde 107
"İçtihat Metni"

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.09.2010 gün ve 2009/38 E. – 2010/ 228 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.04.2011 gün ve 2011/3409-4009 sayılı ilamı ile,

(...Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılardan C. Kara’ya yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir. 

2-Diğer davalı A… Kardeşler Unlu Mamulleri Sanayi İnşaat Turizm Ticaret LtdŞti’ne yönelik temyiz itirazına gelince; dava, trafik kazası nedeniyle yaralanmadan dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Davacı, davalı sürücünün aracını buzlanan yolda geri geri kaydırması nedeniyle, davalı yanın aracı ile kendi aracı arasında kalarak yaralandığını, davalı sürücünün tam kusurlu olduğunu belirterek, davalıların maddi ve manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarını istemiştir.

Davalılar ise, kusur raporlarını kabul etmediklerini ileri sürerek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Yerel mahkemece, kendi isteği ile kayan aracın arkasına geçen davacının, kendi eylemi nedeniyle yaralanarak zarara uğradığını, davalıların kusurlu veya kusursuz olmalarının hukuki önemini yitirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden; ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi kurulu raporunda davacı ile davalı sürücünün 4/8’er oranda kusurlu bulundukları, yerel mahkemece Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesi'nden alınan raporda davalı sürücünün kusursuz, davacının ise tam kusurlu olduğunun belirtildiği, bilirkişi kurulundan alınan raporda davacı ile davalı sürücünün % 50’şer oranda kusurlu olduklarının açıklandığı, son olarak Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi'nden alınan raporda ise; davacının % 50 kusurlu olduğu, davalı yan aracının kontrolsüzce geri geri kayarak davacıya çarpmasının kazanın oluşumunda % 50 oranda etkili olduğu, davalı sürücünün kusursuz olduğu, teknik arıza nedeniyle işleten davalı Şirket'in % 50 oranda kusursuz sorumluluğunun bulunduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.

Olayın gelişim biçimine göre Adli Tıp Kurumu'ndan alınan son raporun kazanın oluşumuna ve dosya kapsamına daha uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.

Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, davacının uğradığı zararın kapsamı belirlendikten sonra davalı Şirket'in son alınan raporuna göre % 50 kusuru oranında sorumlu tutulması gerekirken, kanıtlar yanlış takdir edilip yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.)

gerekçesiyle yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle davalılardan A... Kardeşler Unlu Mamulleri Sanayi İnşaat Turizm Ticaret Ltd Şti yönünden bozulmasına, diğer davalı C. Kara’ya yönelik temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava trafik kazası nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece istemin reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine yukarıda başlık bölümünde belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.

Bozma üzerine yapılan yargılamada mahkemece önceki hükümde direnilmiştir. Direnme hükmü davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önünde gelen uyuşmazlık; davacının uğradığı zararın kapsamı belirlendikten sonra davalı şirketin son alınan kusur raporuna göre % 50 kusuru oranında sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85. maddesinin 1. fıkrasına göre bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına sebep olursa, motorlu aracın işleteni doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu gibi, aynı kanunun 85/4. fıkrası uyarınca da aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin de kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.

Bu düzenlemeler dikkate alındığında; işletenin sorumluluğu, genelde, neden (objektfi), özelde ise, objektif sorumluluğun ağırlaştırılmış biçimi olan tehlike sorumluluğuna dayanmaktadır.

İşletenin motorlu aracın işletilmesinden doğan zarardan sorumluluğu için ne kendisinin ne de sürücü ile aracın işletilmesine katılan yardımcı kişilerin kusuru aranmayacaktır. Zararın motorlu aracın işletilmesinin uygun sonucu, nedeni olması yeterlidir; işleten sınırlı olan kurutuluş nedenlerinden birinin bulunması ve ek kusurunun olmaması koşuluyla sorumluluktan kurutulabilecektir (Aşçıoğlu Çetin, Trafik Kazalarından Doğan Hukuk ve Ceza Sorumlulukları, 2. bası, 2008, s.49)

Bir başka deyişle; 2918 s. KTK’nun 85/1. maddesinden gösterilen koşulların hepsinin birlikte gerçekleşmesi durumunda, işletenin tehlikesorumluluğu kural olarak gerçekleşmiş olacaktır. Ne var ki, yasada düzenlenen genel ve özel kurtuluş nedenlerinin birine dayanarak sorumluluktan kurtulması olanağı da vardır. İşleten bu kurtuluş nedenlerinden birinin varlığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir.

2918 s. KTK’nun 86/1. maddesinde sorumluluktan genel kurtuluş nedenleri düzenlenmiştir. İşleten kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın; kazanın “bir mücbir sebepten” ya da “zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurundan” ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulacaktır.

İşletenin üç nedenden birine dayanarak (mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru) sorumluluktan kurtulabilmesi için öncelikle iki ortak unsurun birlikte bulunması gereklidir.

2918 sayılı KTK’nun 85/1. maddesine göre, sorumluluğu için kusur aranmayan işletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri ileri sürebilmesi için öncelikle olayda ne kendisinin ne de eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusurunun bulunmaması gereklidir.

İşletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri ileri sürebilmesi için bulunması gereken diğer şart ise araçtaki bozukluğun kazayı etkilememiş olmasıdır. İşleten, araçtaki bozuklukların sonuçlarına katlanmak zorundadır; kazayı ve zararı etkilemesi durumunda kurtuluş nedeninden yararlanamaz.

Yukarda belirtilen şartların oluşması halinde işleten, ancak aşağıda belirtilen kurtuluş nedenlerine dayanarak sorumluluktan kurtulma imkanı sahip olacaktır.

İşleten, işletilenin çalışma ve işletilmesi dışında meydana gelen, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün bulunmayan olağanüstü kaçınılmaz bir olaydan (mücbir sebepten) dolayı sorumluluktan kurtulabileceği gibi; zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru halinde de sorumluluktan kurtulabilir. Üçüncü kişiden amaç zarar gören ve işleten ile bunların eylemlerinden sorumlu olduğu kişiler dışında kalan ve aracın işletilmesiyle ilgisi olmayan kişilerdir.

Bunun dışında; 2918 s. KTK’nun 107. maddesinde; işleten kendisinin ve eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin aracın çalınmasında veya gasp edilmesinde kusurlu olmadığını ispat etmesi halinde sorumlu tutulmayacağı düzenlenmiştir.

Somut olaya gelince; davalı işletene ait olup, diğer davalı C. Kara’nın kullandığı aracın, rampada tekerleğindeki zincirin kırılması nedeni ile geri geri kaydığı, bunu gören davacının kendi aracını korumak amacıyla kayan aracı iterek durdurmaya çalıştığı ve bu esnada yaralandığı sabittir.

Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’na ait rapora göre davacı İsmail Danacı'nın %50 oranında kusurlu olduğu, davalı taraf aracının kontrolsüzce geri kayarak davacıya çarpmasının %50 oranında etkili olduğu, davalı sürücü Casim Kara’nın kusursuz olduğu, teknik arıza sebebiyle kamyonet maliki işleten davalı şirketin %50 oranında kusursuz sorumlu oldukları belirtilmiştir.

Olayın bu oluş şekli dikkate alındığında davalı, işletene ait aracın tekerindeki zincirin kırılması nedeni ile geriye doğru kaymaya başladığı, davacının aracını korumak amacıyla davalıya ait aracın arkasına geçerek iteklemeye çalıştığı ve ayağının kayması sonucunda da aracın darbesi ile yaralandığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere öncelikle 2918 s. KTK 86’nun maddesinde işletenin kurtuluş beyinnesi ileri sürebilmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığına, sonrasında ise sorumluluktan kurtulması için gerekli şartların davalı tarafından ispat edilip edilmediğine bakılmalıdır.

2918 s. KTK’nun 86. madde dikkate alındığında, somut olayda; işletenin sorumluluktan kurtulabilmesi için ilkin araçtaki bir bozukluğun kazayı etkilemediğini ispat etmesi ve sonrasında ise kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat etmesi gereklidir.

Yukarı da açıklandığı üzere kaza, işletene ait aracın tekerindeki zincirin kırılması ve aracın geriye doğru kayması sonucu meydana gelmiştir. Bu oluş şekli dikkate alındığında artık davalı işletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri olan “kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiği” hususunun ispat edilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü kaza araçtaki bozukluk nedeni ile meydana geldiğine göre işleten artık kusursuz sorumludur.

Ancak hemen burada şunun da ifade edilmesi gereklidir; zararın meydana gelmesinde davacının da etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Davacının kayan aracın arkasına geçerek zararın artmasına neden olmasının ve bu zararın tamamının da davalı işleten tarafından karşılanmasının adil olmayacağı da açıktır.

Kural olarak sorumluluğun belirlenmesinden sonra zararın tespit edilmesi ve bu aşamadan sonra davalı tarafından ödenecek tazminat miktarının belirlenmesi gereklidir. Bu arada tazminatın zarardan fazla olma imkanı bulunmamaktadır. Zarardan eksik olabileceğine göre bu aşamada belirlenen zarardan indirim söz konusu olup olmayacağının saptanması gereklidir.

KTK’nun 86/2 maddesinde “ sorumluluktan kurtulamayan işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kazanın oluşunda zarar görenin kusurunun bulunduğunu ispat ederse, hakim, durum ve şartlara göre tazminat miktarını indirebilir.” Hükmü getirilmiştir. Maddedeki “durum ve koşullara göre” ibaresi hakime geniş yorum olanağı ve takdir hakkı sağlamıştır. Bu düzenleme dikkate alındığında zarar görenin ağır kusuru işletene sorumluluktan kurtulma imkanı tanımıyorsa, işletenin sorumlu olduğu tazminat miktarından KTK 86/2 maddesine göre indirim yapılması, ancak indirim yapılırken davalı işletenin sorumluluğunun tehlike sorumluluğuna dayanan bir sorumluluk olduğunun gözden kaçırılmaması gereklidir.

Bu nedenle, kaza araçtaki bozukluk nedeni ile meydana geldiğine göre, davalı işletenin sorumlu tutulması, davacının da zararın meydana gelmesindeki kusurlu eylemi dikkate alınarak 818 sayılı BK’nun 44. ve bu maddenin daha özel bir düzenlemesi olan 2918 s. KTK’nun 86/2. maddeleri gözetilerek uygun bir indirim yapılması gerekli iken önceki karar da direnilmesi usul ve yasaya uygun değildir.

Yukarıda açıklanan bu değişik nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.05.2012 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

kaynak: https://emsal.yargitay.gov.tr/VeriBankasiIstemciWeb/yeniTasarim/index.jsp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder